Salgın süreciyle beraber kapitalizmin işçi sınıfı için neden ölüm anlamına geldiğini çok net bir şekilde gördük. Sermayedarlar için kârlarının, yaşamlarımızdan daha değerli olduğunu da. Üretimin devam etmesi uğruna yaşamlarımız hiçe sayıldı. Bu da yetmezmiş gibi, salgınla beraber yaşadıkları krizin faturasını da bizlere kesmeye daha bugünden başladılar.
AKP iktidarı, salgın günlerinde sermayenin yardımına vakit kaybetmeden koştu. Yardım paketleri ile kapitalistlerin kayıplarını karşıladılar. Vergi indirimleri yaptılar, teşvikler açıkladılar, ertelemeli krediler verdiler... Kısa Çalışma Ödeneği ile bizleri açlığa mahkûm ederken sermayeyi ayakta tuttular. Zaten borç-harç geçinmeye çalışan işçi ve emekçileri ise daha da büyük borçların içerisine sürüklediler.
Bu gerçekler yapılan araştırmalara da yansımış durumda. BİSAM’ın (Birleşik Metal İş Sendikası Araştırma Merkezi) kendi üyesi 948 işçi ile yaptığı araştırma, sendikalı işçilerin durumunu gözler önüne sererken, unutmayalım ki sendikasız işçilerin durumunun daha da kötü olduğu ortadadır.
Borç yiğidin kamçısı değil, zinciridir…
Yapılan araştırmaya göre işçilerin %92’si borçlu durumdadır. İşçilerin %96,5’i de borçların kendilerini zorladığını söylemektedir. İşçilerin %52’si salgın sürecinde gelir kaybına uğramış durumda. Her 4 işçiden birinin de geliri yarıdan fazla azalmış bulunuyor.
Gelir kaybının nedenleri arasında sırasıyla; Kısa Çalışma Ödeneği (%47), aile fertlerinden birinin işsiz kalması (%17) veya ücretsiz izne çıkarılması (9), ek iş yapamama (14), fazla mesai yapamama (%31), ücretsiz izne çıkarılma (%15) yer alıyor.
Bu ne anlama geliyor? Salgın süreci öncesinde zaten işçiler ancak fazla mesailerle, ek iş yaparak geçimini sağlayabiliyordu. Salgın süreci bu durumu çok daha ağırlaştırdı. İkinci olarak, sendikalı işçiler arasında bunun bu kadar derin yaşanıyor olması, işçi sınıfının genel tablosunun daha da vahim olduğunu göstermektedir.
Her iki işçiden birinin borcu artarken, yine her iki işçiden biri faturalarını ödemekte zorlanmaktadır. İşçilerin %13’ü kirasını ödeyememektedir.
Her üç işçiden ikisinin tüketici kredisi borcu, her iki işçiden ikisinin kredi kartı borcu, her üç işçiden birisinin kişisel borcu, her 5 işçiden birinin de konut kredisi borcu olduğunu ortaya koyan araştırma, birçok işçinin birden fazla kredi borcu olduğunu göstermektedir. İşçiler ancak borç-harç ayakta kalmaktadır. Bu işçiler sözleşme süreçlerinde “büyük zaferler” kazanıldığını ilan eden bir sendikanın üyesi işçilerdir.
Söz konusu araştırma, metal işçilerinin ve işçi sınıfının gerçeğini ortaya koyarken, bütün metal işçilerine görev ve sorumluluklarını da hatırlatmaktadır. Sendikaya sadece üye olmanın tek başına bir anlamı olmadığını, gerçek anlamda tabanda örgütlenerek mücadele etmenin zorunluluğunu ortaya koymaktadır.
Onların “normal”i, yaşamın asgarisi, sömürü ve baskının azamisidir
Şimdi “normalleşme” dönemindeyiz. Geçtiğimiz günlerde açıklanan verilere göre yılın ilk çeyreğinde Türkiye ekonomisinin %4,5 büyüdüğü söyleniyor. Bu büyümenin gerisinde yoğun emek sömürüsü olduğu açıktır. Salgın sürecinin ekonomik etkileri ise henüz rakamlara yansımamıştır. Ancak, bu “normalleşme” sürecinde baskı ve sömürünün daha da artacağı, bugüne kadar olduğu gibi bugünden sonra da krizin ve salgının faturasının emekçilere kesileceği açıktır.
Maaşlardan kesilerek oluşturulan fonların sermayeye peşkeş çekilmesinin, krediler ve borçlarla ekonomik krizin ertelenmesi ve piyasanın canlı tutulmasının bir sınırı var. Çok daha büyük bir çöküş kapıdadır ve unutmayalım ki, işçi sınıfı adım atmaz ve harekete geçmezse yaşanacak yıkımın altında kalacak olan bir kez daha işçi ve emekçiler olacak. Bizim üzerimize basarak ayakta kalacak olan ise sermaye olacaktır.
Buna izin vermemek işçi ve emekçilerin elindedir. Yapılması gereken şey, sermayeye krizden çıkış yolu bulmak değil, krizin faturasını ödemeyi reddetmektir. Faturayı gerçek sahiplerine kesmektir.
Unutmayalım ki sermaye, işçilerin hayatlarını yok sayarak büyümektedir. BİSAM tarafından yapılan araştırmalar işçilerin borçlu olduğunu gösterebilir. Bu kapitalizmin gerçeğidir. Ancak, gerçekte işçi sınıfı borçlu değil alacaklıdır. Dünyadaki bütün zenginlikleri yaratanlar olarak, onların ellerinden almamız gereken hayatlarımız ve kazanacağımız bir dünya var. Onlar vermeyecek, biz alacağız!