Son kamuoyu yoklamaları AKP-MHP rejimine verilen desteğin giderek azaldığını ortaya koyuyor. Sarayın hizmetindeki anket şirketleri dahi bu gerçeği kabul etmek zorunda kalıyorlar. Sermayenin “demir yumruğu” olduğunu sayısız kez ispatlayan bu çürümüş ve kokuşmuş iktidar, işçilerin ve emekçilerin yaşamında yol açtığı ağır yıkımın sonuçlarını yaşıyor.
Ekonomide yaşanan çöküşe rağmen işgalci heveslerle üç cephede savaş yürüten saray rejimi, beka sorunu şiddetlendikçe, gözü dönmüş bir biçimde saldırıyor. Geçmişte saldırıları zamana yayarak gündeme getirirken, artık birkaç koldan hücum ediyor. Başta işçi sınıfı ve emekçiler olmak üzere toplumun çok değişik kesimlerini hedef alan gerici-faşist iktidar, “ya hep ya hiç” mantığıyla zar atan bir kumarbaza benziyor.
***
Kapitalist sömürü çarklarının sorunsuzca dönebilmesi için 18 yıldır işçi sınıfının kazanılmış haklarına saldıran bu emekçi düşmanları, şimdi de “son vuruş” için hazırlık yapıyorlar. Elde kalan tek kayda değer hak olan kıdem tazminatını ortadan kaldırmak için harekete geçmiş bulunuyorlar.
Kapitalistleri bir an önce bu “yükten” kurtarmak için saldırının startı bizzat AKP şefi Erdoğan tarafından verildi ve rejimin tüm kurumları bu uğurda seferber edildi. Talimatlar doğrultusunda harekete geçen bu kurumlar “sarayın bindirilmiş kıtaları” gibi hareket ediyorlar.
Tüm cephelerde büyük açmazlarla yüz yüze olan bu rejim artık asalak, yağmacı-talancı ve zorba kimliğinin üzerini örtme gereği dahi duymuyor. Sarayın aparatı Hak-İş ile rejimin dalkavuğu Türk-İş ağalarının sızlanmaları bile sarayda zerre kadar yankı yaratmıyor. Öyle ki, gazetecilere mektup yazan Türk-İş ağası Ergün Atalay, iktidar kıdem tazminatını ortadan kaldırmak istiyor, bize yardım edin diye yakarmak zorunda kalabiliyor. Düzenin tam hizmetindeki bir sendika ağasının bile böyle bir mektup yazmak zorunda kalması, AKP-MHP iktidarının bu konuda kolayından geri adım atmayacağına işaret ediyor.
***
İşçi sınıfının haklarını gasp etmek için her türlü pervasızlığı sergileyen bu düzenin siyasi temsilcileri, asalak kapitalistler sınıfının organik bir parçasıdırlar. Bu sınıfın çıkarları doğrultusunda, yalnızca işçi ve emekçilerin değil, her tür hak arama mücadelesinin önünü kesmek için de azgınca saldırıyorlar. Saraya biat etmeyen barolar bu saldırının hedeflerinden biri haline gelirken, sosyal medyayı yasaklayacak adımlar atılıyor. Yine bu süreçte Libya’da dahil olunan kirli savaş daha da derinleştirilirken, Suriye topraklarının işgali sürdürülüyor. Kürt hareketine saldırmak için Irak’ın kara ve hava sınırları pervasızca ihlal ediliyor.
Her geçen gün büyüyen faturası işçi ve emekçilere kesilen bu yayılmacı politika elbette kapitalistlerin çıkarlarına hizmet ediyor. Ancak kitle desteği giderek eriyen AKP-MHP gericiliği aynı zamanda bu hamlelerle ömrünü uzatabilmeyi umuyor. Bu nedenle savaş batağının içine daha çok dalıyor.
Baroların dağıtılması için girişilen kaba saldırının yanı sıra sosyal medyanın hedef alınması, iktidarın en basit demokratik hak ve özgürlüklere dahi tahammül edemeyecek duruma düştüğünü gösteriyor. Saraydan beslenen yandaş medya ordusunun toplumun çoğunluğu nezdinde inandırıcılığı kalmadığı için, insanlar gerçeği sosyal medyada arıyor, biriken öfke ve tepkilerini buradan ortaya koyuyorlar. Bu ise AKP-MHP gericiliğinin uykularını kaçırıyor.
Saldırıların kapsamının bu denli geniş olması ve pervasızlıkta sınır tanınmaması, sermaye iktidarına karşı dışa vuran öfkenin daha da derinleşmesine yol açmaktadır. Bundan dolayıdır ki, dinci-faşist zihniyeti kamçının zoruyla topluma dayatmak iktidarın birinci gündemi haline gelmiştir. Bu öfkenin uygun bir kanalda birleşip akabilmesi için ise işçi sınıfının rolünü oynaması gerekmektedir.
***
Dinci-faşist rejimin bu denli zorbalaşması, daha kuralsız ve daha vahşi bir sömürüyü hayata geçirebilmek, buna karşı büyüyecek mücadeleyi boğabilmek içindir. Kriz koşulları emekçilerin yaşam ve çalışma koşullarını daha da ağırlaştıracak, açlığı, sefaleti, yoksulluğu ve işsizliği daha da derinleştirecektir. Buna karşı büyüyecek olan ve bugünden anket sonuçlarına yansıyan tepkilerin mücadele kanallarına akmasının önüne geçmenin tek yolu baskı ve terörü daha da tırmandırarak faşist rejimi tahkim etmektir. Dinci-faşist iktidarın tüm cephelerde yaşadığı açmazlar başka bir çıkış yoluna imkan vermemektedir.
Ardı arkası kesilmeyecek olan saldırıları püskürtebilmek, krizin yanı sıra pandemi ve yayılmacı heveslerin her geçen gün büyüttüğü faturayı ödememek için, sadece sınıfa dönük saldırılara değil, işgal savaşlarına karşı çıkmak, sosyal medyayı kapatma hamlesine karşı durmak, direnen barolarla dayanışma için olmak, Kürt halkının kazanımlarının meşruluğunu savunmak da işçi sınıfının temel gündemleri olmalıdır. Zira toplumun geniş kesimlerini hedefleyen bu saldırılar birbirini tamamlayacak şekilde planlanmıştır. Ve tek bir merkezden, AKP-MHP koalisyonunun saray rejimi tarafından yönetilmektedir.
İşçi sınıfı, kıdem tazminatının gaspı dahil tüm bu saldırılara karşı örgütlü, bilinçli ve kararlı bir direniş sergilemeden bu gözü dönmüş rejime geri adım attırmayı başaramaz. Fabrikalardan başlayarak örgütlenmek, kölelik dayatmalarının karşısına birleşik bir güç olarak dikilmek dışında bir çıkış yolu yoktur. İşçi sınıfı bu yolu tuttuğunda, toplumun diğer muhalif kesimlerinin desteğini almakta güçlük çekmeyecek, daha güçlü bir direniş cephesi örülebilecektir.