Fransa’da seçimlerin ardından iki ay geçtikten sonra Macron nihayet kendi politikalarını devam ettirebilecek bir başbakan buldu. Sonuna kadar neoliberal politikaların savunuculuğunu yapabilecek ve aynı zamanda da aşırı sağcılarla iş tutabilecek bir isim: Michel Barnier. Bu hafta Fransa’dan seçtiğimiz yazı, Macron’un kendi yarattığı siyasi krizin her yeni adımda derinleştiğini gözler önüne seriyor ve yeni başbakanın profilini tarif ediyor: “Yüzde yüz burjuva ve neoliberal, hem ‘teknik’ hem de ‘siyasi’, ama aynı zamanda güvenlikçi politikalara, ırkçılığa ve hatta LGBTfobik cephelere de çok açık”
Almanya’da ise mülteciler tartışılıyor. Kendi ülkesinde insani ve sivil hakların giderek daha fazla göz ardı edildiği bir dönemde Berlin, Afganistan’a yapılan sınır dışı işlemleriyle temel insan hakları sözleşmelerini önemli ölçüde çiğniyor.
Öte yandan savaş koşulları insanlık tarihini yüzlerce yıl geriye götürmeye devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde yıllardır görünmeyen çocuk felci vakası Gazze’de tespit edildi. Edinburgh Üniversitesinde Küresel Halk Sağlığı Kürsüsü Başkanı Prof. Dr. Devi Sridhar İngiltere’de yayımlanan The Guardian için yazdı. Sridhar, “Bilim insanlarının güvenilir gerçekleri ve verileri ortaya koymak üzere iş birliği yapmaları, Gazze Şeridi’ndeki çatışmada neler olup bittiğini belgelemek açısından çok önemli ve insan yaşamını ve sağlığını korumaya yönelik çözümler için çalışanlara yardımcı olacaktır” uyarısı yaptı.
Macron başbakanını buldu: Aşırı sağ ağzıyla konuşabilen Avrupalı bir teknokrat
Pierre MICHEL
Revolution Permanente
Elize’de (Fransa cumhurbaşkanlığı sarayı) beyaz duman göründü! Macron, perşembe günü Michel Barnier’i başbakan olarak atamayı tercih etti. Eski Avrupa Komisyonu Üyesi olan Barnier, Cumhuriyetçi partinin ön seçimleri sırasında aşırı sağın programından bazı bölümleri benimsemesiyle tanınıyor. Ancak bu atama, siyasi krizi çözmekten oldukça uzak bir adım.
Hafta başından bu yana Emmanuel Macron, başbakanlık varsayımlarının her birinden, birbiri ardına vazgeçerek krizi daha da derinleştirdi. Bu kafa karışıklığı Cumhurbaşkanının olası bir “istifası” tartışmasını yeniden başlatırken, Macron nihayet perşembe günü şapkasından bir isim çıkararak işleri hızlandırmaya karar verdi: Michel Barnier.
1982-1999 yılları arasında (Fransa’nın idari bir bölgesi) Savoie Genel Konseyi başkanı olarak görev yapan Michel Barnier, 1990’ların ortalarından 2000’lerin sonlarına kadar sağcı hükümetlerde kısa süreli ve daha çok anekdot niteliğinde bakanlıklar (çevre, Avrupa işleri, dışişleri) yaptı. Barnier, aynı zamanda Avrupa düzeyinde de tanınan bir figür olup, bölgesel politika komiseri (1999-2004), iç pazar komiseri (2010-2014) ve ardından brexit müzakerecisi (2016-2021) olarak önemli görevlerde bulundu.
Neoliberal Avrupa Birliğini savunmak adına yaptığı hizmetlerle burjuvazi tarafından takdir edilen ağırbaşlı bir teknokrat olan Michel Barnier, Libération gazetesine göre “yakışıklı, uzun boylu (1.89 m), zayıf (84 kg) ve atletik” olarak biliniyor. 2021’de son derece siyasi bir projeye atılmaya karar vererek Cumhuriyetçilerin liderliğine aday oldu. Savoie kökenli Barnier, 3 ila 5 yıllık bir “moratoryum” savunusu ve göç konusunda bir referandum yapılması gibi aşırı sağın ırkçı önerilerinin çoğunu benimseyerek ultra-oportünist yüzünü de gözler önüne sermişti.
Bay; Avrupa Birliği, Fransa’nın “yasal egemenliğinin”, Avrupa Adalet Divanı veya İnsan Hakları Sözleşmesi tarafından tehdit altında olduğunu savunacak kadar ileri gidebiliyor. Ancak bu tür gerici pozisyonlar, Barnier için yeni değil. 1981’de eşcinselliğin suç olmaktan çıkarılmasına karşı oy kullanmış olan Barnier, geçmişten gelen bu tür tutumlarını sürdürüyor.
Yüzde yüz burjuva ve neoliberal, hem ‘teknik’ hem de ‘siyasi’, ama aynı zamanda güvenlikçi politikalara, ırkçılığa ve hatta LGBTfobik cephelere de çok açık. Tüm bunlar onun nasıl biri olduğu hakkında bir fikir veriyor. Ancak onun bu yabancı düşmanı tutumu, Macron için ikinci planda kalmayabilir çünkü müstakbel hükümetin karşılaşacağı asıl zorluk, gensoru önergesinden kaçınmak olacak. Bu bağlamda, perşembe günü (aşırı sağ milletvekili) Jean-Philippe Tanguy’nin Barnier’i “fosil” ve “Beşinci Cumhuriyet’in tanıdığı en aptal politikacı” olarak eleştirmesi, (aşırı sağcı) Ulusal Birlik’in tutumunun belirleyici olacağını ve zımni bir destek ile “Gerçeklere göre yargılama” arasında gidip geleceğini gösteriyor.
Barnier’in atanması, işçiler ve emekçi sınıflar açısından Macron’un işçi sınıfı karşıtı, ırkçı ve otoriter politikalarının devam edeceğine dair açık bir işaret. Ancak bu atama, siyasi krizi çözmekten çok uzak ve bu yeni hükümet son derece kırılgan ve istikrarsız bir yapıya sahip olacak. Bu durum, Beşinci Cumhuriyet’in sonunu getirmek amacıyla rejimin zayıflığından faydalanmayı hedefleyen bir stratejiye ihtiyaç olduğunu da göstermekte. Ayrıca, genel ücret artışı, 60 yaşında emeklilik ve işin adil bir şekilde paylaşılması gibi acil taleplerin savunulduğu sınıf mücadelesi yöntemleriyle aşağıdan bir çıkış yolunun acilen gerekliliğini vurgulamakta.
Çeviren: Eren Can
Berlin ve insan hakları
German Foreign Policy
Hükümet, Afganistan’a sınır dışı işlemleri başlatarak, temel insan hakları sözleşmelerini çiğniyor ve kendini beğenmiş bir şekilde ilan ettiği “değerler düzenini” yerle bir ediyor. Bu suçlama, geçtiğimiz cuma günü 28 Afgan’ın sınır dışı edilmesine ilişkin insan hakları ve mülteci örgütlerinin açıklamalarını içeriyor. Federal hükümet, aylardır planlandığı anlaşılan adımı Solingen’deki terör saldırısıyla meşrulaştırmış ve yalnızca suçlardan hüküm giymiş kişilerin zorla Kabil’e götürüldüğünü vurgulamıştı. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Federal Hükümet tarafından resmi olarak tanınan yasal belgeler, insan haklarını, suçlular da dahil olmak üzere evrensel bir şey olarak sınıflandırıyor. Almanya’daki Cizvit mülteci servisinin başkanı, Berlin’in eylemlerinin “Değer sistemimizle bağdaşmadığı” konusunda uyarıyor. “Artık gelecekte herhangi bir suç işlememiş kişilerin Afganistan ve Suriye’ye sınır dışı edilmesi yönünde çağrılar yapılıyor. Aynı zamanda ülkemizde insan hakları ve sivil haklar giderek daha fazla göz ardı ediliyor.”
Batılı güçlerin Hindukuş’tan aceleyle çekilmesi ve Taliban’ın ülkenin kontrolünü ele geçirmesinin ardından yaklaşık üç yıl önce durdurulan Afganistan’a sınır dışı işlemlerinin yeniden başlatılması planları bir süredir yürürlükteydi. Taliban hükümetiyle herhangi bir ilişki bulunmadığı için sınır dışı işlemlerinin Afganistan’a komşu ülkelerin yardımıyla gerçekleştirileceği konuşuluyordu. Afganları Özbekistan’a yollayan İsveç bir rol model olarak görülüyordu; haziran ayında İsveçli bir polis memurunun, Taşkent’teki havaalanında sınır dışı edilenlerin “Kabil’e giden bir uçağa binmelerini” sağladığını söylediği aktarıldı. Uçak, yerel güvenlik standartlarını karşılamadığı için AB’de kalkış veya iniş yapmasına izin verilmeyen Afgan hava yolu Kam Air’e ait. Haberlere göre federal hükümet esasen İsveç modelini taklit etmeye karar vermişti. Sonbaharda Başbakan Olaf Scholz’un Özbekistan’a uçmak ve aynı zamanda Afganların olası geri kabulü konusunda anlaşmalar yapmak istediği bildiriliyor.
Ancak aynı zamanda, Der Spiegel’in haberine göre “iki ay boyunca” Kabil’e doğrudan sınır dışı edilmeye yönelik hazırlıklar da başlatılmıştı. Sadece iç işleri yetkilileri değil aynı zamanda başbakanlık da işin içindeydi. Taliban ile gerekli anlaşmalar Katar Emirliği’nin ara bulucuları tarafından yapıldı. Doha’nın uzun yıllardır Taliban’la temasları vardı ve bu temaslar, Batılı birliklerin Hindukuş’tan çekilmesinden önce onlarla müzakere yapılmasına olanak tanıyordu ve bu temaslar, geri çekilme sırasında da en gerekli şeyleri koordine etmek için kullanılıyordu. Katar artık Leipzig’den Kabil’e sınır dışı etmeyi de organize etti. Uçuş, emirliğin hava yolu şirketi Qatar Airways tarafından gerçekleştirildi. Solingen saldırısı, yalnızca 2021’den bu yana Kabil’e ilk doğrudan sınır dışı edilmeyi kamuoyu önünde meşrulaştırma fırsatını sundu.
Başbakan Olaf Scholz, 6 Haziran’daki hükümet açıklamasında “en ciddi suçları” işleyen kişilerin “Suriye ve Afganistan’dan gelseler bile” gelecekte “Sınır dışı edilmeleri” gerektiğini talep ettiğinde, insan hakları örgütleri protesto etmişti. O dönemde Cumhuriyetçi Avukatlar Derneği (RAV), Yeni Hakimler Derneği (NRV), Alman Avukatlar Birliğindeki Göç Hukuku Çalışma Grubu (DAV), Pro Asyl ve federal eyaletlerin mülteci konseyleri ortaklaşa yayımlanan bir bildiride Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. maddesi ile AB Temel Haklar Şartı’nın 4. maddesinin işkenceyi mutlak olarak yasakladığına dikkat çekti. Dolayısıyla açıklamada, “Sınır dışı edilmeden sonra işkence veya insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele veya cezaya maruz kalma riski varsa” hiç kimsenin sınır dışı edilmemesi gerektiği belirtildi. Açıklamada, “İnsan onurunun garantisi, işledikleri suçların ağırlığına bakılmaksızın tüm insanlar için geçerlidir” denildi. Alman Federal Meclisi Araştırma Servisi, Mart 2024’te Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. maddesinin Suriye ve Afganistan’a “Her türlü sınır dışı edilmeye düzenli olarak karşı çıkacağını” açıkça belirtmişti…
Ancak bu, federal hükümetin yeni sınır dışı işlemleri ve dolayısıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin tekrar tekrar ihlal edildiğini duyurmasını engellemiyor. Başbakan Scholz cuma günü “Suçluları da Afganistan’a sınır dışı edeceğiz” dedi. Federal Ekonomi Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Robert Habeck: “Katiller, İslamcılar, tecavüzcüler ve korumamızı kötüye kullanan ciddi suçlular ülkeyi terk etmelidir” görüşünde. Çeşitli federal eyaletlerin hükümetlerinden de daha fazla sınır dışı etme yönünde onay ve çağrılar geldi. Hessen Başbakanı Boris Rhein (CDU) “Burada ciddi suçlar işleyen mülteciler ve yabancılar ülkemizi terk etmelidir” açıklamasında bulunurken, İçişleri Bakanı Roman Poseck yalnızca suçluların sınır dışı edilmesi planını reddetti.
Afganistan’a ve muhtemelen yakında Suriye’ye de sınır dışı edilmelerin başlamasıyla birlikte, Federal Hükümetin temel insan haklarına yönelik yıkımları artmaya devam edecek. Berlin’in AB’nin dış sınırlarında uyguladığı tecrit politikası, yıllardır uluslararası hukuku ihlal eden -bazen ölümle sonuçlanan- geri göndermelerin yanı sıra, büyük bir kısmı ölen insanların çölde terk edilmesini de içeriyordu. Mülteci savunmasındaki gaddarlığa ülke içindeki insan ve sivil haklarında azalma eşlik ediyor. Uluslararası Af Örgütü geçtiğimiz günlerde Almanya Cumhuriyeti’ndeki barışçıl göstericilerin defalarca “damgalandığını, kriminalize edildiğini ve saldırıya uğradığını” belirtti. Çok sayıda ciddi polis şiddeti vakası var ve sivil itaatsizliğe girişen herkes “terörist” veya “yabancı ajan” olarak iftira edilmeyi beklemeli. Ayrıca Alman yetkililerin eylemleri, öncelikle “Arapları ve Müslümanları hedef alan” “kurumsallaşmış ırkçılığı” ortaya koyuyor.
Çeviren: Semra Çelik
Bilim insanları Gazze’deki ölüm ve hastalıkların gerçek ve dehşet verici boyutlarına dikkat çekiyor
Devi SRIDHAR
The Guardian
Ağustos ayında Gazze’de 10 aylık bir bebek çocuk felci nedeniyle kısmen felç oldu ve bu vaka 25 yıldır Gazze’de görülen ilk vakaydı. Felç muhtemelen kalıcı ve çocuk felcinin tedavisi yok. Ciddi bir hastalığı önlemek için güvenli ve etkili bir aşımız var, ancak bölgede devam eden savaş aşılama kampanyalarının durmasına neden oldu. Hastalığın kirli su ve kamplardaki çadırlarda yaşayanları çevreleyen çöpler yoluyla yayıldığı düşünüldüğünde bir çocuk felci salgını kaçınılmaz görünüyor.
Neyse ki BM’nin acil sağlık kampanyası kapsamında çocukların aşılanabilmesi için birbirini takip eden günlerde dokuz saatlik bir dizi ara verilmesi kararlaştırıldı. Bu üç günlük dönemlerin ilki salı günü sona erdi; bir sonraki ise hafta sonuna kadar devam edecek. Ancak çatışmaların tamamen durup durmayacağı büyük bir endişe kaynağı: İsrail güçleri geçmişte hastanelere, okullara, yardım kamyonlarına ve BM çalışanlarına saldırdı. Dünya Gıda Programı gibi BM kuruluşları, İsrail güçlerinin Dünya Gıda Programı işaretli bir kamyona ateş açmasının ardından -araç İsrailli yetkililerden izin almış olsa bile- artık Gazze’ye personel göndermiyor. Kağıt üzerinde bir duraklamayı kabul etmek çok iyi; gerçek test, gerçek hayatta buna uyulup uyulmadığı olacaktır.
Gazze’de çocuk felcinin keşfedilmesi bize savaşın gerçek maliyetini değerlendirmenin giderek zorlaştığını hatırlatıyor…
Lancet tıp dergisi kısa bir süre önce Gazze’deki ölümlere ilişkin, saygın bilim insanlarının tahmin sürecini (benzer çatışmalarla karşılaştırma) ve nihai rakamları özetleyen bir tahmin yayımladı. Tahminlerine göre 2024 yılı haziran ayı ortasına kadar Gazze’deki mevcut çatışmalar nedeniyle toplam 186 bin kişi hayatını kaybetmiş olabilir ki bu da nüfusun yaklaşık yüzde 7.9’una tekabül ediyor. Bu yüksek sayı, son altı ay içinde yapılan çeşitli ateşkes anlaşmalarına rağmen gerçekleşti. Eğer ölümler bu hızla devam ederse (ayda yaklaşık 23 bin), yıl sonuna kadar 149 bin 500 kişi daha ölecektir ki bu da haziran ortasındaki ilk tahminden yaklaşık altı buçuk ay sonra gerçekleşmiş olacak. Bu yöntem kullanıldığında, çatışmanın başlamasından bu yana toplam ölümlerin 335 bin 500 civarında olacağı tahmin edilecektir.
Benzer şekilde, geçen kış diğer çatışma durumlarına bakarak ve uluslararası müdahale olmadan çatışmaların devam etmesi halinde ne kadar ölüm olacağını değerlendirerek kaba bir tahmin yaptım. Aralık 2023’te, tahminim ateşkes olmadan yaklaşık yarım milyon ölümdü. Bu kabaca Lancet’in tahminleriyle örtüşüyor; Lancet çok muhafazakar bir tahmin kullanmış, ancak sayının çok daha yüksek olabileceğini de göz önünde bulundurmuş. Bu aynı zamanda uluslararası toplumun harekete geçmemesi ve yardım ve tıbbi bakım sağlamak için mevcut olan kısa pencerelerden faydalanmaması halinde neler olabileceğini de gösteriyor. Çatışmalara verilen bu çeşitli aralar ve insani yardım müdahaleleri sayesinde çok sayıda kişi kurtarıldı.
Bu rakamlar arasında kaybolmak ve her birinin arkasındaki ismi ve yüzü unutmak kolay. Gazze’deki durum umutsuz gibi görünse de öyle değil. BM’nin Gazze Şeridi’ne erişim girişimleri, çocuk felci aşıları için verilen insani molalar gibi, hayat kurtarıyor. Savaşın dehşeti içinde bile yüz binlerce aile için bir fark yaratıyorlar. Bu siyasi bir argüman ya da tartışma değildir: Bilim insanlarının güvenilir gerçekleri ve verileri ortaya koymak üzere iş birliği yapmaları, Gazze Şeridi’ndeki çatışmada neler olup bittiğini belgelemek açısından çok önemli ve insan yaşamını ve sağlığını korumaya yönelik çözümler için çalışanlara yardımcı olacaktır.
Çeviren: Sarya Tunç
Evrensel / 08.09.24