Yerel seçimlerin üzerinden üç hafta geçti. Seçim sonuçlarının yankıları devam etse de olayların hızlı aktığı bu süreçte farklı gündemler öne çıkmaya başladı. Zira artık her kesimin “işine bakmaya” başladığı bir süreçteyiz. 1 Mayıs’a hazırlıklarının yoğunlaştığı bu günlerde sınıfa gitmenin, alanlara güçlü bir çıkış yapmanın kaygı ve çabası öne çıkıyor. Tam bu noktada solun yerel seçim sürecinde izlediği politikayı sınıf mücadelesiyle bağı üzerinden ele almak günün sorumluluk ve önceliklerine çubuk bükmek bağlamında önem taşıyor.
Burada izlenen seçim politikasını, parlamenterizm üzerinden yayılan sahte hayallere, “belediye sosyalizmi”, “komünist belediyecilik” üzerine edilen cafcaflı sözlere çok girmeyeceğiz. Bu konuda sorunun özünü ortaya koyan kapsamlı değerlendirmeler yapıldı. Konuya ilgi duyanlar güncel olan şu iki metne bakabilirler:
-Yerel seçimler ve sol / Ekim, Sayı: 332, Şubat 2024)
-Yerel seçimler ve sonrası / Ekim, Sayı: 333, Nisan 2024
***
Taktik politika kapsamında olan genel ya da yerel seçimler için yürütülen çalışmaların öncelikleri, şiarları, araçları ve hedef kitlesi, meselenin hangi stratejik bağlamda ele alındığı hakkında da fikir verir. Devrimci seçim çalışmasının mahiyeti, nasıl ele alındığı birçok vesile ile dile getirilmiştir:
“Seçimlerden devrimci politik amaçlarla yararlanmak ile kapitalist düzenin temel gerçeklerini unutarak reformist boş hayaller yaymak temelden farklı şeylerdir. Devrimciler yerel seçimlere, kurulu düzen tabanı üzerinde tümüyle farklı bir yerel yönetim deneyimi ile sorunları çözebileceklerini iddia etmek için değil, fakat tam da bunun bu düzenin temelleri korundukça neden yapılamayacağını anlatmak üzere katılırlar… (31 Mart yerel seçimleri üzerine, Ekim, Sayı: 316, 2 Nisan 2019)
Devrimci seçim çalışması, doğrudan sınıf mücadelesi ekseninde ele alındığından hedef kitlesi de öncelikle işçi sınıfıdır. Sınıf eksenli çalışma, seçim atmosferinin yarattığı genel politizasyonu devrimci şiarları geniş kitlelere taşımanın önünde bir engel değil elbet. İlki eksen olsa da ikincisi birincisini tamamlayan, onu pekiştiren bir rol oynar. Çalışma ancak bu bağlamda ele alındığında, politik mesajlara açık olan işçi sınıfı ve emekçilere şiarlarını taşıyabilir ve devrimci bir sınıf hareketi yaratma mücadelesine katkı sunabilir.
***
Seçim politikası sandığa ve oy devşirmeye endeksli olduğunda ise sınıfa gitme, sınıf mücadelesini geliştirme, sınıf nezdinde kapitalist düzen ve onun siyasi biçimi olan sermaye iktidarını teşhir etme bakışı/çabası kategorik olarak dışlanmış oluyor. Zira bu yöntem, oy devşirme hesaplarına zarar verir. Düzenin kurumları üzerinden vaatler verilmeye başlandığı, bunun için oy istendiği, düzenin seçimler için belirlediği “oyunun kurallarına” riayet ederek pazarlıklar başladığı yerde sınıf mücadelesinden pek söz edilmez. O zemine kayan siyasal akımların devrimcilik/komünistlik iddiası ise temelsiz, samimiyetsizlik kokan bir söylemin ötesine geçmez.
Seçim politikası bu zemin üzerine inşa edildiğinde, politik mesajlara açık hale gelen emekçileri geliştirecek bir şey yapılamadığı gibi, düzen kurumlarına dayalı temelsiz hayaller yayılması, düzeni kitleler nezdinde meşrulaştıran bir rol oynamaktadır. Zira düzenin şu veya bu kurumu üzerinden vaatlerde bulunanlar, objektif olarak kitlelerin düzenle bağını güçlendiren işler yapmış oluyorlar. Kitlelere bu mesajları/vaatleri verenler devrimci, komünist, sosyalist olduklarını iddia etseler de düzenle ideolojik, politik ve ruhsal bağlarını adım adım güçlendirmektedirler.
“Sosyalist/komünist belediyecilik” gibi uçuk laflar bir kenara bırakılırsa, verdikleri vaatleri çalıp/çırpma hesapları yapmayan “dürüst” bir düzen politikacısı da yerine getirebilir. Bunun örnekleri de yok değil. Kapitalist özel mülkiyete, üretim ve bölüşüm ilişkilerine dokunmadan yapılacak bir takım altyapı çalışmaları ya da sosyal faaliyetler kurulu düzeni çok da rahatsız etmez. Ancak bir yerel yönetim, kurulu düzeni rahatsız eden bir şey yaptığında kayyım atamak sıradan bir olaydır. Nitekim dinci-faşist rejim, Kürt halkına düşmanlık histerisinden dolayı önceki seçimlerde HDP’nin kazandığı belediyelerin yaklaşık %90’ına kayyım atamaktan çekinmemiş, kimi başkanları ise zindana atmıştır.
***
Kendini sınıf mücadelesinden uzak tutanlar, işçi sınıfı hareketi ve kitlelerin fiili-meşru mücadelesinden bağımsız olarak birtakım pazarlıklar ve ilke yoksunu ittifaklarla bir yere varabiliyorlar mı? 31 Mart seçimlerinden çıkan sonuçlar, cevabın koca bir “hayır” olduğunu bir kez daha gösterdi. “Komünist belediyecilik”, “belediye sosyalizmi”, “halkın iktidarı” gibi laflar edenler ülke genelinde sadece bir kaç ilçe kazanabildiler. “Komünist belediyeciliğin kalesi” diye takdim edilen Dersim’de ise 8 içlenin altısını CHP ile AKP paylaştı. Reformist solun tek adayla çıkması durumunda rahat kazanabileceği Defne’yi de CHP kazandı. Çok sayıda rezalet içeren anlamsız çekişmelerin ardından üç adayla seçimlere giren reformist sol, fiilen CHP’ye çalıştı.
İki ilçenin ve bir-iki beldenin kazanılmasının sola/sosyalizme kazandırdığı bir şey mi oldu? Dersim’de, Samandağ’da belediye kazanmak, Defne’de yüksek oy almak büyük bir marifet mi? Buralar zaten 1970’li yılların devrimci yükselişinden miras kalan sol birikimin olduğu yerler. Tabir uygunsa “herkesin solcu olduğu” yerler. Dolayısıyla aylara yayılan, büyük iddialara konu olan, temelsiz, iç boş vaatlerin havada uçuştuğu, pek masraf ve enerjinin harcandığı bir sürecin ardından sol/sosyalizm adına taş üstüne taş konamamıştır. Kitlelerin mücadelesinden, toplumsal hareketten bağımsız bir oy avcılığının varıp varacağı yer burasıdır.
***
Seçim atmosferine bir kere girdikten sonra, bir tür realiteden kopuş hali yaşanıyor. Sandıklar kapanınca gerçeklerle yüzleşme ve hayal kırıklığı, matem havası ortalığı kaplıyor. Sandığa endekslenmek kolay coşkuya yol açtığı gibi, hızlı moral çöküntüye de yol açıyor. Çöküntü sonrası süreçte yapılan kimi analizler “nihayet hatanın farkına varıldı” izlenimi veriyor ancak:
“Solun geniş kesimleri Mayıs 2023 seçimlerinde tüm umutlarını düzen muhalefetinin seçim başarısına bağladılar. Bu umutların boşa çıkmasının hemen ardından ise, çözüm ve çıkışın parlamentoda değil fakat kitlelerin örgütlü mücadelesinde olduğu gerçeğini, neredeyse görüş birliği halinde dile getirdiler. Bu her seçim döneminde reformist solun standartlaşmış davranış biçimidir. Seçimleri önceleyen süreçte kendini parlamenter alana endekslemek, seçimleri izleyen günlerde ise en basit gerçekleri yeniden keşfetmek. Elbette yeni bir seçim öncesinde bir kez daha unutmak üzere!” (Yerel seçimler ve sol / Ekim, Sayı: 332, Şubat 2024)
***
Bu defaki seçim sonuçları öncekilerden farklı etkiler yarattı. Reformist solun tablosu -kendi ölçülerine göre- tam bir “başarısızlık” iken, düzen “solunun” aldığı sonuçlar “umut verici bir başarı” havası yarattı. Kuşkusuz ki, seçim sonuçları bağlamında oluşan siyasi tablo bir önem taşıyor. Keza, bir kabus gibi ülkenin üzerine çöken dinci-faşist rejimin kitleler nezdinde bir meşruiyetinin olmadığı ortaya çıktı. Kitleler pasif de olsa tepkisini sandıkta ortaya koydu. Bunu önemsemek, hesaba katmak gerekiyor. Van’da kayyım darbesi girişiminin fiili-meşru mücadele ile püskürtülmesinde bu yeni atmosferin payı var. Ancak bunun bir rehavete yol açmaması için özen göstermek büyük bir önem taşıyor. Zira işçi sınıfının öğütlü mücadelesi ve toplumsal muhalefet gelişmeden NATO’cu/IMF’ci rejimin hiçbir saldırısı püskürtülemez.
Seçim hezimetinin yarattığı handikaplara rağmen rejim ekonomik, sosyal, siyasal yıkım saldırılarını uygulamak için elinden geleni yapacaktır. Nitekim ilk adımları atmış bulunuyor. Bu nedenle 1 Mayıs’a hazırlık sürecinde ve 1 Mayıs alanlarından başlayarak saldırıları püskürtmeyi esas alan sınıf eksenli bir çalışmaya odaklanmak gerekiyor. Toplumsal mücadelenin geliştirilmesi konusunda samimi olan ilerici-devrimci güçlerin kaygısı ve önceliği bu olmalıdır.