“…Mayıs seçimlerini izleyen günlerde ‘devrimci’ olanı bir kez daha keşfedenler, bunu aradan daha birkaç ay ancak geçmişken yeniden unutmaya başladılar bile. Halen gündemlerinin ilk sırasında yerel seçimlere odaklanmak var. Genel seçimlerde sergilenen parlamenter budalalık, şimdilerde yerini yerel seçimler üzerinden ‘sosyalist belediyecilik’ ya da ‘belediye sosyalizmi’ne bırakmıştır. Ve bu tam da Mayıs 2023 seçimleri sonrasında, kitlelerin seçimlere ve parlamentoya bağladığı umutlarda çok büyük bir kırılmanın yaşandığı, dolayısıyla sınıf mücadelesinin gerçek alanına geçmek için uygun koşulların oluştuğu bir evrede yaşanmaktadır.” (TKİP VII. Kongresi Bildirgesi, Kasım 2023)
31 Mart yerel seçimlerine günler kala sermaye partilerinin tümü entrikalar çevirmek, kumpaslar kurmak, milyon dolarları bulan rüşvetler dağıtmak gibi kirli işler çevirmekle itham ediliyor. Rakibinin açığını bulan ise insani en küçük bir etik değer gözetmeden her türlü kirli silahı devreye sokuyor. Müflis tüccarlar gibi her gün TV kanallarında saatlerce süren tartışımalar eşliğinde birbirinin kirli çamaşırlarını pazara sermek için mesai harcıyorlar. Bu konuda önlerine çıkan en küçük bir fırsatı dahi kaçırmıyorlar.
Emek sömürüsünün üzerinde kurulu olan kapitalist düzen ve temsilcilerinin içinde debelendikleri pislik çukuru seçim dönemlerinde daha da derinleşmektedir. Dolaysıyla buradan aylardır sağa/sola taşan pislik, toplumun bütün kesimlerini etkisi altına alarak şu veya bu ölçüde meşgul ediyor. Çirkin, bel altı vuran kasetler, milyon dolarlarla anılan kirli rüşvet pazarlıkları, gizli çekilmiş yazılı ve görsel belgeler adeta havada uçuşuyor. Tüm seçim dönemlerinde çokça kullanılan bu türden rezil ilişkiler ağını bu yerel seçimlerde daha berbat örnekler üzerinden görüyoruz.
***
Seçim tartışmalarıyla zaman tüketilirken milyonlarca işçi ve emekçi ağır sömürü koşulları altında, yoksulluk ve sefalet içinde yaşam mücadelesi veriyor. Yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı karşısında milyonların nefesi tükenirken çöplerden yiyecek toplayanların sayısı ise günden güne artıyor. Genç kuşakların geleceksizliğe mahkûm edilmesi kitlesel bir umut kırılması yaratıyor. Hal böyle olunca azımsanmayacak sayıda genç ülkeden çıkmanın yollarını arıyor. Sorunlar bu kadar derinleşmişken reformist sol, kitleleri örgütleyip harekete geçirmek yerine, içi boş hayallere dayalı seçim hesapları yapıyor. Rezaletlere yenilerini eklemekten başka bir sonuç yaratmayan tartışmalarla zamanı heder ediyor. Çeteleşmiş, gerici-faşist AKP-MHP rejiminin dizayn ettiği siyaset sahasında oyun çevirdiğini sananlar, emekçilerin bir kesiminin Erdoğan-Bahçeli ikilisine oy vermesini anlamakta güçlük çekebiliyorlar.
Parlamentarizmle kafayı bozanlar, kirli seçim ittifak ve pazarlıklarından zaman bulup ciddi toplumsal sorunlar üzerine düşünecek “zaman bulamıyorlar.” Keza milyonlarca işçi ve emekçi fabrikalarda kapitalistler tarafından işten atılma korkusuyla kölece çalışma koşullarına mahkum edilmeye öfke duyar, buna karşı mücadele isteği ile öncüler ararken, sandığa odaklananların fabrikalara gitmek gibi bir gündemleri bile yok. Sömürgeci sermaye devletinin yıllardır “vatanın bölünmez bütünlüğü” adı altında Kürt halkına düşmanlık üzerinden yürüttüğü şoven-ırkçı kampanyalar ve kirli savaşın yarattığı kafa karışıklığını gidermek için fiili-meşru sosyal mücadeleyi örmek de akıllarının ucundan geçmiyor. Seçim hezimetlerinden sonra yapılan tartışmalarda bu yönde birtakım tespitler yapılsa da seçim sathına girince bu “kıymetli tespitler” berhava oluyor.
Son süreçte en çok yaptıkları şey TV kanallarında boy göstermek, işçi ve emekçilerin kurtuluşu için seçimlere girdiklerini iddia etmek, “kurtuluş reçetesi” olan “projeleri” anlatıp “kitleleri bilinçlendirmek” oldu. Ekranların onlara cömertçe açılması da dikkat çekicidir.
***
12 Eylül 1980 yenilgisinden sonra bir dönem devrimci duruş sergileyen küçük-burjuva halkçı akımlar, bazı istisnalar dışında 2000’li yıllardan sonra reformist-parlamenterist çizgiye kayamaya başladılar. Esas yaptıkları şey ise Kürt hareketinin bu alanda yarattığı mevzilerden, tabir uygunsa "pay almak" oldu. Kürt hareketi ile yaptıkları bazı ittifaklar sayesinde parlamentoda hem koltuk sahibi olabildiler hem de düzenin içine boylu boyunca uzanıp yer edindiler. Yıllardan beri bu zeminde dolanıyor, burada nefes alıp veriyorlar. Bu ortamın kurallarına göre konuşup düşünüyorlar. Yabancısı oldukları bazı yeni alışkanlıkları bu zeminde kazandılar.
Geçmişte aldıkları sol ve devrimci kültür, bir süre düzenin kurumlarının kurallarıyla hareket etmeyi zorlaştırdı. Ancak bu geçici bir sancıydı. Tabir uygunsa yeni koşullara uyum sağlamanın sancıları idi. Bu zeminde kaldıkça, bu zeminde tutunmayı bir var oluş biçimi haline getirdikçe o sancılar atlatıldı. Bu ise boylu boyunca düzenin icazet alanına hapsolmak anlamına geliyor. Derler ya “bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim.” Gelinen yerde reformist sol bütünüyle burjuva siyaset dünyası ve kültürü içindedir. Bir dönem öncesine kadar devrimci zeminde tutunmaya çalışan bazı akımlar dahil, parlamenter zemine demir atanlar için bu durum “olağan” hale gelmiştir.
***
Vurgulamak gerekiyor ki, düzenin siyaset kurallarına en hızlı uyum sağlayan Türkiye İşçi Partisi (TİP) oldu. 14 Mayıs 2023 seçimlerinde “bize 20 milletvekili verin memleketi kurtaralım” demeye gelen nutuklar atma noktasına vardırdılar işi. Dinci-faşist bir rejimin iş başında olduğu bir ülkede bunu söylemek “her babayiğidin harcı değil.” Genel seçimlerde sergilenen bu hafiflik, yerel seçimlerde akıl dışı boyutlara vardırıldı. Bunun en vahim örneklerini Hatay’da sergiliyorlar.
TİP yöneticilerinin eseri olan "Gökhan Zan olayı" günlerdir burjuva siyasetin gündemine malzeme oluşturdu. Özellikle düzen solu ve reformist çevrelerde hararetli tartışmalara neden bu olayı herkes, kendi sınıfsal konum ve dünya görüşü üzerinden ele alıyor.
TİP, Mayıs 2023 genel seçimlerde HDP ile girdiği ittifakta sorunlar yaşayınca hızla karar alarak kendi adaylarıyla seçimlere girdi. Fakat bu öylesine bir girişti ki, düzen muhalefeti içinde hiç kimse bu hıza yetişemiyordu. Genel Başkan Erkan Baş’a tüm TV kanalları ekranlarını cömertçe açıyorlardı. Onun görüşlerine "değer verip" alan açıyorlardı. Zira Mayıs seçimleriyle birlikte, Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanlığı ile parlamento çoğunluğunu kazanacağı, Erdoğan’ı ve cumhur ittifakını alaşağı edeceği ve demokratik cumhuriyetin kuruluş sürecinin başlayacağına kesin gözle bakan "bilge kişiler" arasında Erkan Baş da vardı.
İşi öyle temelsiz saçmalıklara vardırdı ki, TİP’in seçimlerde %3 oy alması durumunda “polis, sokakta hak arayan işçilere ya da kampüslerde özgürlük isteyen gençlere cop sallayıp tazyikli su sıkamayacaktı.” Oysa harcanan tüm çabalara rağmen TİP’ten Hatay milletvekili seçilen Can Atalay’ı zindandan çıkarmak bile mümkün olmadığı gibi, dinci-faşist rejim “yüce meclise” gelip yemin etmesi ve tekrar cezaevine gönderilmesine bile izin vermedi.
Seçimlere bağlanan hayaller çökünce, kendilerine oy veren işçi ve emekçilerin hayal kırıklıklarını gidermeye yönelik “mücadele salt seçim ve parlamentoya dayalı değil. Bundan sonra sokaklara inip mücadeleyi oralarda sürdüreceğiz” diye söz verdiler. Elbette bu söz de havada kaldı. Zira parlamentoya endekslenen bir anlayışın mücadeleyi sokaklara taşıması kolay değil. Hele Türkiye gibi meşru hak arama eylemlerinin kaba polis şiddetiyle karşılandığı bir ülkede.
***
31 Mart yerel seçimleri için aday belirlerken düzen soluyla flört eden TİP, CHP’nin Hatay’da halkın “deprem suçlusu” kabul ettiği Lütfü Savaş’ı aday göstermesi üzerinde sıkıntıya düştü. Lütfü Savaş’tan başka birinin aday gösterilmesi koşuluyla TİP, CHP ile ittifak yapmaya hazırdı. Bu mümkün olmayınca Gökhan Zan’ı Hatay Büyükşehir belediye başkan adayı gösterdi. TİP’in çizgisine uzak bir olmasına rağmen Zan’ın aday gösterilmesi, popüler bir isim olmasından kaynaklanıyor. Düzen partilerinin taktiğinden medet uman TİP tersi bir durumla karşılaştı, hem parti tartışmalı duruma düştü hem yaygın istifalar gerçekleşti.
TİP şefleri iyi bir iş yapmadıklarının farkına vardılar ama olan olmuştu. Gökhan Zan’a ait olduğu iddia edilen (kendisi bunun yalandı) ses kayıtları piyasaya sürülünce TİP, Zan’ı adaylıktan geri çektiğini ilan etti. Zan ise halen aday olduğunu, kendisine kumpas kurulduğunu, bunu yapanlar hakkında dava açacağını ilan etti. Olaya neresinden bakılırsa bakılsın baştan sona tam bir rezaletler silsilesi…
Konu, sadece iktidar ve muhalefet çevrelerinde hararetle tartışılıyor olmasından dolayı önem arz etmiyor. Daha da beteri, gericilerin bu olayı devrimci ve reformist kanatlarıyla sola saldırmak için bir fırsat olarak değerlendirmeleridir. Gökhan Zan’ın, bazı yerel sermaye gruplarının TİP’in seçim çalışmalarına destek sağladıkları iddiaları ise işin tuzu biberi oldu.
Bu vesileyle belirtmek gerekiyor ki, TİP’ in söylem düzeyinde sosyalizm ve işçi partisi olama iddası havada kaldı. Görüldüğü üzere bütün gövdesi ve kafasıyla burjuva parlamentarizminin içinde kendi yerini bulmuş, kurulu düzene yerleşmiş, düzen soluyla iç içe geçmiştir. Kendi üyesi dahi olmayan, sadece popülaritesinden faydalanmak için bir futbol insanıyla iş tutarken, devrim ve sosyalizm için mücadele ettiğini iddia eden bir işçi partisi olabiliri mi?
Türkiye'nin yüz yıllık sol ve devrimci hareket tarihinde devlet, ilerici-devrimci güçlere çeşitli sıfatlar takarak saldırmıştır. Ancak bunun rüşvet ya da akçeli işler üzerinde yapıldığına pek tanık olunmamıştır. Düzenin seçim oyunlarına angaje olmak, düzen kurumlarını çözüm platformu olarak sunmak, düzenin “siyaset ahlakı” ile iş yapmak gibi icraatlar haliyle bu tür rezaletlere de kapı aralıyor.
***
Youtube kanalında Armağan Çağlayan’la konuşan Erkan Baş seçim çalışmalarını anlatırken “temiz siyaset”, “dürüst politikacılar”, “şeffaf ve ilkeli ilişkiler” üzerine iddialı vurgular yapıyor. Oysa Gökhan Zan’ın aday gösterilmesi konusundaki sorular karşısında yelkenleri indiriyor. Zan’ın daha önce İYİ Parti’den aday olması konusuna değinen Çağlayan, “…Gökhan size gelip ben sizinle çalışmak istiyorum demedi, siz ona gittiniz” hatırlatması karşısında Erkan Baş’ın coşku ve heyecanının balon gibi sönmesi meselenin netameli olduğunu gözler önüne serdi.
Bu arada Erkan Baş hem kendisinin hem partisinin emek dostu ve ilkeli siyaset yaptığını sık sık dile getiriyor. Oysa Gebze Belediye Başkan adayı sıfatıyla yaptığı ilk işlerden biri Türk Metal’i ziyaret edip Pevrul Kavlak için başsağlığı dilemek oldu. Belirtmek gerekiyor ki, Gebzeli işçiler TM’yi de uzun süre bu ihanet çetesinin reisliğini yapan Pevrul Kavlak’ı da iyi tanırlar. Çünkü Kavlak, ömrünü MESS kapitalistlerinin metal işçileri içindeki Truva atı olarak geçirmiş ve tamamlamıştır.
Başkan adayı Baş’ın Gebze’deki bir diğer vukuatı ise, bir kapitalist tarafından işçilere takdim edilme "talihsizliği" oldu.
Sonuç olarak… Milyonlarca işçi ve emekçinin politikaya duyarlılığının arttığı seçim süreçlerinde reformist akımlar sınıf çelişiklerini bir yana bırakıyor devrimci değerler üzerinde pervasızca tepinebiliyorlar. Bunu yaparak düzenin efendilerinden bir tür siyaset icazeti devşiriyorlar. Ancak bu karşılıklı alışveriş hem siyasi hem ahlaki açıdan çürütücüdür.
Emperyalist kapitalist sistemin dünyada emekçileri kriz, silahlanma, militarizm, savaş sarmalı içinde sıkıştırdığı, ülke içinde ise emekçilere düşman azgın bir rejimin işbaşında olduğu koşullarda samimi ilerici-devrimcilerin yapmaları gereken şey kokuşmuş bir düzenin kurumlarını çözüm platformu gösterip kitleleri sahte vaatlerle aldatmak olamaz. Samimi devrimcilerin yapması gereken şeyler farklıdır:
“Siyasal sonuçları üzerinden baktığımızda, seçimlerin kendisi değil fakat hemen sonrası önemlidir. Zira sonuç ne olursa olsun, ağırlaşan ekonomik ve mali krizin faturası, gündeme getirilecek daha kapsamlı saldırılarla işçi sınıfına ve emekçilere ödettirilecektir. Kuşkusuz bu halen de yapılmaktadır. Fakat gündemdeki seçimler nedeniyle seçmen desteği kaygısı iktidarı bu konuda belli ölçülerde sınırlamaktadır. Seçimlerin ardından kendisi payına bu handikap ortadan kalkmış olacaktır.
Bu durumda gündemdeki öncelikli devrimci görev, seçimlere değil fakat bu saldırıyı karşılamaya kilitlenmektir. Bizzat seçim atmosferinden de bu doğrultuda yararlanmak, işçileri ve emekçileri seçim sonrasında onları bekleyen büyük yıkım saldırısına karşı direnmeye hazırlamaktır. Bu ise eldeki tüm güç ve imkanları, semtler üzerinden seçim sandığındaki sözde başarı için değil, fakat sanayi havzaları, fabrikalar ve işletmeler üzerinden mücadelenin geliştirilmesi ve örgütlenmesi doğrultusunda seferber etmeyi gerektirir…” (“Yerel seçimler ve sol” EKİM TKİP MYO Şubat 2024)