Mayıs 2023 cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinden on ay sonra gerçekleştirilen 31 Mart yerel seçimlerinde dinci-faşist AKP-MHP ittifakı büyük bir yenilgiye uğradı. Devletin kurumlarına, medyaya ve sermayeye hükmetmesine, hile/hurda konusunda ise onlarca yıllık deneyime sahip olmasına rağmen AKP, 22 yıl sonra ikinci parti durumuna düşürüldü.
AKP, on yıllardan beri hükmettiği il ve ilçe belediyelerinin çoğunluğunu CHP’ye kaptırdı. Öte yandan CHP ise İstanbul, Ankara, İzmir başta olmak üzere büyük şehirlerin ve ilçelerinin çoğunu, diğer kentlerin bir kısmını ve çok sayıda ilçeyi kazanarak birinci parti oldu. Bu tablo 22 yılık Tayyip Erdoğan-AKP saltanatını bir daha doğrulmamak üzere sarsmış bulunuyor.
Kürdistan’da birinci parti konumunu koruyan DEM Parti, kayyum atanan tüm belediyeleri saray rejiminden geri aldı. Van’da denenen “kayyum darbesi” ise Kürt halkının direnişi ve ilerici-devrimci güçlerin dayanışmasıyla püskürtüldü. Buna karşın genel oy oranında yaşanan düşüşten dolayı üçüncü parti konumunu dinci-gerici Yeniden Refah Partisi’ne (YRP) kaptırdı. Irkçı hezeyanda saray rejimiyle yarışa girişen Meral Akşener’in İYİ Parti’si de bir hezimete uğradı. Ciddiye alınacak bir varlık göstermeyen bu ırkçı parti bir tabela partisine dönüşerek miadını doldurmuş görünüyor.
Hummalı bir seçim çalışması ile 31 Mart yerel seçimlerine hazırlanan, hemen tüm kanatlarıyla reformist solun “belediye sosyalizmi” iddiası da çökmüş görünüyor. Uçuk açıklamaların, temelsiz iddiaların sonucu hüsran oldu. Reformistler iki ilçe kazanabildi, Samandağ’ı TİP adayı, Hozat’ı SOL Parti adayı kazandı.
***
CHP’nin “zaferiyle” sonuçlanan seçim sonuçlarının bu düzeyde olacağına kimse ihtimal vermiyordu, bunlara CHP yöneticileri de dahil. Dolaysıyla sonuçlar, düzen siyasetinin bir kesimi tarafından büyük bir süpriz olarak değerlendiriliyor. Düzen solunun kimi isimleri ise bunu Erdoğan rejimine karşı, yıllardır toplumda biriken öfke ve tepkinin patlaması olarak değerlendirip, “Cumhuriyetçilerin zaferi” diye sunuyorlar. Saray rejimine karşı büyük bir öfkenin biriktiği kesin olmakla birlikte, cumhuriyetçilerin zafer kazandıklarına dair bir veri görünmüyor. Düzen solunu temsil eden CHP adına bir başarı var, ancak bunun nedeni bu partinin “cumhuriyetçi” olması değil, halkın boğazını sıkan kokuşmuş saraya rejimine karşı biriken tepkinin sandıklara yansımasıdır.
Türk sermeye devletinin sabıkalı, hile/hurda ile lekeli seçim süreçlerine rağmen dinci-faşist koalisyonun 31 Mart’ta hezimete uğraması, baskılardan bıkan işçi ve emekçilerin rahat bir soluk almasını sağladı. Kitlelere dayatılan “Erdoğan karşısında hiçbir şey yapılamaz” safsatası kırılmıştır. Türkiye’de toplumsal muhalefet 31 Mart yerel seçim sonuçlarıyla birlikte üstün bir moral kazanarak yeni bir döneme girme şansı yakalamış bulunuyor. Saray rejiminin Van’da seçimi açık bir farkla kazanan DEM Parti adayına karşı “kayyum darbesi” yapma girişiminin halkın direnişiyle püskürtülmesi bunun ilk işareti sayılabilir.
***
Sömürgeci sermaye iktidarı 22 yıldan beri işleri dinci-faşist biçim altında yürütüyordu. Bu rejim 7 Haziran 2015 seçimlerinde ilk hezimeti yaşamış, ancak kan dökerek yoluna devam etmişti. Bu defaki yenilginin ağılığı ise AKP şefi Tayyip Erdoğan’ın kimyasını alt üst etmiştir. Saray rejimi ve tepesinde oturan Erdoğan’ın elinde kaba şiddet araçları dışında oyun çevirebilecek araçları kalmamıştır. Hezimeti hafifletmek için her yola baş vurabilir. Ancak ne yaparsa yapsın, bu rejim toplumun geniş kesimleri nezdinde meşruiyetini yitirmiş, miadını doldurmuş bulunuyor. “Kemer sıkma” politikalarını “boğaz sıkma” boyutuna taşımak için 31 Mart’ın geçmesini bekliyordu. Sosyal saldırıyı derinleştiren icraatlara zaman kaybetmeden başlamak zorunda. Bu ise kitlelerdeki öfkenin daha da artmasına neden olacaktır.
***
Kimi kent ve ilçelerde itirazlar olsa da genel hatlarıyla seçimler geride kaldı. Sermaye sınıfı “topal ördek” durumuna düşmüş olsa da saray rejimiyle sosyal yıkım saldırılarına devam edecek. Düzen muhalefetinin bu saldırılara nasıl tepki vereceğini ise önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ancak düzenin temsilcileri arasında belli anlaşmazlıklar olsa da sermayeye hizmet konusunda aynı safta duracaklarından kuşku duymak için bir neden bulunmuyor. Hal böyleyken düzenin farklı güçleri arasındaki çelişkilere bel bağlamak, bunlardan medet ummak elbette devrimcilerin işi olamaz. Tersine, sermaye sınıfı ile onu temsil eden saray rejiminin saldırılarına karşı örgütlü mücadelenin önemini özel bir şekilde öne çıkartmak gerekiyor. Dolaysıyla önümüzdeki süreçte sınıf mücadelesinin seyrini belirleyecek olan temel sorun, devrimci bir sınıf hareketinin yaratılması ve buradan çıkacak enerjiyi devrimci hedef ve amaçlar için en etkili şekilde seferber etmek olacaktır.