Sedat Peker’in itiraflarıyla başlayan devlet içindeki çatışmaların hangi şiddetle devam edeceği ve nereye evrileceği bilinmese de alevin yükseleceği ve AKP-MHP rejiminin merkezine doğru ilerleyeceği muhtemel görünüyor. Peker’in ifşalarında, iktidarın merkezinde, zirvesinde ve etekleri altında bulunan, ağır suçların örgütleyicisi ve uygulayıcısı kişiler, dün Peker’in aynı lağım çukurunda, aynı karanlık delhizlerde aynı suçları birlikte örgütleyip, işlediği kişilerdir. Dolayısıyla Peker’in amacı cinayetlerin ve pisliklerin açığa çıkması, “adaletin yerini bulması” değil, kenara itilmenin de verdiği acıyla konuşarak, sürmekte olan güç kavgasında umduğu çıkarı ve hedeflediği sonucu elde etmektir.
Peker, Mehmet Ağar ve Soylu başta olmak üzere “derin devletçiler”in suçlarını saçarken, devleti aklamaya özel bir dikkat gösteriyor. Döne döne “devletin kutsallığı”ndan ve “temiz ruhu”ndan söz ediyor, onu her şeyin üstünde tutuyor. Kendisini ve kendisine benzeyenleri de bu “kutsal devlet”in “delileri, fedaileri ve serdengeçtileri” ilan ediyor. Ama daha düne kadar aynı ağır suçları ve cinayetleri birlikte işledikleri Mehmet Ağarlar, Korkut Ekenler, Engin Alanlar, Alaattin Çakıcılar, Abdullah Çatlılar, Veli Küçükler, Yeşiller, katil polis şefleri ve generaller de Peker’e göre “bu vatanın delileri, fedaileri, serdengeçtileri” idiler. “Devlet adına kurşun atan ve kurşun yiyen şerefli” kişilerdi. Bu şahsiyetlerin toplamı devletin bizzat kendisi, onların kirli, kanlı ve karanlık ruhları da bu “kutsal devletin” ruhudur. Abileri ve ablaları da Çillerler, Demireller, Ecevitler, Erbakanlardı. Şimdi de Erdoğan’dır.
“Kutsal devlet”in dümeninde oturan Erdoğan, dudak uçuklatan yolsuzlukların ve hırsızlıkların, kara para aklamaların ve “vergi cennetlerine” servet kaçırmaların, emekçi halka kan kusturan çıplak devlet terörünün timsali ve temsilcisi olmasına, ağır suçlarını ve cinayetlerini ifşa ettiği Ağarlar ve Soylular’la kol kola olmasına rağmen, hala da Peker’in temiz “abisidir”. Peker’in ifşa ettiği suçlar karşısında başta “Tayyip abi”si olmak üzere “kutsal devlet”in “etkili ve yetkili” şahsiyetleri haftalarca sustuktan sonra konuşmaya başladılar. MHP lideri Bahçeli “Konu devletin saygınlığı ve bekasıdır” vurgusu eşliğinde suçun merkezinde yer alanlardan biri olan Soylu’ya ve Binali Yıldırım’ın oğluna cepheden sahip çıktı. Hiç kimsenin İçişleri Bakanı’nın boynuna tasma geçiremeyeceğini söyleyen Bahçeli, Soylu üzerinden saldırının Türkiye’ye yapıldığını ileri sürdü. Yalaka Perinçek aynısını yineledi.
Erdoğan ise Rize’de provokasyon girişimiyle karşılaşan Meral Akşener’e “Bu daha bir, daha neler olacak neler. Daha dur bakalım, bunlar iyi günler” tehtitleri eşliğinde Bahçeli ve Perinçek’in ağzından çıkanları tekrarladı. Cumhurbaşkanı sıfatıyla Erdoğan’nın, bir muhalefet parti lideri olan Meral Akşener’i, “Gelin Hanım, dua et ki Rize’de çok ileriye gitmeden ders verdiler. Bunlar iyi günler, daha neler olacak neler!” diye tehdit etmesi, bu devletin tepeden başlayarak nasıl çeteleşip suç örgütüne dönüştüğünün resmidir. Erdoğan cumhurbaşkanı elbisesini çıkararak bir mafya babası ve çete reisi gibi konuşuyor. Devletin derinliklerinde birikmiş pislikleri ve işlenen cinayetleri örtmek için çırpınıyor. Bunun için de muhalefete bir çete reisi edasıyla tehditler savuruyor. Böylece Erdoğan ve Bahçeli şahsındaki devlet, devletin bir aygıtını yok edeceğini ve en büyük çetenin kendileri olduğunu ilan etmiş oldu. Bunun ardından kavganın hangi biçimler içinde süreceği, ilerleyen günlerde açıklık kazanacak. Ama Peker’in “abisi” ve “reisinin”, onlar şahsında “kutsal devletin” aldığı tutum Peker’i çileden çıkarmış görünüyor.
Burjuva devlet, en büyük suç, şiddet ve cinayet örgütüdür
Burjuvazinin devleti her şeyi ile burjuvazinin hizmetindedir. Burjuvazi denilen asalak sınıf ise bugünün dünyasındaki en büyük hırsız, rüşvetçi, yağmacı, soyguncu ve zorba sınıftır. Dolayısıyla onların devleti de onların suç ve eğemenlik organıdır. Bu organ, “bir sınıfın bir başka sınıf üzerindeki baskı organıdır. Bu baskıyı yasallaştırıp pekiştiren bir düzenin kurulmasıdır.” Kapitalistlerin düzeninin bekçisi olan kapitalist devlet, ücretli emeğin sermaye tarafından sömürülmesinin aracıdır. En büyük şiddet ve suç aygıtıdır. Dünyadaki en büyük suçların, cinayetlerin ve katliamların sahibi olan mülk sahibi sınıfların özel bir iktidar örgütüdür.
Devlet ortaya çıktığından itibaren her zaman ve her koşul altında egemen sınıfın, ezilen ve sömürülen sınıflara karşı kullandığı bir terör ve şiddet aygıtı olarak işlev gördü. Duruma göre bir terör, zulüm ve katliam makinası olarak çalıştı. Türkiye örneğinde görüldüğü gibi kontrgerillanın, mafyanın, “organize suç örgütlerinin” ve çetelerin devletin resmi organları olarak çalışması ihtiyaç haline geldi. Bir zor ve suç örgütü olarak devlet, sadece sürekli olarak teröre başvurmakla yetinmemekte, aynı zamanda sürekli olarak suç da işlemektedir. Zira bir avuç asalağın servetine servet katması için toplumun ezici bölümünün mülksüzleştirilmesi, yoksunluğa, yoksulluğa ve açlığa mahkum edilmesi, sınırsız bir yağma ve sömürünün gerçekleşmesi gerekiyor. Bunun kendisi insanlığa karşı büyük bir suçtur. Bu ağır suçlar, burjuvazinin elinde bir iktidar ve şiddet aracı olan devlet sayesinde işlenebilmektedir. Devlet, asalakların daha çok semirmesi için onların insanlığa karşı işlediği suçlara bekçilik yapmakta, bu suça karşı mücadele etmek isteyenlere karşı ise dozu duruma göre ayarlanan bir şiddet ve terör uygulamaktadır.
Uygulanan terör ise hep “teröre karşı mücadele”, “düzeni, huzuru, halkın can ve mal güvenliğini koruma”, “demokrasiye ve özgürlüklere sahip çıkma” adınadır. Burada sözü edilen düzen kapitalistlerin düzeni, sözü edilen özgürlükler ise kapitalistlerin çalıp çırpma, yağma ve talan etme, insafsız bir sömürüyü sürdürme özgürlüğüdür. Suçla, suç örgütleriyle mücadele dedikleri iş, temelde tüm bunlara karşı mücadele edenlerin terörle bastırılmasıdır. Bunların karşısına sermaye sınıfının aracı olan devletin polisiyle, jandarmasıyla, hapishanesiyle, mahkemeleriyle, cinayet ve işkencesiyle çıkmaktır. “Suç örgütleriyle mücadele” dedikleri ise “büyük abi”lerin büyük rant, soygun ve hırsızlık alanına giren, maraz çıkaran “ayak takımlarının” tasfiye edilmesidir.
Tekelci sermayenin yağma ve sömürüsü bir tarafa, Peker’in “abisi” Erdoğan, kendisi ve ailesi için hazineyi boşaltırken, ülkenin varını yoğunu yağmaya-talana açarken, çalıp çırparken, kara para aklarken, “vergi cennetleri”ne servet kaçırırken “saygın” Cumhurbaşkanıdır. Bunlara karşı çıkanlar ise “terörist, bölücü, vatan düşmanı”dır. Sermaye sınıfının dümenini elinde bulunduran Erdoğan iktidarının biricik amacı, kapitalist sınıfın servetine servet katmanın önündeki engelleri ortadan kaldırarak, onlar için sömürü cenneti yaratmaktır. Bunu yaparken de kendisi, ailesi, akraba ve yandaşlarını en kirli yol ve yöntemlerle servete boğmaktır.
Tüm bunlar göstermektedir ki bakanlarıyla, milletvekilleriyle, vakıf adı altındaki vurgun ve soygun çeteleriyle, ekonomik, sosyal, siyasi, kültürel alanlara “çökmesiyle”, tarikat ve cemaatler ordusuyla, polisi, ordusu, yargısı ve medyasıyla Türkiye’deki en büyük organize suç ve cinayet örgütüdür, AKP ve onun iktidarı. İktidarda kalmak için hangi yol ve yöntemlere başvurduğunu, şimdiye kadarki icraatları üzerinden olduğu gibi, Akşener’e karşı savurduğu ve böylece çete başı olduğunu da kanıtladığı tehtidlerle de göstermektedir. Bu yol ve yöntem, devletin kendisi olan Ağarların, Korkut Ekenlerin, Çakıcıların, Soyluların, özcesi kontrgerilla ve ülkücü mafya çetelerinin yol ve yöntemidir. Dolayısıyla bu tek adam iktidarı, en büyük suç örgütüdür, başındaki(ler) de en büyük suç çetesidir. Her türlü ağır suçların, kirin, kanın ve karanlık işlerin merkezinde bulunanların, “suç şebekelerine” karşı mücadele etmesi mümkün olamaz.
“Kapitalizm yasal mafya, mafya da yasa dışı kapitalizmdir”
“Kapital iktidarda kaldıkça, değil yalnız toprak, değil yalnız insan emeği, değil yalnız insan kişiliği, değil yalnız vicdan, değil yalnız aşk, değil yalnız bilim, her şey, her şey kaçınılmaz olarak alınıp satılacaktır.”
Bugünün Türkiye’sindeki düzen ve devlet gerçeğine bakıldığında en yalın ve en tiksindirici haliyle görülen temel gerçek tamı tamına budur. Kapitalizm öylesine bir pislik sistemdir ki, dünyada metalaştırmadığı hiçbir şey bırakmıyor. Her şeyi alışveriş nesnesine dönüştürüyor. Bu zemin üzerinde her türlü pislik, irin, kan, suç, mafyalaşma ve çeteleşme boy veriyor. Kapitalizmin egemen bir toplumsal sistem haline gelme süreci, “tepeden tırnağa her gözeneğinden kan ve pislik damlayarak” gerçekleşmişti. Geldiği buğünkü aşamada da her gözeneğinden kan ve pislik damlıyor. Dolayısıyla insanı da insanlıktan çıkardığı gibi, her türlü pisliğin ürediği bataklık oluyor.
Varlığını insanlığa ve doğaya karşı suç işlemeye, emeğin azgın sömürüsüne, yağmaya, talana ve yolsuzluğa, rüşvete, hırsızlığa ve ahlaksızlığa, baskı ve şiddete borçlu olan bir sınıfın, sermaye sınıfının kendi varlık nedenine karşı mücadele etmesi söz konusu olamaz. Türkiye’de ise bütünüyle mafyalaşmış ve çeteleşmiş bir devlet söz konusudur. O yüzdendir ki bu ülkede yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet, uyuşturucu ve silah ticareti, gasp vb. yüceltiliyor. Cinayetler ve işkenceler ise bu pisliklerin gerçekleşmesi için “bayrak, ezan ve vatan” adına başarılı icraatlar olarak ambalajlanıp sunuluyor.
Etkili yetkili politikacıların, bakan ve başbakanların, milletvekillerinin, polis şefleri ve genarellerin, onların aile, akraba ve dostlarının onmilyarlarca-yüzmilyarlarca doları bulan servetlere nasıl sahip oldukları ve bu servetlerini nasıl katladıkları Peker’in sınırlı itirafları üzerinden de görülmektedir. Devletin zirvesindekiler için, “etkili ve yetkili” şahsiyetler için “Çalıyor ama iş de yapıyor” ya da “Devletin malı deniz, yemeyen domuz” lafları hırsızlığın, çalıp çırpmanın, yağma ve yolsuzluğun, mafyalaşıp çeteleşmenin adeta toplumda olağanlaşıp meşrulaştığını göstermektedir. Bu da bu toplumda her türlü moral değerlerin çöktüğüne işaret etmektedir. Çürüyen devlet ve düzen kendisiyle beraber toplumu da çürütmüş bulunuyor.
Özcesi, her türlü pisliği üreten bataklık Türkiye’nin kapitalist sistemidir. Çeteleşen ve mafyalaşan da bu sistemin egemen sınıfının baskı ve şiddet aracı olan devletin bizzat kendisidir.