Avrupa Parlamentosu seçim sonuçları Almanya’da aşırı sağın yükselmesi SPD, Yeşiller, FDP koalisyonunun hezimete uğraması, genelde de sağa kayma olarak değerlendirildi. Medya, ırkçı AfD’nin durdurulması çağrılarıyla panik ortamı yaratıyor. Telepolis’ten seçtiğimiz makalede ise sorunun, ekonomik koşullar ve burjuva partilerinin bu koşullara çözüm olmamasında yattığı belirtiliyor.
Fransa da Avrupa Parlamentosu seçimleriyle sarsılan ülkelerden. Irkçı Le Pen’in partisi yüzde 32 alarak birinci parti olunca Cumhurbaşkanı Macron meclisi dağıtarak 30 Haziran için erken seçim kararı aldı. Sol partiler ise hızla bir cephe oluşturarak seçimlere birlikte hazırlanmaya başladı. Fransa İşçileri Komünist Partisi (PCOF) da bu cepheyi destekleyen bir açıklama yayımladı.
Avrupa seçimlerine katılmayan Birleşik Krallık ise kendi seçimleriyle meşgul. Parlamento seçimleri 4 Temmuz’da yapılacak. Seçim kampanyasında öne çıkan ve kültür savaşı olarak adlandırılan politikalar çoğu kesimi kaygılandırıyor.
Avrupa seçimleri: Medya analizi ve siyasi gerçeklik
Rudiger SUCHSLAND
Telepolis
Koalisyon partileri SPD, Yeşiller ve FDP, manşetlerdekinden (“çöküyor mu?”) ve birçok medya haberindekinden farklı bir şekilde sımsıkı duruyor; artık hükümete her zamankinden daha sıkı bağlılar. Çünkü ortak yenilgiler bir araya getirir. Ancak bir ortağın diğerlerinin pahasına kazanması durumunda koalisyon sallantıda olabilirdi. Ama üçü de kaybetti ve artık devam etmekten başka çare yok.
Muhalefet Lideri CDU’lu Friedrich Merz bunu hemen anladı ve yeni seçimler için sevilmeyen bir çağrıda bulunmaktan kasıtlı olarak kaçındı. Şu anda üzerinde spekülasyon yapılan başbakan değişikliği de bir medya fantezisi.
Baktığınızda bir medya seçimi var ve gerçekte nasıl olduğuna dair bir seçim var. Medya seçimi bir Avrupa seçimiydi ve bunun sonucunda “Avrupa sağa kaydı.” Çünkü seçimler “göç tartışması ve iklim krizi tarafından belirlendi.”
Bütün bunların böyle olmadığı açık. Çünkü aynı medya, seçim analizlerinde daha da derinlere iniyor ve derin analizlerle kendi manşetlerini çürütüyor.
İçi boş, özellikle de temelsiz AB pathosları hemen unutulabilir. Aslında pazar günü aynı anda 27 ulusal seçim yapıldı ve bu seçimlerin her bir ülke için ayrı ayrı sonuçları oldu. Avrupa seçimleri bu şekilde geçici Federal Meclis seçimine dönüştü. Aklama ve kötüleme…
Esasen burjuva muhafazakar olan ana Alman medyasında, koalisyon partilerine kötü davranma ve Hristiyan Birlik partilerinin zayıflıklarını gözden kaçırma eğilimi var. SPD’li Başbakan Olaf Scholz’un partisi için acı bir sonuç mu? Aslında beş yıl önceki kayıpların telafisi mümkün değil. Ancak analize göre SPD’nin oyların büyük çoğunluğunu seçime katılmayanlara kaybettiğini görmek gerekiyor. SPD’ye eğilimli 2.6 milyon kişi evde kaldı. Hristiyan Birlik partilerine 1.4 milyon, Almanya için Alternatif AfD ve Sahra Wagenknecht İttifakı BSW’ye de yarım milyon kaybettiler.
Peki gerçekten de “Yeşiller’e büyük bir tokat” mı atılmıştı? Kesin olarak söylemek gerekirse, pazar günü neredeyse yüzde 12’lik bir oy oranıyla Yeşiller sadece normal seviyelerine gerilediler. Muhalefet statüsü ve Gelecek İçin Cuma aciliyeti olmadan, ne sürpriz ne de o kadar da kötü bir sonuç. Hatta 2014’e göre iki puan daha iyi.
Ancak koalisyon partileri arasında en çok kaybeden Yeşiller oldu. Bir yandan iklim sorununun modasının geçmesi ve özellikle en çok etkilendiği varsayılan genç seçmenler tarafından eskisi kadar önemli görülmemesi bunun nedenlerinden... Ayrıca birkaç bulgu daha var. Birincisi: Yeşiller kuşakların partisidir. 25 ila 50 yaşları arasındakiler tarafından seçilirler. Genç ve yaşlıların oy oranı ortalamanın altındadır. İkincisi: Yeşil seçmenler ekonomiyi umursamıyorlar, tuzları kuru. Seçmenlerin yalnızca yüzde beşi ekonomik büyümenin oy verme kararlarında önemli bir rol oynadığını söylüyor! Elektrik nasıl prizden geliyorsa, para da banka otomatından geliyor. Barışı koruma ve sosyal güvenlik de Yeşil seçmenler için nispeten küçük bir rol oynuyor. Yalnızca iklim ve çevrenin korunması önemli; Yeşiller tek meseleli bir parti olmaya geri dönüyor...
Pek çok Alman medyası yeni “Sahra Wagenknecht İttifakı”nı (BSW) sağa geçişin ve saf bir protesto partisinin başarısının parçası olarak görüyor. Rakamlar farklı bir dil konuşuyor: BSW oylarını AfD’den değil (sadece 140 bin), ağırlıklı olarak sol kanattan, özellikle SPD’den (520 bin) ve Sol Partiden (410 bin) aldı ve şaşırtıcı bir sayı da (210 bin) FDP’den geldi. Bir şey açık: BSW seçmenleri oy verme kararını Avrupa siyaseti nedeniyle değil, Federal Cumhuriyetçi siyaset nedeniyle verdi. Ve bunun neredeyse yarısı BSW’nin başarısından değil, diğer partilerdeki hayal kırıklığından kaynaklanıyordu.
Irkçı Almanya için Alternatif AfD yüksek bir seviyede istikrar kazandı. Bu, birçok Avrupa ülkesinde ırkçı partilerin yükselişine denk geliyor. Korkutucu ve hayal kırıklığı yaratıyor ama şaşırtıcı değil: Çünkü AfD, toplumu çoktan terk etmiş ya da hiçbir zaman topluma dahil olmamış kişilerin partisi. Gerçek şu ki, AfD seçmenlerinin yarısından fazlasının aşırı sağcı bir partiye oy verip vermemeleri umurlarında değil.
İnsanların AfD’ye oy vermesinin nedeni savaş korkusu, özellikle de Ukrayna’da halihazırda sürmekte olan savaş, barışı güvence altına alma arzusu ve ekonomik büyüme umudu. Ayrıca diğer partilerden duydukları hayal kırıklığı nedeniyle AfD’ye yüzde 44 oy verdiler. AfD bir erkek partisidir ve 45 yaş altı gençlere hitap etme eğiliminde olan bir partidir. Özellikle 60 yaş ve üzeri kişilerde ortalamanın altında sonuçlara sahip...
Bir bütün olarak Avrupa’da şunu görebilirsiniz: Sağcı liberaller biraz güçleniyor, sosyal demokratlar istikrarlı, sol biraz büyüyor ve aşırı sağcılar önemli ölçüde artıyor. Yeşiller ve Liberaller arasında kayıplar ortada. Sorun iklim değil, refah ve ekonomi, gelecekte refah kaybı ve yoksunluk korkusu...
Kimse ölmek istemiyor, aynı zamanda kimse Ukrayna için fakirleşmek istemiyor ve çok az kişi iklim yüzünden fakirleşmek istiyor.
Çeviren: Semra Çelik
Gericiliğin yükselişine yanıt: İşçi ve halk mücadelelerini ve direnişlerini yükseltmek
La Forge*
Avrupa seçim sonuçları, Macron’un meclisi feshetmesi ve 30 Haziran’a kadar yapılacak olan milletvekili seçimlerinin ilk turunu ilan etmesinin gölgesinde kaldı.
İkinci tur 7 Temmuz’da yapılacak, bu daracık zaman diliminin içinde adayların belirlenmesi konusunda partiler içinde ve partiler arasında sadece aday belirlemek için zaman olacak. Kampanyaların, partilerin argümanlarına değil, medyanın söylemlerine ve anketlerin sonuçlarına dayanarak gerçekleşeceği belli.
Ancak, bu tek turlu Avrupa seçimlerinden dersler çıkarmak önemli. İşçi ve halk kesimlerinde yüksek katılım gösteren, katılım oranının yüzde elliye ulaştığı ve Macron’un kendisini yoğun şekilde adadığı bu seçimlerde, listesinin kötü sonuçları nedeniyle zayıflamış olarak çıktığı görüldü. Bu seçim için devletin imkanlarını kabaca seferber etti ve 1944 Normandiya çıkarmasının yıl dönümünü, Ukrayna’ya askeri desteğin gerekliliği için kullanarak seçimlerin önemini dramatize etti. “Avrupa ölebilir” diyerek ve tekrar tekrar Fransa’nın AB içindeki liderliğini ve karar alma sürecinde Macron yanlısı milletvekillerinin üyesi olduğu Avrupa Parlamentosu grubu “Renew”un kilit rolünü öne çıkardı. Yenilgileri bu grubu da zayıflatılmıştır.
Bu konuların tümünde Macron, Fransa’nın Rusya’ya karşı Ukrayna’daki savaşa katılmasını istemeyen, AB ve Avrupa Komisyonu tarafından teşvik edilen neoliberal politikaya karşı çıkan ve kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi, sosyal bütçelerin düşürülmesi yönündeki Avrupa emirlerine karşı çıkan geniş kesimlerin öfkesini ve reddini körüklemekten başka bir şey yapmadı.
Macron politikasının reddi, sadece sol partilere oy vermek veya oy kullanmamakla sınırlı kalmamış, aynı zamanda uzun süredir büyük medya tarafından kazanan olarak gösterilen RN gibi aşırı sağ partiler tarafından da değerlendirilmiştir.
Macron aşırı sağın zaferinin sorumlusudur, RN’yi kendi politikasına karşı ciddi bir muhalefet olarak kendisi yükseltti, kendisinin RN’ye karşı tek barikat olduğunu iddia etti. Bu, “Göç Yasası”nı teşvik etme gibi bazı fikirlerini, özellikle 2023 temmuz ayındaki mahalle isyanlarından sonra veya Kanak halkının ayaklanmasından sonra, düzenin/otoritenin geri dönüşü gerekliliği konusundaki sözlerini tekrar etmesini engellemedi: “Otorite, otorite, otorite”!
Avrupa seçimlerinin iç politika üzerinde etkisi olmayacağını iddia ettikten sonra Macron, yalnızca RN tarafından ileri sürülen talebi kabul ediyor: Erken genel seçimler düzenlemek için Ulusal Meclisi feshediyor. Buna “Sözü halka yeniden vermek” ve “Onu sorumluluklarıyla yüzleştirmek” dedi. Kendisi ise kitlelerin, işçilerin, gençlerin yaşadığı zor durumu hiç üstlenmiyor.
Erken genel seçimlerle ilgili kararı, öncelikle inisiyatifi geri kazanmak ve seçim yenilgisinin sorumluluğunu üstlenmekten kaçınmak amacıyla atılmış bir “siyasi hamle” olarak nitelendirilebilir. Bu aynı zamanda kendi hareketinden veya sağdaki adaylardan milletvekilleri seçmeyi hedefleyen bir amaç olarak da görülebilir. Aşırı sağdaki RN ve müttefiklerine karşı, onların karşısına “cumhuriyet refleksi” adı verilen tepkiyi kullanmayı amaçlıyor. Bu strateji daha önce onun iki kez seçilmesine yardımcı oldu...
Macron’un hazırladığı ve bir parlamento çoğunluğu elde etmeye çalıştığı bu birliktelik, her durumda giderek daha gerici bir karaktere sahip olacak ve uygulayacağı politika işçi sınıfına, çalışanlara, gençlere, göçmenlere ve halklara karşı yönlendirilecektir...
Gericiliğin yükselişine karşı mücadele, militarizme karşı, faşizme karşı, ücretler için, kamu hizmetlerinin ve çevrenin korunması için, kirletici tekellere karşı, emperyalist savaşlara karşı, Filistin halkı ve ulusal ve sosyal özgürlükleri için mücadele eden diğer halklara dayanışmak gibi konular, birçok kadın, erkek, genç ve yaşlı tarafından paylaşılıp mücadele edilen bir programın parçalarıdır.
...
Seçimlerin 30 Haziran’daki ilk turunun önemi, RN ve müttefiklerinin mümkün olduğunca az milletvekili seçmesini sağlamaktır. Dört sol siyasi örgüt, “Yeni Halk Cephesi” bayrağı altında farklı bölgelerde ortak aday sunuyor. Partimiz bu adaylara oy vermeye çağırıyor.
*Fransa İşçileri Komünist Partisi (PCOF) yayın organı
Çeviren: Ali Rıza Yıldırım
Muhafazakarlar, kültür savaşları ve aşırı sağ
Elaine GRAHAM-LEIGH
Counterfire
Muhafazakarların seçim kampanyasının ilk birkaç haftasının özelliklerinden biri, potansiyel olarak uygulanabilir politikalar sunmak yerine kültür savaşlarını ne kadar çok uyguladıklarıdır. Göçmen vizelerine yıllık sınır getirilmesinden Eşitlik Yasası’nın değiştirilmesine ve Ulusal Hizmet’in geri getirilmesine kadar, Muhafazakarların seçim stratejisi kültür savaşlarını mümkün olan her cephede sürdürmek gibi görünüyor.
Adil olmak gerekirse, Muhafazakarlar için bu tamamen yeni bir durum değil. Örneğin Susan Hall’un Muhafazakarlar adına Londra Belediye Başkanlığı seçimlerini kazanmak için yürüttüğü kampanya, neredeyse tamamen ULEZ’in (ultra düşük emisyon bölgesi) Londra’nın dışına genişletilmesi gibi kültür savaşlarının sıcak konusuna dayanıyor gibi görünüyordu. Buna Londralıların sokaklarda dolaşan ULEZ uygulayıcılarından oluşan çetelerden kaçınmak için içeride kaldıkları yönündeki kaş kaldırıcı iddia da dahildi. Sunak’ın seçim çağrısı yapmasından önceki hafta, Kabine Sorumlusu Bakan Esther McVey, devlet memurlarının gökkuşağı boyunlukları takmasının yasaklanması çağrısında bulundu ve hükümet ayrıca dokuz yaşın altındaki çocuklar için okullarda cinsel eğitimin yasaklanması fikrini ortaya attı...
More in Common ve 38 Degrees tarafından yürütülen araştırma, kültür savaşları yürütmenin hem Muhafazakarların hem de İşçi Partisinin seçim şansı için kötü olacağını, Muhafazakarların kültür savaşlarına dayalı bir kampanya yürütmeleri halinde kendi destekçileri arasında bile oylarında yüzde 10’luk bir düşüş riskiyle karşı karşıya kalacağını ortaya koyuyor...
Dolayısıyla tüm bunlar, Muhafazakarların başarısız bir stratejiye neden bu kadar bağlı göründükleri sorusunu gündeme getiriyor. Elbette bu kısmen çaresizlikten kaynaklanıyor. Büyük olasılıkla kaybedecekleri bir seçimle karşı karşıya kaldıklarında, kültür savaşı vererek de batabilirler. Muhtemelen bundan daha fazlası söz konusu...
Kültür savaşları genel olarak seçim sandığında pek işe yaramıyor gibi görünse de, Muhafazakarların çoğu üzerinde bile, Muhafazakarlar ve (Nigel Farage liderliğindeki aşırı sağcı) Reform arasındaki rekabette daha iyi işe yarayabilir. Lee Anderson’ın maçlardan önce diz çöken futbolcular nedeniyle Euro 21’i boykot etmesinden Farage’ın yakın zamanda net sıfır göç istediğine dair yaptığı açıklamaya kadar Reform’un sahası neredeyse tamamen kültür savaşlarına dayanıyor gibi görünüyor. Reform, mayıs ayındaki yerel seçimlerde pek başarılı olamadı, ancak şu anki anketler oylarının ulusal çapta Muhafazakarlara yaklaşma tehdidinde bulunduğunu gösteriyor. Daha da önemlisi, seçim sonrasında sağ üzerinde yaratacakları etkidir. Farage açıkça Muhafazakar Partiyi ele geçirmeyi hedeflediğini ve partisine Reform adını 1993’te Kanada’da İlerici Muhafazakarlardan sağı devralan partiden esinlenerek verdiğini söyledi, ‘Çünkü Kanada Muhafazakarları bizim buradaki güruh gibi sosyal demokrat olmuşlardı’...
Muhafazakar kültür savaşlarının, sıradan (beyaz) çalışan insanları ‘uyanmış elitlere’ karşı savundukları yönündeki aşırı sağcı pozisyonu beslemesi tesadüf değil. Muhafazakar İçişleri Bakanı Suella Braverman’ın 11 Kasım’daki Filistin yanlısı yürüyüşü iptal etmeyi reddettiğimizde aşırı sağı sokaklara çağırdığını gördük. Common Sense Groupun kurucusu John Hayes’in Braverman’ın önemli bir müttefiki olması tesadüf olmayabilir. Londra’da 1 Haziran’da gerçekleşen aşırı sağcı hareketlilik, yaklaşık 6 bin kişi ile Filistin için yapılan gösterilerin yanında çok küçük kalsa da, yine de aşırı sağın yeniden dirilişinin başlangıcını temsil ediyor olabilir. Muhafazakarlar bize bu alanda, Reform’la mücadele etmek için aşırı sağ destekçilerine, geri kalanımız için sonuçlarına bakmaksızın, ihtiyaç duydukları her türlü cesaretlendirici sinyali göndermeye hazır olduklarını gösterdiler. Yeni hükümetin ilk günlerinde yapmamız gereken başka ne varsa, aşırı sağa karşı harekete geçmenin de listede yer alabileceği giderek daha açık hale geliyor.
Çeviren: Sarya Tunç
Evrensel / 16.06.24