Türkiye yeni bir seçim atmosferine girmiş bulunuyor. 31 Mart’ta yapılacak belediye seçimleri için iktidarı ve muhalefetiyle tüm taraflar hummalı bir şekilde hazırlık yapıyor. Birkez daha ortalık yine toz duman.
AKP-MHP etrafında oluşturulan dinci-faşist cumhur ittifakının 14-28 Mayıs genel seçimlerini bin bir hile ve manipülasyonla kazanması, kendisine geçici de olsa nefes aldırttı. Ancak emekçileri boğucu bir yoksulluğa iten rejimin seçimler konusunda rahat olduğu da söylenemez.
Dinci-faşist iktidar bloğu her zaman olduğu gibi bu seçimde de “terör ve güvenlik” söylemini öne çıkararak sonuç almaya çalışacak. Geçen seçimlerde istediği sonucu alamayan CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu etrafında toplanan millet ittifakı ise, seçimlerin üzerinden 24 saat geçmeden utanç verici bir şekilde dağılıp çökmüştü. Bu arada düzen solu ve “muhalefeti” o günden beri “kim kime nerede nasıl kazık atmış, ne tür kumpaslar kurmuş” türünden sorunlarla uğraşıp duruyor.
Sömürgeci sermaye düzenin ve devletinin tescilli ve sadık uşağı olan düzen muhalefeti ve düzen solu, geçen seçimlerde yapılan bütün çirkin pazarlık ve hamasete dayalı yalan ve palavralarının aynısını utanç verici bir pişkinlikle, önümüzdeki 31 Mart yerel seçimleri üzerinden de sergiliyorlar.
Gelinen yerde durum öyle bir hale bürünmüş ki, sermayenin siyaset sahnesinin her tarafında oluk oluk irin ve pislik akıyor. Bu pislikte debelenen binlerce aday o kadar dibe gömülmüşler ki, bütün insani değerleri bir tarafa bırakarak yalanlar havuzunda yüzüyorlar. Utanmadan “tek dertlerinin vatana millete hizmet etmek olduğunu” papağanlar gibi tekrarlayıp duruyorlar.
Güya militanı oldukları partileri onları aday göstermeyince, anında ya istifa ediyorlar ya da parti rozetini çıkartmadan başka partilerle pazarlık yapıyorlar. Düne kadar hakkında söylenmedik laf bırakmadıkları partilerle her türlü kirli pazarlık ilişkileri içine rahatlıkla girebiliyorlar. Bu ahlaksızlığı büyük bir meziyetmiş gibi rejimin TV kanallarına çıkıp utanmadan da savunuyorlar.
***
Yıllardan beri uyguladığı ekonomik, sosyal, siyasal yıkım politikalarıyla on milyonlarca emekçiyi derin bir sefaletin içine iten AKP-MHP koalisyonu iğrenç bir pişkinlikle oy talep ediyor. Geniş emekçi kesimlerin sorunlarıyla ilgilenmeyen düzen muhalefetinin saflarında bulunan binlerce siyaset bezirgânı ise belediyelerde bir koltuk daha fazla kazanmak adına “vatan”, “millet”, “bayrak” gibi ırkçı ritüellerle iktidarla yarışa giriyorlar.
Bu siyaset simsarları birbirlerine yaptıkları onca hakarete, girdikleri kirli pazarlıklara rağmen (ayak oyunları ve ahlaksız siyaset yapma biçimleri farklı olsa da), sıra Kürt halkı ve onu temsil eden kurum ve kişilere gelince aynı ırkçı-şoven dili konuşurlar. Bunun yeni ve son örneğini CHP gurup başkanı ve Afyon Belediyesi başkan adayı Burcu Köksal’ın DEM Partiye yönelik ayrımcı ve ırkçı söylemlerinde gördük ve görüyoruz.
Öncesi bir yana, Mayıs 2023 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde DEM Parti Kemal Kılıçdaroğlu’na destek vermişken, o gidip Zafer Partisi’nin şefi Ümit Özdağ gibi azgın bir ırkçı ile pazarlık masası kurdu. Yıllardır toplumu zapturapt altında tutup nefes aldırmayan, en ufak bir hareketi polis terörüyle sindirmeye çalışan dinci-faşist iktidara karşı ciddi manada en ufak bir muhalefet örgütlemeyen CHP, Burcu Köksal gibi süprüntülere mevki veriyor. Onlar da fırsatını bulup, yeri ve zamanı gelince Kürt halkı ve onun temsilcilerine karşı meydanlarda ırkçı-faşist histeriyi körükleme konusunda Bahçeli - Erdoğan ikilisiyle yarışa giriyor.
CHP Gurup Başkanı ve Afyon Belediyesi başkan adayı Burcu Köksal, Afyon mitinginde yaptığı konuşmada, Erdoğan’ın histerik bir şekilde hedef aldığı DEM Parti’yle yan yana olmadığını göstermek için şunları söyledi:
“Eğer ben belediye başkanı seçilirsem DEM Partisi hariç, öteki tüm partilere kapım sonuna kadar açık olacaktır.”
Bu şoven-ırkçı söylem, günlerdir siyasetin öne çıkan gündemleri arasında yer alıyor. Meselenin üzerine atlayan düzenin bütün tarafları, yaptıkları hararetli tartışmalarda sahtekarlıkla şoven-ırkçılık arasında salınıp durdular.
Hazır seçim çalışmaları içine girilmişken, kimi faşist parti ve guruplar ırkçılıkta iman tazeleyip zehir kusarak Burcu Köksal’a destek verirken, diğer bazılarıysa bunun DEM Parti’ye karşı haksızlık olduğunu söyleyip Kürtlere şirin görünüp oy almak hesabıyla iki yüzlü tutumlar sergilediler.
Burcu Köksal’ın ırkçı söylemi CHP de de doğal olarak hararetli tartışmalara neden oldu. İlk anda Genel Başkan Özgür Özel ile CHP çizgisindeki bazı yazarlar ve televizyon kanalları, bunun bir “dil sürçmesi” olduğunu ifade ettiler. Olayı basitleştirip topluma yansıtmaya çalıştılar, ancak Burcu Köksal şoven-ırkçı söylemini pervasızca savundu. Bunun üzerine Köksal’ın söylemlerinin kimden gelirse gelsin ayrımcı ve ırkçı olduğunu dile getirmek durumunda kaldılar. En “sert” tepkiyi İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu verdi. Zira onun tıpkı 2019 seçimlerinde olduğu gibi bugün de şiddetle İstanbul’daki Kürt oylarına ihtiyacı var. İmamoğlu ve ekibinin, Burcu Köksal’ın ismini vermeden “Bu tür ayrımcı ve ırkçı söylemlerde bulunanlar ya kendine başka bir iş ya da başka bir parti bulsunlar” şeklindeki sert ifadeleri, tamamıyla bu ihtiyacın ürünüdür.
CHP li Burcu Köksal’ın bu çıkışı, 31 Mart yerel seçimlerinde kendi adaylarına zarar vereceği endişesiyle, düzen solu saflarında panik ve tedirginlik yaratmış görünüyor. Kuşkusuz ki bu endişe ve tedirginlik, CHP’deki ırkçıların varlığından değil, bu tiplerin sergilediği küstahlığın seçimlerde yaratabileceği oy kaybından kaynaklanıyor. Zira DEM Parti seçmenlerinin bazı illerde (İstanbul, Adana, Mersin vb.) CHP adaylarına verecekleri destek kritik bir önem taşıyor.
Olayı basitleştirip “münferit” diye sunmaları bu kaygılardan kaynaklanmaktadır. Oysa olay Kürt sorununun yansıması olarak, Türkiye’nin ve dünyanın gündemine giren koca bir ulusun kendi kaderini belirleme hakkının inkârıyla bağlantılıdır. Yüzbinlerce Kürdün yerinden yurdundan sökülüp atılması sorunudur. Binlerce kişinin işkence ve katliamlardan geçirilmesi, Mecliste siyaset yapan Kürt hareketinin kadrolarının zindanlarda çürütülmesi sorunudur. Sorun Kürt halkının diline, kültürüne, sanatına, sanatçısına, müziğine, müzisyenine vurulan zincirdedir. Dolayısıyla sorunun kökleri 100 yıllık geçmişi olan Türkiye Cumhuriyeti’nin ırkçı-inkarcı felsefesi ve politikalarında bulunmaktadır.
İşte Burcu Köksal, Tanju Özcan gibileri o verimli topraktan ve zeminden beslenip çoğalıyorlar. Gelinen nokta kendi dışındaki herkesi yok sayan dinci-ırkçı, yobaz-faşist bir iktidar biçimiyle karşı karşıyayız. Dolaysıyla sorun ancak sermayenin ırkçı-faşist biçim almış bu egemenliğinin toplumsal bir proleter devrimle yıkılması ve her iki ulus ile öteki halkların gönüllü birliği ve eşitliğine dayalı sosyalist bir cumhuriyetin kurulmasıyla gerçek çözüme kavuşturulabilir.