12 Eylül 1980 askeri faşist darbesinin 37. yılındayız. Günümüzde toplumun geniş kesimleri nezdinde 12 Eylül darbesinin hiçbir meşruiyeti yoktur. Burjuvazinin temsilcileri de bundan kaynaklı olarak zaman zaman 12 Eylül’ü hedef tahtasına koymakta, darbeden “Türkiye’yi 30 yıl geriye götüren darbe”, “anti-demokratik dönem” vs. diye bahsetmektedirler. Fakat bu, su katılmamış bir ikiyüzlülükten başka bir şey değil. Zira sözüm ona 12 Eylül darbesine karşı olanlar, uygulamada 12 Eylül’ü aratmayacak, hatta ondan beter pratiklere imza atmaktadırlar.
12 Eylül denildiğinde akla ilk gelenler; darbe ortamını hazırlamak için devletin gerçekleştirdiği katliamlar, faili meçhuller, darbeyle beraber arttırılan gericilik, askeri zor uygulamalar, hapishanelerde sürgünler ve işkenceler, idamlar, akademiye yönelik ihraç saldırıları, işçi sınıfı ve emekçilerin elindeki iktisadi-sosyal hak kırıntılarının gaspı, vatandaşlıktan atmalar, en ufak bir muhalif sesin “terör” demagojisiyle bastırılması, baskı altında ve hileyle gerçekleşen anayasa referandumu vb.dir. 12 Eylül aynı zamanda burjuva siyasetçilerin, cunta uşağı medya kuruluşlarının ve sözde sivil toplum temsilcilerinin bütün bu gerici-faşist saldırıları meşrulaştırmaya çalıştığı bir dönemdir.
Bugün Türkiye’ye şöyle bir göz atan herhangi biri, burada saydıklarımızı, hatta daha fazlasını en açık haliyle görmekte zorlanmamaktadır. Bugün 12 Eylül’den daha pervasız bir gericilik ve saldırganlık hüküm sürmektedir. Askeri faşist darbe koşullarında dahi hiç değilse biçimsel olarak işleyen burjuva hukukundan, burjuva devletin kurumsal işleyişinden eser kalmamıştır. Her şey ülkeyi yandaşları için yolsuzluk ve hırsızlık bataklığına dönüştürmüş dinci-gerici partinin ve şefinin bekasına göre yürümektedir. Sermaye cephesi, 15 Temmuz Fetullahçı darbe girişimini “Allahın bir lütfu” olarak değerlendiren AKP şefi karşısında tamamen hizaya gelmiş, onun dinci-faşist tek adam rejimi kurma çabasına katkısını esirgememiştir.
Dahası 10 Ekim, Suruç, Diyarbakır, Cizre, Sur, Nusyabin, Yüksekova katliamlarına 37 yıl önce değil, yakın yıllarda tanık olduk. BES, kiralık işçi büroları, grev yasakları vb. gibi saldırılar son bir yılın olaylarıdır. Kıdem tazminatı saldırısı hâlâ mecliste görüşülüyor. Hapishanelerden her gün işkence ve sürgün haberleri geliyor. “Tek tip kıyafet” dayatmasıyla bu işkence ve tecrit koşulları daha da ağırlaştırılmaya çalışılıyor. Fetullahçı çete bahane edilerek toplumun muhalif kesimlerine, devrimcilere, ilericilere saldırılar gerçekleşiyor. Binlerce ilerici kamu emekçisi ve akademisyen KHK’lar ile ihraç edildi. OHAL koşullarında baskı ve gericilik atmosferinde anayasa değişikliği adı altında bir tek adam rejimi referandumu yapıldı. Hileli referandum sonuçları üzerinden mevcut dinci-gerici rejim tahkim edilmeye çalışılıyor. Bütün bu baskı koşullarına karşı gelen herkes “terör” demagojisiyle saldırıya uğruyor, soruşturuluyor, tutuklanıyor… Ve 12 Eylül 1980 döneminde olduğu gibi burjuva siyaseti bütün kurumları, partileri, medyası vb. ile yaşananları meşrulaştırmaya çalışıyor.
Tüm bunların da açıklıkla gösterdiği gibi, 12 Eylül’ü aratan baskı politikaları altında yaşamaktayız. İkiyüzlülükle 12 Eylül darbesine karşı olduğunu ilan eden burjuva siyaseti özünde onunla aynı “değerleri” taşımaktadır.
12 Eylül rejimi de bugünkü tek adam rejimi de sermayenin çıkarlarına hizmet etmektedir ve işçi sınıfı ile emekçilere düşmandır. 12 Eylül cuntası bir ekonomik-sosyal saldırı paketi olan 24 Ocak kararlarını hayata geçirmek için kurulmuştu. Sermayenin bugünkü tek adam rejimi de kıdem tazminatının gaspı başta olmak üzere her türlü sosyal saldırının altına imza atıp, sermayedarlara “Biz OHAL’i grevleri yasaklamak için ilan ettik” diyor.
Yine bilindiği gibi 12 Eylül rejimi Amerikan emperyalizminin güdümündeydi. (CIA’nın Türkiye şefi olan Paul Henze’nin Başkan Jimmy Carter’a 12 Eylül darbesini “bizim çocuklar başardı” diye haber vermesi başka söze gerek bırakmıyordu.) Bugünkü tek adam rejimi de çoktandır iflas etmiş “ılımlı İslam” politikasıyla AKP’yi damıtan Amerikan emperyalizminin güdümündedir.
12 Eylül rejimi başta Kürt halkı ve Aleviler olmak üzere ezilen halklara ve mezheplere düşmandı. Bunun en iyi bilinen örneği Diyarbakır Hapishanesi’nde Kürt halkının öncülerine dönük işkencelerdir. Keza 12 Eylül darbesi öncesi darbe ortamını hazırlamak için devletin ve paramiliter faşist güçlerin gerçekleştirdiği Maraş Alevi katliamıdır. Bugünkü tek adam rejimi de Kürtlere, Alevilere ve diğer azınlık halklara düşmandır. AKP şefi ve müritleri genlerine işlemiş Alevi düşmanlığını neredeyse her fırsatta kusuyorlar zaten. Kürt halkına yönelik saldırılar, Kürtlere karşı IŞİD’in palazlandırılması, Sur, Nusaybin, Cizre vb. kentlerde devletin gerçekleştirdiği hunharca katliamlar bu gerçekliğin en güncel örnekleridir.
Kısacası 12 Eylül rejimiyle bugünkü tek adam rejimi arasında özü itibariyle hiçbir fark yoktur. İkisi de Amerikan emperyalizminin ve yerli işbirlikçi sermayenin çıkarlarına hizmet etmektedir. Bundan yıllar sonra bugünlere bakıp tek adam rejiminin baskıcı uygulamalarından söz ediyor olabiliriz. Bugün mevcut rejimi destekleyen kesimlerin o günden bugünleri ikiyüzlüce yargılaması da şaşırtıcı olmayacaktır. 12 Eylül rejiminin bugün toplum nezdindeki algılanışı bunun olabilirliğinin kanıtıdır. Ancak unutmamak gerekir ki bu gerici rejimi biz işçi-emekçiler yıkmadığımız sürece, bugünün, yarın ikiyüzlü burjuva siyasetinin toplumu aldatma malzemesi olması işten bile değildir. Tıpkı 12 Eylül gibi…