Haramiler düzeninden hesabı emekçiler soracak!

Karşımızda, ekonomik, siyasal ve sosyal sorunları yönetmekte güçlük çeken, yanı sıra iç mücadeleler üzerinden yeni bir “devlet krizi” ile yüz yüze kalan bir AKP-MHP bloğu duruyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 30 Mayıs 2021
  • 14:45

Sermaye düzeni ve devletinde yaşanan çürüme ve kokuşmanın pis kokuları yayılmaya devam ediyor. Bataklığa saplanmış bulunan taraflar birbirlerini hedef alan iddialarla toplumun karşısına çıkıyorlar. Faşist mafya şefi Sedat Peker’in ifşaatları ise, tepesinde Erdoğan ailesinin oturduğu dinci-faşist rejimin nasıl bir yağma, soygun, rant, uyuşturucu ve cinayet şebekesi olarak çalıştığını gözler önüne seriyor.

Bütün bir toplumun ve siyasal çevrelerin dikkati Peker’in ifşaatlarıyla zor duruma düşen ve bir çözülme süreci yaşayan gerici-faşist iktidarın nasıl bir yol izleyeceğine kilitlenmiş durumda. Ortalıkta değişik senaryolar dolaşıyor. Çatırdayan iktidar bloğunun farklı klikleri ile düzen siyasetinin diğer aktörleri kendi çıkarlarına uygun söylemleri sistemli bir şekilde topluma servis ediyorlar.

İktidarın “tercihi” aczinin göstergesi oldu

Faşist çete başı Peker’in ifşaatları gerici-faşist iktidar bünyesindeki güç mücadelelerini daha görünür kılmakla kalmadı, kavgaya tutuşanların yeni “itiraf” ve tehditleriyle birlikte yaşanan çürümenin çok daha kapsamlı olduğunu ortaya koydu. İktidar içindeki güç mücadelelerinin sadece küçük bir kısmı dışa vursa da, gerek Süleyman Soylu gerekse Ahmet Davutoğlu ve Binali Yıldırım’ın açıklamaları, çıkar kavgasının köklerinin yıllar öncesine dayandığı gösterdi.

Yapılan tüm ifşaat, tehdit ve “itiraflar”ın varıp Erdoğan’a bağlanması ise iktidar bloğunu derin bir açmaza aldı. Erdoğan ve Bahçeli’nin haftalarca sessiz kalmasının gerisinde kördüğüme dönen bu açmaz duruyor. Zira, uyuşturucu trafiği, kara para aklama, cinayet vb. kirli işler ve ilişkiler ağı, kavgaya tutuşan tüm kesimlerin boynunda adeta bir tasmaya dönüşmüş durumda. Her birinin diğerinin ipini tuttuğu bu kördüğümün nasıl çözüleceğini ise gelişmelerin seyri belirleyecek.

Erdoğan ile Bahçeli’nin gelinen yerde Süleyman Soylu ve Binali Yıldırım’ı alt perdeden sahiplenmek zorunda kalması, çıkar ve güç kavgasına dayalı krizi yönetmede yaşanan zorlanmanın göstergesidir. Çürümenin derin ve kirli ilişkiler ağının karmaşık olduğu bir durumda, yaşanan krizi ve güç mücadelesini iktidarlarının bekası üzerinden yönetmenin zorluğu, haftalarca sessiz kalmalarının bir diğer nedenidir.

Sonuçta gerici-faşist iktidar bloğu “hedefte Türkiye var” demagojisi eşliğinde yarım ağızla Soylu ve Yıldırım’ı sahiplenerek, faturayı Korkut Eken ve Mehmet Ağar gibi tescilli kontrgerilla-mafya artıklarına kesmek durumunda kaldı. İktidar içindeki güç odakları bir eli tetikte mecburi bir uzlaşıya imza atarken; Ağar tartışmalı yat limanından uzaklaştırıldı, Eken ise sorumlusu olduğu bilinen bir dizi suçun tek muhatabı haline getirildi. Bu zoraki tercih, içinde debelendikleri bataklığın derinliği kadar yaşadıkları aczin de yeni bir göstergesi oldu.

Erdoğan’ın tehditleri ve burjuva muhalefetin sandık hayali

Gerici-faşist iktidar bünyesindeki çürüme ve çözülme artık gizlenemez hale gelirken, Erdoğan düzen muhalefeti üzerinden bütün bir toplumu hedef aldı ve tehditlerin dozunu arttırdı. Erdoğan’ın Meral Akşener’in Rize ziyareti üzerinden yaptığı “daha neler olacak neler” açıklaması, önümüzdeki süreçte provokasyon, cinayet ve kitle katliamlarının tezgahlanabileceğinin sinyallerini verdi.

Erdoğan’ın son açıklamaları, 7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından yaşanan gelişmeleri akıllara getirdi. Soylu’nun son TV programında, o süreçte iktidar cephesinde yaşanan iç mücadeleleri ifşa etmesi, Davutoğlu’nun “itiraf ediyorum” diyerek o dönem kendisine kurulan kumpas üzerinden açıklamalar yapması, 7 Haziran-1 Kasım 2015 döneminde yaşananların AKP iktidarı içerisindeki güç mücadelelerinden bağımsız olmadığını da ortaya koydu. Gelinen yerde ise, açmazları alabildiğine derinleşmiş, pandemi ve ekonomik kriz karşısında köşeye sıkışmış, Peker’in ifşaatlarıyla pislikleri ortaya saçılan bir iktidar gerçekliği ile yüz yüzeyiz.

Erdoğan şahsında cisimleşen AKP gericiliğinin iktidar gücünü elinde tutmak için her türlü kirli yol ve yönteme başvurmaktan geri durmayacağını sadece 7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından yaşananlar göstermedi. 15 Temmuz darbe girişimi süreci, iktidar ve rant kavgasına tutuşanların işleri nereye götürebileceğini de ortaya koydu. Bugün ise karşımızda, ekonomik, siyasal ve sosyal sorunları yönetmekte güçlük çeken, yanı sıra iç mücadeleler üzerinden yeni bir “devlet krizi” ile yüz yüze kalan bir AKP-MHP bloğu duruyor.

Bu tabloya rağmen burjuva muhalefeti kitlelerin karşısına “erken seçim” çağrıları ile çıkıyor, çözüm yolu olarak sandığı gösteriyor. Bizzat kendileri üzerinden bütün bir toplum tehdit edilirken, gözü dönmüş AKP-MHP iktidarından ve ortaya saçılan pisliklerden seçim yoluyla kurtulma hayali yayılıyor. Düzen muhalefetinin bu basiretsiz tutumu, gerici-faşist iktidara karşı her geçen gün öfkesi büyüyen kitleleri edilgenliğe itmeyi amaçlıyor. Zira kendileri de, her bakımdan çürümüş kapitalist sömürü düzeninin tepeden tırnağa kokuşmuş devletini yönetmeye adaylar. Dolayısıyla yayılan pislikler düzen muhalefeti için seçim malzemesi olmanın ötesinde bir anlam taşımıyor.

Haramiler düzeninden hesabı işçi ve emekçiler soracak!

Düzen cephesinin tablosu bu iken, AKP-MHP iktidarının kendiliğinden çözülüp dağılacağı ya da sandık yoluyla aşılacağı beklentisi sadece düzen muhalefeti tarafından yayılmıyor. Burjuva muhalif köşe yazarlarından reformist solun parlamentarist kesimlerine kadar bir dizi çevre ve kişi sistemli bir şekilde bu beklentiyi topluma pompalıyor. Bu yaklaşımın, Peker videolarına ve iktidar sözcülerinin açıklamalarına kilitlenen toplumun sürecin seyircisi olarak kalmasına hizmet etmekten başka bir sonuç yaratmayacağı açık.

Bütünlüğü içerisinde bu tablo devrimci güçlerin omuzlarına bir dizi sorumluluk yüklemektedir. Bu sorumlulukların başında, kapitalizm bataklığından yükselen pis kokuları ve sermaye devletinde yaşanan kokuşmayı etkili bir faaliyetle işçi ve emekçilere teşhir etmek, toplumu kapitalist sömürü düzeninin temel gerçekleri üzerinden aydınlatmak geliyor. Bu açıdan, hem ekonomik-mali kriz sürecinden yansıyanlar hem pandemi yönetiminde yaşanan skandallar hem de gerici iktidar ve rant kavgasının ortaya serdiği pislikler bir dizi imkân sunmaktadır. Çürüyen düzen ve çeteleşen devlet gerçeği üzerinden yürütülecek etkili teşhir faaliyetine paralel olarak işçi ve emekçileri sömürü düzenine karşı mücadeleye çekmek, emekçilerin kanı ve canı üzerinden yükselen haramiler saltanatından hesap sorma bilincini geliştirmek ve bu çaba içerisinde eylemli süreçleri örgütlemek ise apayrı bir önem taşımaktadır. Zira, çürüyüp kokuşan sermaye düzeninden, onun çeteleşen ve mafyalaşan devletinden hesap sormanın başka bir yolu bulunmamaktadır.