Devrimci inisiyatifin, pratiğin ve etkili ajitasyonun önemi

Susurluk'u yeniden hatırlatan Peker skandalının çeteleşmiş-mafyalaşmış devlete ilişkin açığa çıkardığı gerçekler, bir biçimde Susurluk gibi bir "suçüstü" yakalanma durumudur. Bunun toplumda sarsıntı yarattığı, işçi ve emekçi kitleler içinde zaten var olan öfke ve tepkileri büyüttüğü, onları sorgulamalara yönelttiği kesindir. Dolayısıyla işçi ve emekçiler politik gelişmelere daha ilgili ve devrimci propagandaya daha açık hale gelmektedirler.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 22 Mayıs 2021
  • 19:45

Envai çeşit skandalların birbirini izlediği Türkiye’nin gündemine, son olarak Sedat Peker’in bomba etkisi yaratan itiraf videoları düştü. Burjuva siyaset dünyası, iktidar ve Türkiye toplumu haftalardır Peker’in ortaya saçtığı türlü rezilliklerle çalkalanıyor. Bakanlardan parti başkanlarına ve yöneticilerine, milletvekillerinden iş insanlarına, medya patronlarından gazetecilere, polis şeflerinden jandarmaya, vakıflardan kurumlara, bunların eş, dost ve akrabalarına kadar hepsinin kontrgerilla, mafya ve suç çeteleriyle iç içe olduğu bir kez daha gözler önüne serildi. Görüldü ki hepsi de kirli, kanlı, karanlık ilişkilerin ya doğrudan parçasıdır ya da bizzat organizatörleridir. Pisliğe ve kana bulaşmayan düzen kurumu yok gibidir.

Öncesi bir yana, 1990’lardan itibaren devletteki mafyalaşma ve çeteleşme gerçeği, “Susurluk kazası” ile ortalığa saçılmış, tüm çıplaklığıyla açığa çıkmıştı. Kaza, “siyasetçi-polis-mafya” bileşiminde ifadesini bulan türlü pisliğin geniş kitleler tarafından görülmesine ek bir boyut kazandırmıştı. Sonraki süreçte düzen ve devlet “aklansa” da daha büyük pislikler üretecek olan bataklık yerli yerinde duruyordu. Kendisi de bu bataklığın içinde yetişen Peker’in itiraf videolarıyla bu gerçek yeniden tescil edilmiştir. Faili meçhul cinayetler, katliamlar, zorbalıkla insan kaçırıp kaybettirmeler, mallara “çökmeler”, gasp etmeler, şantajlar, rüşvet, çek-senet tahsilatı, kumar, uyuşturucu ve silah tüccarlığı, cinayet ve tecavüz gibi vakalar on yıllardan beridir Türkiye’nin devlet ve düzen gerçeğidir. Devrimcilerin döne döne dile getirdiği bu gerçekler, Sedat Peker tarafından sınırlı biçimde de olsa ifşa ediliyor.

Susurluk skandalının yanı sıra AKP iktidarı boyunca yaşananların ve Peker itiraflarının da gösterdiği gibi söz konusu olan, “mafya ve çetelerin devlete sızması” değil, bizzat devletin mafyalaşıp çeteleşmesidir. Dolayısıyla Peker’in itirafları üzerinden izlemekte olduğumuz lağım patlaması, Türkiye’deki kapitalist düzenin ve onun temsilcisi olan burjuva sınıfın, bu sınıf adına dümeni elinde tutan AKP-MHP iktidarının kokuşmuşluğuna ve çeteleşmesine ayna tutmaktadır. Çürüyen, Türkiye’nin kapitalist düzeni ve onun egemen sınıfı olan burjuvazidir. Çeteleşip mafyalaşan ise bu sınıfın baskı ve şiddet aracı olan devletidir. Çürüme ve çeteleşme en rezil, en ahlaksız ve utanç verici biçimler içinde kendini göstermekte ve lağım pisliği olarak sokağa taşmaktadır.

İt dalaşı ve güç kavgası üzerinden yansıyanlar

Devletin kilit yerlerini tutan, bazıları da devletin derinliklerinde ve zirvelerinde yer alan suç, mafya ve kontrgerilla çeteleri kendi aralarında çıkar-rant ve güç kavgasına tutuşmuş bulunuyorlar. Yaşananlar, mafya ve çeteler arasındaki hesaplaşmadan ziyade, doğrudan iktidarın kendi içindeki güç ve rekabet kavgasının bir yansıması olarak görülüyor. İt dalaşının ürünü olarak az bir kısmı ortaya saçılan kir, kan ve irin, isyan ettirici ve mide bulandırıcıdır. Ama rezalet, sahnelenenin çok ötesindedir. Kapitalist düzenin kokuşması ve devletin mafyalaşıp çeteleşmesi bağlamında açığa çıkanlar buz dağının görünen kısmıdır.

Peker’in ifşaatları karşısında Erdoğan ve Bahçeli başta olmak üzere devlet erkanı örtülü kimi mırıldamaların dışında suskunluğa gömülmüş durumda. Muhtemelen onlar da bu “dizi”nin nasıl seyredeceğini, daha nelerin sahneleneceğini ve nasıl sonuçlanacağını, bilinmeyen ama atılan bir dizi adım eşliğinde merakla izlemektedirler. Ama zaten meşruiyeti sorgulanan, geniş kitleler tarafından hırsızlık ve yolsuzlukla anılan AKP ve kurduğu rejim, Peker’in “dizisi” ile büyük bir politik ve moral darbe almış oldu. İtibarı, meşruiyeti ve inandırıcılığı ağır şekilde sarsıldı. İtiraflarla ortaya saçılan pislik, kitlelerdeki öfke birikimine yeni boyutlar kazandırdı vb. Devletin ve düzenin, tüm bu gelişmeler karşısında “devleti çetelerden arındırma” adı altında faturayı kimi çetelere ödeterek, her zaman gibi kendini aklama yoluna gideceği bilinmektedir. Sermaye düzeni açısından, geniş işçi ve emekçi kitlelerin duygu ve düşünce dünyasında oluşan devletteki çeteleşme olgusunu “silmenin”, yaratılan tahribatı gidermenin başka da yolu bulunmamaktadır.

Ortalığa saçılan pislikler, Türkiye kapitalizminin çok boyutlu en ağır krizini yaşadığı ve AKP iktidarının her alanda zayıflayıp sıkıştığı, çaresizlikle yüz yüze kaldığı, bunaltıcı skandalların birbirini izlediği bir dönemde gündeme geldi. Dolaysıyla Peker itirafları, iktidara sadece ağır bir darbe olmadı, ama aynı zamanda onun zayıflığını ve çaresizliğini derinleştiren bir etkene de dönüştü. Öte yandan Peker’in itirafları devam etmekte ve daha nelerin ortalığa saçılacağı ise bilinmemektedir. Bunun için “Peker dizisi”ndeki gelişmelere bağlı olarak olayların devlet cephesindeki çelişki ve çatışmaları büyüteceği de olasıdır. Bunun da geniş kitleler üzerinde daha sarsıcı ve uyarıcı etkide bulunması, dolayısıyla da emekçi kitlelerin politik duyarlılıklarını ve mücadele dinamiklerini harekete geçirebilmesi muhtemeldir.

Sınıfı devrimcileştirmek, güne yüklenmek ve sokağı etkin kullanmak

Günümüz Türkiye’sinde işçi ve emekçiler, kadınlar ve gençler, toplumun ezilen ve sömürülen öteki kesimleri, “Artık yeter!” diye tepki gösterdikleri işsizliğin, yoksulluk ve açlığın, eşitsizliklerin giderek büyüdüğü katlanılmaz yaşam koşulları içinde bulunuyorlar ve adete burunlarından soluyorlar. Peker’in itiraflarında da görüldüğü gibi, düzenin tüm kurumlarını içine çeken çürüme ve kokuşmanın, çeteleşme ve mafyalaşmanın, her türlü kirli ve kanlı suçun bu denli açık ve pervasızca yaşanması, düzenin ve devletin gerçek yüzünün geniş kitleler tarafından görülmesini kolaylaştıracaktır. İşçi sınıfı ve emekçi kitlelerin öfke ve isyan duygusuna, mücadele isteğine yeni boyutlar kazandıracak, sosyal patlama dinamiklerini daha da besleyecektir. Onların mücadele sahnesine çıkmasına ek itilimler sağlayacaktır.

Bütün bunlar gelip şurada düğümlenmektedir: İşçi sınıfına ve emekçi kitlelere yönelik devrimci propaganda ve çalışmanın çok daha güçlü karşılık bulacağı bir dönemin içindeyiz. Susurluk’u yeniden hatırlatan Peker skandalının çeteleşmiş-mafyalaşmış devlete ilişkin açığa çıkardığı gerçekler, bir biçimde Susurluk gibi bir “suçüstü” yakalanma durumudur. Bunun toplumda sarsıntı yarattığı, işçi ve emekçi kitleler içinde zaten var olan öfke ve tepkileri büyüttüğü, onları sorgulamalara yönelttiği kesindir. Dolayısıyla işçi ve emekçiler politik gelişmelere daha ilgili ve devrimci propagandaya daha açık hale gelmektedirler. Bu durumda oluşmuş bulunan uygun fırsatları, düzeni ve devleti en geniş kitleler nezdinde, çarpıcı yol, yöntem ve araçlarla en somut, en canlı ve en enerjik biçimde teşhir etmek, bunun üzerinden kitleleri mücadeleye kazanmak sorumluluğu devrimci güçleri beklemektedir.

Devrimci-ilerici güçler, dönemin sağladığı imkanları, kitleleri devrimci mücadeleye çekmenin ve doğru hedeflere yönlendirmenin bir olanağı olarak değerlendirmek zorundadırlar. İşçi sınıfının örgütsüzlüğüne, dağınıklığına ve çaresizliğine yanıt olmak, döne döne sokaklara ve alanlara çıkan kadınların ve geleceksizliğe mahkum edilen gençlerin, ezilen öteki toplumsal kesimlerin çıkış arayışını ve mücadele isteğini kucaklayıp önüne düşmek, günün tayin edici sorunu ve görevidir. Bu da her yol, yöntem ve araçla, çarpıcı şiarlarla ve somut güncel politik taleplerle sınıf ve kitlelerin önüne militanca çıkmak, sınıf ve kitle hareketinin gelişimini kolaylaştırıp hızlandırma azami çaba ve inisiyatifini göstermek demektir. Bu, ilerici-devrimci güçleri olanaklı her durumda birlikte davranmayı zorunluluk haline getirmekle birlikte, bağımsız devrimci faaliyeti esas almayı gerektirmektedir.

Devrimci mücadeleyi geliştirmek açısında Türkiye’nin bugünkü elverişli atmosferi içinde sınıf ve kitle hareketindeki gerilik ve devrimci önderlik boşluğu dönemin en temel zaafı ve zayıflığıdır. Bu tablo, tüm arayış ve mücadele isteklerine rağmen işçi ve emekçileri umutsuzluğa ve güçsüzlük ruh haline mahkum eden temel etkenlerden, sermaye iktidarı için ise egemenliğini sürdürmenin temel olanaklarından biridir. Dolayısıyla dönem, önemli olmakla birlikte tek başına tahliller ve değerlendirmeler yapma dönemi değil. Dönem, daha çok devrimci tahlil ve değerlendirmelerde devrimci görevleri somutlamak için sonuçlar çıkarmak ve bunun pratik gereklerini yerine getirmek dönemidir. Elbette ki bunun öncelikli alanı işçi sınıfını devrimcileştirmektir.

Çünkü bu iktidar bir sınıfın, burjuvazinin iktidarıdır ve gözlerimizin önünde açık-seçik duran her türlü pisliğin kaynağı da bizzat bu sınıfın kendisidir. Bu sınıfın karşısına onun anti-tezi olan işçi sınıfı çıkarılamadığı ve iktidar mücadelesi alanına çekilmediği sürece, sermaye devleti ortaya saçılan pisliklerinin üzerini örtmekte ve kendisini aklamakta güçlük çekmeyeceği gibi egemenliğini daha da güçlendirme imkanı bulacaktır. Dolayısıyla toplumdaki tüm ezilen kesimlerin mücadelesine önderlik edebilme yeteneğine sahip olan işçi sınıfını devrimcileştirmek, geleceği kazanmanın ve önderlik ihtiyacını yanıtlamanın biricik yoludur. Sermaye düzeninin bu denli çürüyüp kokuştuğu, devletin bu denli çeteleşip mafyalaştığı, sayısız sosyal sorunun dağ gibi büyüdüğü, emekçilerin büyük yıkım ve acılarla yüz yüze kaldığı bugünkü Türkiye’de, bu sınıfı devrimcileştirmek, her zamankinden daha çok olanaklıdır.