Toplumdaki çürüme bariz bir şekilde artan şiddet, istismar, akıl ve bilim dışı söylemler ya da hak arama konusunda adım atılmaması vb. üzerinden tüm açıklığıyla gözler önündedir. Apolitik veya duyarsız genç nesiller gerçeği bu çürümenin bir uzantısıdır. Aynı şekilde, en küçük bir hak kırıntısı için bile mücadele etmeyi geçtik, var olan hakların korunması açısından dahi hareket etmeyen kitlelerin içten içe yozlaştığı bir toplum yapısı hakim durumdadır.
Ekonomik krizin yıkıcı sonuçları, sermaye devletinin saldırgan tutumu ve baskısı, gerici her ideolojinin geniş kesimlere çeşitli araçlar vasıtasıyla dayatılması gibi olgular halihazırda yaşananlara açıklık getirmek konusunda eksik kalır.
Türkiye’de cumhuriyetin ilanından bugünlere kadar kapitalizmin gelişimi çerçevesinde atılan adımların son kertede vardığı yer toplumsal çürümüşlük, yoksulluk, işsizlik, geleceksizlik ve bir o kadar da hayal kırıklığı yaşayan kitlelerde biriken öfkedir. Cemaatlerin ve tarikatların devlet yönetiminden eğitim müfredatına, mahalledeki yatılı kurslardan camilere kadar her yerde faaliyet göstermeleri de cumhuriyetin evriminin bir sonucudur.
Gericiliğin bu denli yaygınlık göstermesinin arkasında duran sermaye sınıfı gerçekliğini, 12 Eylül askeri faşist darbesinin yıldönümü vesilesiyle bir kez daha vurgulamak yerinde olacaktır. 12 Eylül denilince akıllara daha çok postal, işkence, idamlar gelse de 12 Eylül’ün asıl anlamını 24 Ocak kararlarında ve dünyada sermaye birikiminin ihtiyaçları doğrultusunda toplumlara dayatılan rejimlerde aramak gerekir. Özelleştirilmelerin önünün açılması, küreselleşme adı altında gemi azıya alan neo-liberal saldırıların dayatılabilmesi ve ülkedeki büyük sermaye gruplarının ihtiyaçlarının karşılanması toplum zapturapt altına alınmadan mümkün olmazdı. Emekçiler için büyük bir sosyal yıkım demek olan söz konusu kararların hayata geçirilmesi o günün hareketli ortamında zor olduğu içindir ki ABD destekli askeri darbe gerçekleştirildi.
12 Eylül sonrası oynadığı rol itibari ile Turgut Özal’ın kariyerini hatırlamak önemlidir. Özal 1967-71 yılları arasında Devlet Planlama Teşkilatı müsteşarlığı yaparak kapitalistlerle olan ilişkisinin temellerini atmıştır. 1970 yılında Sabancı Holding’de Genel Koordinatör, artı MESS Başkanı ve TÜSİAD üyesiydi. 1979 yılında ise dönemin başbakanı Süleyman Demirel’in ekonomiden sorumlu başbakanlık müsteşarıydı. Özal’ın 12 Eylül darbesi sonrasında hükümetin başına getirilmesi, büyük sermayedarların ve emperyalist odakların tercihiydi.
Türkiye’de kapitalizmin gelişim seyri dışa bağımlılık ve müdahaleler temelinde ilerlemiştir. ‘60’lı yıllarla beraber artan sosyal mücadeleye panzehir olarak, CIA’in önerileri doğrultusunda dinsel gericilik öne çıkarılmış, ‘70’li yıllarda MHP kullanılarak şoven milliyetçilik kışkırtılmak istenmiş, ‘80 darbesi ile bu çizgi Türk-İslam sentezi şeklinde resmi ideoloji haline getirilmiştir. Din ve ırkçılık ‘90’larda Kürt ulusal uyanışına ve mücadelesine karşı hedefli bir şekilde toplumda yaygınlaştırılmıştır.
Büyük sermaye çevreleri, her ne kadar “laik” bir görümün sergileseler de dinsel gericiliğin toplumda uyuşukluk yaratma işlevinden dolayı bu tür yapılanmalara sessiz kalmışlardır. O kadar ki dinci-gerici bir odak olan AKP iktidarının çeşitli cemaatler ile birlikte yıllar içerisinde devletin her mekanizmasını ele geçirmesini son dönemlere kadar desteklemişlerdir.
AKP’nin bir proje partisi olduğu bilinmektedir. Tayyip Erdoğan’ın henüz İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemlerde emperyalistler tarafından biçimlendirildiği, Ortadoğu bağlamında “ılımlı İslam” gibi artık rafa kaldırılmış bir proje dahilinde öne çıkarıldığı da bilinen bir gerçek. Koç, Sabancı vb. geleneksel büyük burjuvazinin AKP’yi desteklemesinin gerisinde de kendi sınıfsal çıkarları vardır. AKP her ne kadar genelde
MÜSİAD gibi yapılarda toplanmış yandaş sermaye gruplarını beslese de bir o kadar da büyük sermaye gruplarına tarihlerinin en büyük kârlarını sağlamıştır. Örneğin ülkenin TÜPRAŞ gibi en büyük şirketini özelleştirme yoluyla Koç Holding’e peşkeş çekmiştir. Tayyip Erdoğan’ın kendisi ve ailesi de bu dönem içerisinde oldukça zenginleşmiş, kamunun fonlarını yandaşlarıyla beraber tüketmeye devam etmektedir.
İşsizliğin, yoksulluğun, sefaletin arttığı dönemlerde emekçilerin bulamadıkları adaleti “öbür dünyada” aramaları ya da şükretme mantığı sayesinde sömürü çarkının dönebiliyor olması mevcut durumu özetlemektedir. Sermaye sınıfı, buradan hareketle gerici her ideolojinin kurumsallaşması uğruna darbelerin gerçekleşmesinden tarikatların siyasi konum elde etmelerine kadar her yolu desteklemektedir.
Gelinen yerde okul sayısından daha fazla cami, boş kalan imam hatip okulları, birçok bakanlıktan daha fazla bütçeye sahip Diyanet İşleri Başkanlığı, neredeyse her mahallede 4-6 yaş çocuklar için kuran kurslarının olması, zorunlu din dersleri, hastanelerde psikolog yerine imamların kadroya alınması gibi sayısız gerici uygulama vardır. Kürt halkına düşmanlık üzerinden her dönem kışkırtılan şoven milliyetçilik ile de toplum kutuplaştırılmaktadır.
12 Eylül’ün yarattığı ağır tahribatın arkasında sermaye sınıfı ve devleti vardır. Toplumdaki çürümüşlüğün ve gericiliğin bu kadar yaygınlaşmasının, apolitik nesiller yetişmesinin gerisinde de baskı aygıtları ile toplamında siyasal gericilik yatmaktadır.
U. Aze