12 Eylül taşeronlaştırmadır, Soma’dır, gülen burjuvazi, satılmış sendikacılardır...
Boşuna çekilmedi bunca acı,
12 Eylül düzenini elbet yıkacağız!
Bugün 12 Eylül askeri darbesinin 34. yıldönümü. Amerikan emperyalizminin “bizim çocuklar” dediği generaller tarafından gerçekleştirilen darbenin amacı özelde, devrimci ve işçi hareketini yok ederek “24 Ocak kararları” olarak bilinen ekonomik-sosyal yıkım programını hayata geçirmekti. Çünkü işçi sınıfından kopuk da olsa siyasal alanı belirleyen halkla bütünleşmiş güçlü bir devrimci hareket ile birlikte sermayeye militan direnişlerle kafa tutan güçlü bir işçi hareketi vardı. Bunları ezmeden bu ülkede emperyalizm ve yerli işbirlikçileri sefa süremezlerdi. Türkiye İşverenler Sendikası (TİSK) Genel Başkanı Halit Narin’in, darbeyi “bugüne kadar işçiler güldü, bundan sonra biz güleceğiz” diyerek alkışlaması boşuna değildi. En büyük burjuva Vehbi Koç ise darbecilerin şefi Kenan Evren’e “İşçi-işveren ilişkilerini düzenleyecek olan kanunlar asgari hata ile çıkarılmalıdır. Bazı sendikaların Türk devletini ve ekonomisini yıkmak için bugüne kadar yaptıkları aşırı hareketler, göz önünde bulundurulmalıdır” diyerek kendisinden beklentilerini bir emirname ile bildiriyordu.
Darbeciler hem emperyalizmin hem de işbirlikçi burjuvazinin emirlerine koşulsuz uydular. Yüzbinlerce insan gözaltına alınıp tutuklandı. Karakollar, zindanlar işkencehanelere döndü. Yüzlerce insan yargılanmadan katledildi, içerisinde yaşı büyütülerek asılan Erdal Eren’in de olduğu onlarcası göstermelik yargılamalardan sonra idam edildi.
Tüm bunlarla başta DİSK olmak üzere işçi sınıfının mücadele örgütleri kapatıldı, işçi sınıfının öncüleri ya öldürüldü ya da işkence edilerek zindanlara kapatıldı. Grevler yasaklandı, mücadeleci işçiler işten atıldılar. Bunlar yapıldıktan sonra ekonomik-sosyal yıkım programı hayata geçirildi. Grev ve toplu sözleşme hakları tırpanlandı, sosyal ve ekonomik haklar gasp edildi, taşeronlaştırma ve özelleştirmenin önü açıldı. İşçi hareketinin beli kırıldığı için sermayenin hep güleceği koşullar yaratıldı. Sarı sendikalar yoluyla yaratılan işbirlikçi sendikal düzende işçi sınıfının eli kolu bağlandı.
Böylelikle emperyalizm ve işbirlikçi burjuvazi için keyiflerince sefa sürecekleri bir sömürü cenneti yaratıldı. Bu 12 Eylül’den önce bir hiç olup darbeciler tarafından bir anda işçilerin üye yapıldığı Türk Metal gibi sendikaların bekçilik yaptıkları bir düzendi. Yaratılan bu yeni düzende başbakan koltuğuna MESS’in Genel Başkanı Turgut Özal otururken, MESS patronlarına kök söktüren işçiler tutuklanmış, sendikaları Türkiye Maden-İş’in kapısına kilit vurulup yöneticileri de tutuklanmıştı.
Aradan 34 yıl geçmesine rağmen ve bu arada işçi sınıfı bu düzeni yıkmak büyük eylemler gerçekleştirdiyse de, onu yıkmak mümkün olmadı. Öyle ki 34 yıldan bu yana hala sermaye gülerken işçi sınıfı kan ağlıyor. İşte bunun en büyük ispatı da işçi katliamlarıdır.
Bunun için “12 Eylül nedir?” sorusuna yanıtımız şudur: “12 Eylül taşeronlaştırmadır, Soma’dır, gülen burjuvazi, satılmış sendikacılardır.”
12 Eylül darbesini gerçekleştiren generalleri görevlerini yapıp emekli oldular, ama düzenleri sürdü. Tüm devlet aygıtı, hükümetler ve şimdi de AKP hükümeti, bu düzeni olduğu gibi sürdürdü. Özellikle sonuncusu 12 Eylül askeri darbe dönemiyle yarışır uygulamalara imza attı. AKP’nin yönettiği rejim, polisin askerin yerine geçerek keyfince terör estirdiği, hukuksuzluğun kol gezdiği, sudan sebeplerle insanların gözaltına alınıp zindanlara kapatıldığı, her türlü muhalif sesin susturulduğu bir rejimdir. Bu rejimde işçiler 12 Eylül döneminde bile olmadığı kadar ağır bir sömürü ve yoksulluğun pençesindedirler. Bu rejimde yüzlerce işçi diri diri mezara gömülürken sorumluları el üstünde tutulmakta, göstermelik yargılamalara bile gerek görmemektedirler.
Boynuz kulağı geçmiştir. Kendileri de 12 Eylül’ün büyüttüğü AKP yöneticileri, darbeci generalleriyle yarışmaktadır. 12 Eylül rejimi hem siyasal hem de ekonomik ve sosyal bakımdan tüm temel direkleriyle ayakta dururken, darbeci generallerin koltuğunda AKP’nin şefleri oturuyor.
Dahası, sendikalarının koltuklarında sermaye uşakları otururken, işçi sınıfının öncü kolu olan metal işçileri hala Türk Metal sultası altında tutuluyor. O Türk Metal ki 12 Eylül’ün yıldönümünde fabrika önünde devrimci işçi kanı dökmeye kalkıyor.
Fakat unutulmamalıdır ki, hem 12 Eylül darbecilerinin hem de bu darbecilerin yarattıkları düzen ve bu düzenin köşe taşlarını tutanlar, ne yaptılarsa direnişi ezemediler. Zulmün ve baskının kesintisiz biçimde ve en hoyrat biçimlere dönüşerek sürdüğü bu düzende, direnen devrimciler ve işçiler hep oldu. Meydanlar hiç boş kalmadı ve isyan ruhu tükenmedi. İşçi sınıfı da bugün olduğu gibi sermayeye ve işbirlikçilerine karşı mücadeleyi elde bırakmadı, bırakmıyor.
Bunca acı boşuna çekilmedi. En zor koşullar göğüslenerek yaratılan bu devrimci direngenlik ülke toprağına ekilmiş tohumdur. Geçtiğimiz yıl gerçekleşen Haziran direnişi bunu doğruluyor. Ama Haziran’ın sadece bir başlangıç olduğunu biliyoruz. Mücadele sürecek, bugün kendisine giydirilen deli gömleğinden kurtulmaya çalışan işçi sınıfı nihayet ayağa kalkacak, bu düzen de o zaman yıkılıp gidecektir.
Metal İşçileri Birliği
12 Eylül 2014