12 Eylül 1980 öncesinin Türkiye ve dünyasına baktığımızda kapitalist ekonominin yapısal bir değişim yaşadığını veya değişim sancıları çektiğini görürüz. ‘60’larda kapitalizmin yaşadığı bunalımı aşmaya, o güne kadarki metotlar yeterli gelmedi. Kapitalizmin biriken her şeyi yağmalayarak kendini toparlama çabası, bunalımı aşmada en uygun yöntem olarak duruyordu. ‘60’lı yıllarda dünya genelinde süren toplumsal mücadeleler, neo-liberal uygulamaların hayata geçmesini bir süre engelledi. Ama ‘70’lerde -özellikle ikinci yarısında- piyasalaşma başladı.
Türkiye için de neo-liberal politikalar ekseninde atılacak adımlarla kendini toparlama yakıcı bir ihtiyaçtı. Ama Türkiye’de de ‘60’ların ikinci yarısı ile başlayan ve güçlenen toplumsal mücadele ‘80’e kadar sürdü. 24 Ocak 1980’de alınan kararlar uygulanamadı, askıda kaldı. ‘80 darbesi, 24 Ocak kararlarının uygulanmasının ve piyasalaşmanın önünü açtı. Türkiye açısından neo-liberal dönüşümün en hızlı evresi ‘90’larla birlikte başladı diyebiliriz.
12 Eylül 1980 darbesi ‘70’lerin yükselen mücadelesini yok etme, devrimci mücadeleyi sindirme ile ön plana çıkar. Bunun yanında, Türkiye’de kapitalist ekonominin yenilenme ihtiyacı, sermayenin kendini ekonomik yaptırımlarla güçlendirme derdi temel bir önem taşımaktadır. ‘80 darbesinin devrimci, sol ve sendikal mücadeleye, mücadelenin önderlerine ve öncülerine bu denli saldırmasının sebebi de budur. Yükselmiş bir toplumsal mücadelenin darbe sonrası farklı bir kalkışmaya dönüşmesini engellemenin ön hamlesidir.
Sömürü biçimleri çeşitlendi, kâr oranları yükseldi
Neo-liberal ekonomi dönemi veya öncesi, her haliyle kapitalist sistem daha fazla sömürü ile daha fazla kâr mantığı üzerine kuruludur. Sermaye sınıfı, ulus devletler dönemi ile güçlendirmeyi hedeflediği iç ekonomilerde kısırlıklar veya sıkışmalar yaşayınca sınırlar ötesi hedeflerle davranmayı hızlandırdı. Burjuva devletin elinde biriken eğitim, sağlık vb. kamu kuruluşlarıyla işletmeler piyasaya açıldı. Bu alanlar kapitalistler için büyük kâr alanlarına dönüştü. Emperyalistleşme, tekelleşme hızlandı. Ekonomisi güçlü şirketler ucuz iş gücü cenneti ülkelere yatırımlar yaparak sömürü politikalarını sınırları aşarak uygulamaya başladı.
Dünya Bankası ve IMF neo-liberal politika ve uygulamaların yaygınlaşmasında ve bütün ülkelerin ortak bir ekonomik potada davranabilmesinde rol aldı. Dünya genelindeki bu politikaların Türkiye’de hayata geçirilmesinde Turgut Özal dönemi özel bir süreçtir. İngiltere için Margaret Thatcher, ABD için Ronald Reagan ne ise Türkiye için de Turgut Özal odur.
Örgütlü güçle 12 Eylül kalıntıları süpürülebilir
12 Eylül faşist askeri darbesi sermayenin refaha çıkması için bir hamleydi. Çünkü sermaye sınıfı işçilerin örgütlü düzeyi ve toplumsal muhalefetin gücü karşısında sıkışmıştı. 24 Ocak kararlarının, ekonomik düzenlemelerin hemen hayata geçirilememesinin nedeni de o dönemde hemen hemen her fabrikadan yükselen grevlerin, işgallerin, direnişlerin varlığıydı.
Nasıl ki toplumsal muhalefetin ve işçilerin örgütlülüğünün gücü sermayenin adım atmasını zora soktu ve askeri bir darbeye ihtiyaç duyacak kadar çaresizleştirdiyse, sermayenin sömürüsü karşısında bulacağımız yol ve yöntemler için cevabımız yine örgütlü güç olmalıdır.
İşçi sınıfının örgütlü gücünü büyüterek devrimci sınıf hareketinin yükselmesi, biriken sorunlar karşısında toplumsal muhalefetin belirleyici güce dönüştürülmesi elzemdir. 12 Eylül’ün kalıntılarını süpürmek, sermaye sınıfının sömürü politikalarının karşısında durmak ancak ve ancak bu şekilde gerçekleşir.
Z. İnanç