Mücadeleyi yükseltelim!
12 Eylül askeri faşist darbesi, öz olarak karşı-devrimci bir hareketti. 70'li yılların sonuna gelindiğinde toplumsal çelişkiler ve siyasal istikrarsızlık öylesine bir hal almıştı ki burjuvazi toplumun uyanışı karşısında korkuya kapılmıştı. Toplumsal mücadele cumhuriyet tarihi boyunca hiç görülmemiş boyutlara ulaştı. Tüm göstergeler devrimci duruma işaret ediyordu. Yani en bilindik tanımlamasıyla; yönetenlerin eskiden olduğu gibi yönetme yeteneği gösteremediği, yönetilenlerin ise eskisi gibi yönetilmek istemediği bir siyasal atmosfer egemendi. Kitle mücadeleleri ülkenin dört bir yanında, fabrikalarda, üniversitelerde, liselerde, emekçi semtlerinde görülmemiş boyutlara ulaştı.
Darbe neyin ihtiyacıydı?
Darbe hiç de yüzleri kızarmadan iddia ettikleri gibi “kardeş kavgasını” bitirmek için filan değil, yükselen devrimci hareketi ezip, dizginleyebilmek için yapıldı. Zaten sağcı-faşist çeteleri devrimci işçilerin, öğrencilerin üzerine salan, onları katlettiren de bizzat devlettir. Kapitalistler (sermaye sınıfı), işçi sınıfının iktidarı alacağından, diğer toplumsal kesimlere önderlik ederek devrimi gerçekleştireceğinden korkuyorlardı. Sömürüyle edindikleri özel mülkiyetlerini ve tüm öteki ayrıcalıklarını kaybetmekten endişe ediyorlardı. Toplumun, işçilerin nefesini enselerinde hissediyorlardı. '77 1 Mayısı'nda Taksim Meydanı'nı dolduran 500 bin emekçinin üzerine, Amerikan ajanlarıyla beraber ateş açmaları bundandı. 16 Mart 1978 günü Beyazıt Meydanı'nda İstanbul Üniversitesi'nden çıkan devrimci öğrencilerinin üzerine bomba ve kurşun yağdırmaları bundandı. Maraş'ta, Çorum'da katliama girişmeleri, işçi önderlerini ve devrimci gençleri sokak ortasında katletmeleri hep yaklaşan devrimden korktukları içindi.
Sosyalizm sahici bir toplumsal seçenek olarak somutlanmıştı. Toplum bu temelde siyasallaşmış ve taraflaşmıştı. Bu topraklarda toplumun yarısı, on milyonlarca insan şu ya da bu düzeyde sosyalizmi istiyor, ona özlem duyuyordu; kalbi devrimci hareketle birlikte atıyordu. Yüz binlerce işçi, emekçi ve genç aktif mücadelenin içerisine girmişti. Bu durdurulması gereken bir tehditti, sermaye sınıfı ve onların devleti için.
Diğer yandan 70’lerde dünyada baş gösteren petrol krizi ve ekonomik duraklama (gizli kriz de diyebiliriz) Türk burjuvazisini de etkilemişti. Ancak azalan kar oranlarını işçilerin sırtından kapatamıyorlar gerekli iktisadi “önlemleri” alamıyorlardı. Çünkü karşılarında siyasallaşmış ve kitlesel bir işçi hareketi vardı. IMF emriyle programa alınan (bkz: 24 Ocak Kararları) “kemer sıkma” politikaları toplumsal muhalefet nedeniyle uygulanamıyordu. Darbe sayesinde bu serbest-piyasacı sömürü politikalarının hayata geçirilmesinin de yolu açılmış olacaktı.
Ve kolları sıvadılar. ABD emperyalizmi komutasında ve onun çıkarları doğrultusunda bir askeri darbe planı yapıldı. Askeri cunta (darbeyi gerçekleştiren kurmay askerler) yönetime el koyacak, mücadele içerisindeki tüm toplumsal kesimleri başta da devrimci parti ve örgütleri ezip sindirecekti. Planları buydu. Binlerce kişi hapishanelere dolduruldu. Binlerce kişi yıldırmak amacıyla işkencelerden, türlü eziyetlerden geçirildi. Bu süreç aynı zamanda sayısız direniş ve yiğitlik örneğine sahne oldu. Sendikalar kapatıldı. Sonraki adım olarak gazetelerden, eğitime, dini kurumlara kadar her şey faşist cuntanın denetimine girdi.
Gençliğin devrimci enerjisinden korkuyorlar
Faşist darbe öncesi yirmi yıllık dönemde, gençliğin devrimci potansiyelini, dinamizmini dostuyla düşmanıyla herkes olanca açıklığı ile gördü. Üniversite işgalleri, boykotlar, militan anti-emperyalist sokak gösterileri bunun dışa vurumudur. Değişimi en hızlı algılayan, yeniye en çok özlem duyan bir toplumsal kesim olarak gençlik, devrimci hareketin saflarına yığınsal olarak aktı. Yeri geldi, devrimci gençlik önderleri devrimci örgütlerin kuruluşuna bizzat öncülük ettiler. Grevlere, işçi mitinglerine, işçi sınıfının tüm mücadele pratiklerine gençlik saflarından etkin bir katılım ve samimi bir destek geldi hep.
Hakkını aramayan, baskılara boyun eğen bir yeni nesildi, onların istedikleri. Vurdumduymaz, toplumun sorunlarını umursamayan, kendi sorunlarına dahi duyarsız kalan bir kuşak yaratmaktı amaçları. Bu konuda epey bir sonuç da aldılar. Düşünmeyen, sorgulamayan, önüne konulanı olduğu gibi kabullenen “ideal” tipte insanlar yetiştirdiler.
Eksiklerimizden öğrenerek geleceği kazanacağız!
Sonuç olarak 90'larda, kitle hareketindeki devrimci kabarışa dek toplumsal mücadele büyük ölçüde sindirildi. Sermaye diktatörlüğü, faşist yöntemlerle olgunlaşmakta olan devrimin önüne geçmeyi becerebildi. Devrimci hareket ve toplumsal mücadele ağır bir yenilgi almış oldu. Bu devletin ve emperyalizmin üstün bir başarısı değildi. Açık yüreklilikle söyleyelim ki bu yenilginin temel sebebi devrimci hareketin kendi yapısal ve düşünsel (ideolojik) plandaki zayıflıkları idi. Devrimin koşulları bu denli olgunlaşmışken ve milyonların desteğinin kazanıldığı koşullarda, dönemin sol/devrimci örgütleri devrimi gerçekleştirme iradesini, iktidarı alma kararlılığını gösteremediler.
Bugün geçmişi aşarak geleceğe daha güçlü adımlarla yürümeliyiz. Bu gün bu topraklarda işçi sınıfının devrimci ideolojisini kuşanan komünist hareket geçmişin deneyimleri üzerinden geçmişi aşarak ve geleceği güvence altına alarak yükselmeye devam ediyor. 12 Eylül darbesi evet bir dönemin yükselen mücadelesini zayıflattı. Ancak hiçbir darbe sınıflar çelişkisi üzerinden yükselen bu düzende bilimsel sosyalizm gerçeğini yok edemez. Devrim tüm yakıcılığıyla bizi çağırıyor. Sosyalizm, bu topraklarda en çokta bugün, açlığa, yoksulluğa ve ölümlere mahkum edilmiş milyonlarca işçinin emekçinin gerçek kurtuluşunu simgeliyor. Tarih devrime akıyor.