Çalıştığımız fabrikada plastik enjeksiyon makinelerinde yapılan parçalar, robotlar kullanılarak çıkarılıyor. Robotların bozulması durumunda ya da bozulmasa bile parçası alınmadığı durumlarda “canlı robotlar” yani biz işçiler devreye sokuluruz. Demir çubuklarla çevrili, oldukça tehlikeli enjeksiyon makinesinin içine girmek zorunda bırakılırız. Bu iş kazasına davetiyedir. Ürettiğimiz parçalar işçiden çok değerli görüldüğünden bu konu önemsenmez. Makine kaç saniyede bir parça çıkarıyorsa o kadar saniyede makineye girip çıkarız.
Patronlar her bir parçanın yapılma süresini bozuk çıkmayacak kadar kısa tutarlar. Örneğin bir parça 49. saniyede bozuk çıkıyorsa o parça 50 saniyede çıkarılır. Hedef belli bir kalitede en kısa zamanda, en fazla mal üretmektir.
Üretilen parçalar belli bir zaman diliminin altında bozuk çıkarken ya da makinenin hazırladığı parçaları almak için tasarlanan robotlar bu görevi yerine getiremez, kimi durumlarda bozulurken biz insanlardan hiç bozulmayan bir robot gibi çalışmamız beklenir.
“Canlı robot olmak” iş kazalarına sebebiyetin yanında biz işçileri aşağılayan bir durumdur. Üstelik bir işçi canlı robot olduğunda diğer işçi arkadaşlarımız da aynı duruma düşer. Makineden her elli saniyede çıkan parçaları alıp diğer bir işçi arkadaşımızın önüne getiririz. Bize biçilen canlı robotluk, parçaları önüne yığdığımız işçi arkadaşımızın da aynı tempoda çalışması baskısıyla sürdürülür. Tepemizde kameralar ve “canlı kameralar” olan amirler, bu yoğun çalışma temposunu sürekli tutar. Çalışma hızını düşürmekse göze batmak ve tutanak listelerine eklenmek anlamına gelir. Hem üzerimize aşırı yük biner hem de robot yerine konuluruz. Üstelik, birbirimize baskı yapar hale geliriz.
Çalıştığımız fabrikada durum buyken esas olarak bu düzende işçiye biçilen rol aynıdır ve insan sıfatına uygun değildir. Peki, biz işçilerin çıkarlarına uygun olan nedir? “Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için” olma zorunluluğudur. Bunun için çaba harcamalıyız.
Gebze'den bir petrokimya işçisi