Çürümüş düzene-çeteleşmiş devlete karşı birleşik mücadele!

Baskıya, sömürüye, kirli savaş politikalarına, çürümüş düzen çeteleşmiş devlet gerçeğine karşı mücadeleyi ileriye taşımak isteyen devrimci ve ilerici güçler, işçi ve emekçileri bu mücadeleye kazanmak için etkili ve ısrarlı bir çaba ortaya koymalı, bir odak olarak hareket etmeyi başarabilmelidir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 13 Haziran 2021
  • 08:00

Bünyesinde derinleşen güç mücadeleleri nedeniyle ipliği pazara çıkan AKP-MHP iktidarı, çareyi içerde baskı ve zorbalığı tırmandırmakta, dışarıda ise emperyalist güçlere koşulsuz hizmet ederek desteklerini almakta arıyor.

Uzun bir dönemdir pandemi ve ekonomik krizin derinleştirdiği çok yönlü sorunlar karşısında köşeye sıkışan gerici-faşist iktidar, her tarafından dökülen sömürü düzenini yönetmekte gelinen yerde büyük bir zorlanma yaşıyor. Bunlara Peker videolarıyla hız kazanan gerici iktidar ve rant kavgalarının ağırlığı da eklenmiş bulunuyor.

Krizin ve pandeminin yıkıma uğrattığı, yoksulluğun pençesinde yaşam mücadelesi veren işçi ve emekçilerin tepki ve hoşnutsuzluğu ise her geçen gün artıyor. Bugün kendisini eylemli tepkiler üzerinden ortaya koymasa da toplum çapında artan öfke AKP-MHP iktidar bloğunu fazlasıyla korkutuyor. Bu nedenle gemi azıya almış şekilde başta ilerici ve devrimci güçler olmak üzere muhalif olan her kesime pervasızca saldırıyor. Geçtiğimiz hafta içerisinde çeteleşmiş-mafyalaşmış devlet gerçeğine karşı yapılan eylemlerde estirilen polis terörü, Ahmet Şık’ı hedef alan linç kampanyası ve tehditler, söz konusu saldırganlığın güncel örnekleri oldu. Sermaye devleti, ilerici-muhalif kesimleri hedef alan saldırı ve tehditler üzerinden tüm topluma mesaj veriyor. Daha önce de bizzat rejimin başı Erdoğan, Meral Akşener üzerinden toplumsal muhalefeti tehdit edebilmiş, “bugünler iyi günleriniz” diyebilecek denli kontrolden çıkabilmişti.

Gerici-faşist rejim her geçen gün tırmandırdığı faşist zorbalıkla kendisini hedef alan toplumsal öfkenin sokağa taşmasını engellemeye çalışıyor. Düzen muhalefeti ise yaydığı “sandık hayali” ile kitleleri edilgenliğe iterek, sokak muhalefetinin gelişmesini engellemeye çalışarak, iktidarın değirmenine su taşıyor. “Millet İttifakı” çatısı altında birleşmiş, kendisi de dinsel gericilik ve ırkçı şovenizmle malul bir düzen muhalefeti gerçeği önümüzde duruyor. İktidar cephesinde “devlet krizi”nin ağırlaşarak devam etmesine ve sermaye düzeni adına yönetme krizinin her geçen gün derinleşmesine rağmen, düzen muhalefeti şahsında cisimleşen “muhalefet krizi” de bir türlü aşılamıyor. Toplumsal mücadele güçlerinin parçalı ve geri tablosunun yanı sıra düzen muhalefetinin mevcut durumu da faşist tek adam rejiminin elini rahatlatıyor.

AKP-MHP iktidar bloğunun ömrünü uzatma çabasının bir diğer stratejik ayağını ise emperyalistlere koşulsuz hizmet etme politikası oluşturuyor. Kaderini emperyalistlerin desteğine bağlamış bulunan gerici-faşist rejim, bu desteği almak için her fırsatı değerlendirmeye çalışıyor. Dün Ukrayna krizi üzerinden Karadeniz’i batılı emperyalist güçlere açmak için her türlü “çılgınlığı” göze alabileceğini alenen ortaya koyan AKP-MHP iktidarı, bugün Afganistan batağından çıkmaya çalışan ABD emperyalizmine koşulsuz hizmet etmeye hazır olduğunun mesajını veriyor. Biden-Erdoğan görüşmesi öncesi dışişleri bakanları üzerinden gerçekleşen temasta Afganistan sorununun da gündeme alındığı açıklanmış, sarayın dışişleri bakanı görüşmenin mahiyeti üzerinden “Türkiye-ABD ilişkilerinin stratejik niteliği teyit edilmiştir” vurgusunu yapmıştı. Görünen o ki, ABD emperyalizminin Afganistan’dan çekilme planına paralel olarak kolları sıvayan gerici-faşist rejim, Afganistan’da oluşacak boşlukları doldurmak üzere emperyalistlerin taşeronluğunu yapmaya hazırlanıyor. Her açıdan sıkışmış bulunan ve açmazları giderek derinleşen Erdoğan yönetimi, gerek Kafkasya’da gerek Afganistan’da gerekse Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de emperyalistlere daha etkin bir taşeronluk hizmeti sunarak emperyalistlerin desteğini almanın yollarını arıyor.

Bu kirli hesapların ağır bedelini içeride işçi ve emekçilerin dışarıda ise mazlum halkların ödeyeceği açıktır.

***

Tüm bu gelişmeler, her geçen gün tırmandırılan faşist baskı ve zorbalığa karşı direnişi büyütmenin ve anti-emperyalist mücadeleyi geliştirmenin yakıcılığını döne döne ortaya koymaktadır. Zira, merkezinde işçi sınıfının yer aldığı toplumsal mücadele geliştirilmeden, ne ekonomik-sosyal saldırılar ne tırmandırılan baskı ve zorbalık ne de kirli savaş politikaları geri püskürtülebilir.

Bu bağlamda adı Haziran ayıyla anılan iki büyük direniş, biri 15-16 Haziran büyük işçi başkaldırısı, diğeri Haziran (Gezi) Direnişi yürünmesi gereken yolu göstermektedir. Mücadele tarihimizde apayrı bir yeri olan bu büyük direnişleri tetikleyen sorunlar yumağı katlanarak artmaktadır. Aynı şekilde başta işçi sınıfı olmak üzere, toplumun ezilen ve sömürülen kesimlerinin çıkış arayışı da... Bugün için eksik olan ise, toplumsal öfkenin akacağı kanalların zayıflığı ve dağınıklığıdır. Emekçi kitlelerin yönünü döneceği bir mücadele odağından yoksun olması, düzen siyasetinin tüm bileşenlerinin “aman sokaktan uzak durun” telkinleri ve işçi sınıfının örgütsüzlüğü ve dağınıklığı, bugün aşılması gereken engellerin başında yer almaktadır. Aynı zamanda toplumsal direnişi ve mücadeleyi geliştirmek için nelere yüklenilmesi gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır.

Bu gerçeklikten hareketle; baskıya, sömürüye, kirli savaş politikalarına, çürümüş düzen çeteleşmiş devlet gerçeğine karşı mücadeleyi ileriye taşımak isteyen devrimci ve ilerici güçler, işçi ve emekçileri bu mücadeleye kazanmak için etkili ve ısrarlı bir çaba ortaya koymalı, bir odak olarak hareket etmeyi başarabilmelidir. Tekil fabrika direnişlerinden sokak eylemlerine, kimi zaman kitlesel biçimler alarak ilerleyen gençlik ve kadın mücadelelerine kadar tüm direniş mevzilerini birleşik mücadeleyi geliştirmenin imkanları olarak değerlendirebilmelidir. Yeni Haziranlar’a ancak bu türden bir çaba ile hazırlanılabilir.