Kontrgerillanın günümüze etkisini yazdığım geçen haftaki yazıda, 1952’de Genelkurmay’a bağlı kurulan ve bir yıl sonra Seferberlik Tetkik Kurulu, 1970’te de Özel Harp Dairesi adını alan kurumu hatırlatmıştım. Özel Harp Dairesi, bu hafta da Sedat Peker’in bahsettiği SADAT ile karşımıza çıktı.
Uluslararası Savunma Danışmanlık İnşaat Sanayi ve Ticaret A.Ş.’nin (SADAT) kurucusu emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi, Özel Harp Dairesi’nde görev almıştı. Zaten SADAT’ın faaliyetlerindeki benzerliği görebiliyoruz: “SADAT Savunma hizmet verilen ülkelerin topyekûn savunma organizasyonu ihtiyacı olarak ortaya çıkacak Gayri Nizami Harp teşkilatlanması ve bu teşkilatın unsurlarının pusu, baskın, yol kapaması, tahrip, sabotaj ve kurtarma-kaçırma harekatları ile bu harekatlara karşı koyma faaliyetlerinin eğitimini verir.”
Şirketin resmi internet sitesine göre, gayrinizami harp eğitiminde, “psikolojik harp ve harekât” kursu da veriliyor.
Suriye savaşından hemen sonra kurulan ve 2012’de faaliyete başlayan SADAT ile ilgili 2015 yılında BirGün’de yazdığım yazıda, Adnan Tanrıverdi’nin eğitim verdikleri ülkelere silah tedariki yapmayı planladıkları da yer alıyordu. (Yazı, IŞİD’ın yaptığı söylenen ama gerçek sorumluların halen “meçhul” olduğu Ankara katliamıyla ilgiliydi.)
Adnan Tanrıverdi 2018’de Kübra Par’la söyleşisinde bu silah tedarikiyle ilgili şunları söyledi: “Türkiye’nin ürettiği silahların pazarlayıcısı gibi de hareket ediyoruz. O ülke gelip bize nelere ihtiyacı olduğunu söylüyor, biz de gelip Türkiye piyasasını araştırıyoruz… Başka ülkeler de olabiliyor. Mesela Güney Kore’den talep ettik, veremediler. Ukrayna ile de temasımız oldu. Başka ülke yok.”
Yani, silah alım-satımı, şirketin resmi işlerinden biri. Mısır, Yemen, Tunus ve Libya’da çalışmaları olan şirketin ÖSO’ya da askeri destek verdiği de ileri sürüldü. SADAT ise Suriye’de herhangi bir çalışma yaptıklarını reddediyor.
Tanrıverdi, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile 1994’ten beri tanışıyor. Aynı söyleşide anlattığı üzere, Erdoğan’ı İstanbul Belediye Başkanlığı’na adaylığını koyduğu, kendisinin de İstanbul Maltepe’de tugay komutanı olduğu 1994 yılında tanıdı. Bu tanışıklığın zaman içinde dostluğa evrildiğini söyleyen Tanrıverdi, “28 Şubat postmodern darbesi sonrasında kendilerini daha yakından tanıma imkânım oldu. İhtiyaç duydukları zamanlarda ihtisasım olan konularda istişarelerde bulunduk. 15 Temmuz 2016 hain darbe girişiminden sonra Cumhurbaşkanı Başdanışmanı olarak davet edildim” diyor. Yani tarihin en kritik dönemlerinde danışılan bir isim olmuş.
AKP ile “gönül bağı olduğunu” söyleyen Tanrıverdi, SADAT’taki askerlerin yaklaşık hepsinin 28 Şubat döneminde ordudan ihraç edilenlerden olduğunu da ekliyor.
Sanırım tablo gözünüzde canlandı.
Bu gönül bağı karşılıksız kalmayan ve 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası Cumhurbaşkanlığı (güvenlik konularından sorumlu) Başdanışmanlığı görevine getirilen Tanrıverdi’nin şirketi, şimdi Peker’in açıklamalarıyla gündemde.
Tabii Sedat Peker yine gerçeğin sadece bir kısmını söyledi, aslında silah trafiğinde son halka olan SADAT’ı suçlarken, MİT, İHH veya TSK’den bahsetmedi ama amacı hasıl oldu, Saray bağlantısını kısa yoldan kurdu.
Asıl tuhaf olan, Peker’in SADAT’ı Milli İstihbarat Teşkilatı ile bağlantılı anmamasına rağmen, SADAT Peker’i yalanlayan açıklamasında MİT’in adını geçirdi: “İşlediği suçlar belgeli ve ispatlı olan firari suç örgütü liderinin, hedef saptırmak için Türkiye Cumhuriyeti Devletinin resmi kurumu Milli İstihbarat Teşkilatını, güzide şirketimiz SADAT Savunma’yı ve bazı bürokratları hedef alması aklı selim sahibi kamuoyunun dikkatinden kaçmamıştır.”
Obama’nın başlattığı, 2013’e kadar CIA’in yürüttüğü, işin ucu kendilerine dokununca vazgeçtikleri silah ticareti/trafiğiyle, ABD’nin Suriye’de ikinci bir Afganistan yaratma çabası son anda engellenmiş, Türkiye’nin silah TIR’larının sorun olmaya başlaması da bu döneme denk gelmişti. Radikal İslamcıları “fark eden” ABD ile arası açılan Türkiye’nin Rusya’yla bir küs bir barışık ilişkisi de o zaman başladı.
Ancak bölge ülkelerle silah veya petrol ticareti uzun zamandır unutulmuştu. Adına “yardım” dendikçe bebek bezi çağrışımı yapan oysa gerçeği silah ticareti olan konuyu Peker şimdi yeniden açtı ve devam ettireceğini söyledi. Muhtemelen “Sizi dünyada birinci haber yapacağım” dediği, “Pandora’nın kutusu” diye adlandırdığı bu konuyla en büyük kozunu da oynamış oldu.
Belki diğer konu da Türkiye’de sadece uyuşturucu kaçakçılığıyla gündeme gelen ancak ABD-İran kavgasının piyonlarından biri olduğu göz ardı edilen Zindaşti meselesidir…
Öyle ya da böyle Türkiye’nin, dünya medyasındaki “haber değeri” hiç eksilmeyecek gibi görünüyor.
BirGün / 01.06.21