Dünya Biyolojik Çeşitlilik Konseyi (IPBES), “Gelecekteki salgınları önlemek için ekonomi yeniden yapılandırılmalı” tavsiyesinde bulunuyor. IPBES söylediğinin ne anlama geldiğinin farkında mı bilinmez ama bu “tavsiye” bir sistem değişikliği, bir başka deyişle kapitalizmi aşma önerisi anlamına gelmektedir.
Covid-19’un Çin’in Wuhan kentindeki bir pazarda hayvanlardan insanlara bulaştığı varsayımından sonra, bu pazarda “her şey”in var olduğu teması, emperyalist merkezlerin tekelci basınının manşetlerine çıkarıldı. Anlatılmak ve verilmek istenen mesaj, Covid-19 salgınının sebebinin, “kedi ve köpek, hatta yarasa çorbasından pangolin embriyoları ve bambu faresine kadar ‘her şeyi’ yiyen Çinliler” olduğuydu. Küresel kapitalizm türden kültürel ırkçı klişelerle bir kez daha kurtarılma çalışılıyordu.
2020’nin Ekim ayı sonunda yayınlanan IPBES raporunda, “Salgınların ortaya çıkışı öncelikle Çin veya başka ulusların yeme alışkanlıkları nedeniyle değil, endüstriyel çevre tahribatından kaynaklanıyor” denilerek, küresel kapitalist sisteme işaret ediliyordu. 700’den fazla bilimsel makaleye dayanan IPBES raporunun tekelci medya tarafından büyük ölçüde göz ardı edilmesi dikkat çekici bir olgu olarak anılmalıdır.
“Pandemic Era” salgın dönemi
BM örgütü IPBES, “Hiçbir şey olmamış ve her zamanki gibi doğayı kâr için tahrip etmeyi bırakmazsak, salgın asrının başlangıcındayız” diyerek, insanlığı bekleyen küresel salgınlar tehlikesine işaret ediyor.
Covid-19 ve benzeri gibi virüsler hep vardı ve var olmaya devam edeceklerdir. Bu virüsler biyolojik çeşitliliğin tahrip edilmesiyle insanlar için bir tehlike olmaya başlar ve insanlara bulaşarak salgın tehlikesi oluştururlar.
Burada tarımın insan ihtiyacına göre olmayan azami artı-değere dayalı endüstriyel, yani kapitalist kullanımının yaygınlaşması ve bunun giderek devasa boyutlara ulaşması biyolojik çeşitliliğin yok edilmesi de büyük bir rol oynamaktadır. Doğal kaynakların (su, orman, kömür, madencilik, petrol) hoyratça sömürülmesi, tarımda tekelleşme, yabani hayatın yok edilmesi, vahşi hayvanlar ile evcil hayvanlar arasındaki temasın yoğunlaşması ve bu yolla hastalıkların insanlara bulaşması, küresel salgınlarda ifadesini bulan enfeksiyon potansiyeli ortaya çıkarmaktadır. Yani, ekosistemin bozulmasıyla ortaya çıkan virüs çeşitleri, konaklayacak mekan olarak insanı seçerek, salgına neden oluyorlar.
Tarımın tekelleşmesi, doğanın tahribi, kır yaşamının “cazibesini” yitirmesi aynı zamanda kapitalist kentleşmeleri yoğunlaştırdı. Kapitalist üretim tarzının neden olduğu bu kentleşme de virüslerin çok daha hızlı yayılarak salgına yol açmasına neden oluyor. Bu nedenle, salgınların genellikle olduğu gibi çevrede ortaya çıkması, daha sonra da küresel kapitalizmin merkezlerini vurması tesadüfi değildir. Küresel kapitalizmin merkezlerini vuran virüsleri burada, bu tür “yüklerle” artık baş edemeyen neo-liberalize edilmiş, kapitalist sağlık sistemlerini çökme aşamasına getiriyor.
BM-IPBES raporu, son yıllarda ortaya çıkan salgınların izini tüm yönleriyle ele alarak, mevcut tarım yöntemine kadar takip ediyor. Örneğin yine Çin’de 2002’de ortaya çıkan SARS salgınında, birçok başka faktörün yanı sıra, yaban hayatın tahribi ve yaban hayvanların başlıca neden olarak görülmesi “ekolojik dengeleri” tartışmanın odağına yerleştirmişti. Ancak bu yaban hayvanların Batı moda endüstrisi için yetiştirildiği gerçeği, göz ardı edilerek, hep gizlenmeye çalışıldı.
Küresel yaban hayatı ticareti esas olarak emperyalist Batı’daki yüksek talepten kaynaklanıyor. Bu talep 1980’lerden günümüze yüzde 2 bin büyüyerek devasa bir sermayeyle zengin bir pazara dönüştü. 2003 yılında, ABD’de egzotik hayvan ithalatının, “maymun çiçeği” salgınına yol açması da bu “zengin pazarın” önüne geçemedi.
Doğal hayatı ve çevreyi sistematik olarak tahrip eden küresel et ve tarım endüstrisinin rolü de burada göz ardı edilmemeli.
Emperyalist tekellerin yol açtığı doğa tahribatını ‘ustaca’ gizlemeye çalışan IPBES adlı BM örgütü, “Şirketler esas olarak tüketicilerin isteklerini yerine getiriyorlar” savıyla, esas “suçlunun” tüketici olduğunu ima ederek, emperyalistlerin hizmetinde bir kuruluş olma kimliğini ele vermektedir.
Salgın hastalıklar yılda yaklaşık 1 trilyon dolara mal oluyor
Solcu ve marksist kimliğiyle bilinen epidemiyolog Rob Wallace, “Salgın ve salgın riskleri kapitalist üretim tarzıyla doğrudan ilişkilidir” diyerek esas gerçeğe işaret ediyor. Wallace, salgınlarda küresel kapitalizmin rolünü de “Gine’de palmiye yağı için bölge halkının elinde olan palmiye bölgelerinin adeta el konularak kamulaştırılması ve sermayenin emrine sunulması Ebola salgınının patlak vermesine neden olduğuna dair kanıtlar var” sözleriyle hatırlatıyor. Keza Mısır’da, Mübarek rejimi altında tarım ve hayvancılığın konsantre edilmesi, milyonlarca insanın büyük kentlerin varoşlarına yığılmasına yol açtı ve bu da kuş ve domuz gribi gibi küresel salgınlarının ortaya çıkmasına neden oldu.
Elbette araştırmaları koordine eden, küresel risk alanlarını tespit eden ve buna karşı alınması gereken önlemleri belirleyen IPBES gibi uluslararası kuruluşlara ihtiyaç vardır. Ancak bu kuruluşların emperyalist devletlerin fonlarından beslendikleri için onların suçlarını gizlemek, olmadı hafifletmek gibi bir görevlerin olduğu da göz ardı edilmemelidir. Biyolojik çeşitliliğin korunmasının, sürdürülebilir bir tarım ve çevre politikasının kapitalizm sınırları içinde mümkün olmadığı, kapitalist sistemin kendi kuruluşları tarafından da itiraf edilmektedir.
IPBES’in hesabına göre, kapitalizmin ekosisteme verdiği zarar, yarattığı tahribatlar nedeniyle ortaya çıkan küresel salgınlar, yılda yaklaşık bir trilyon ABD dolarına mal oluyor. Bunun yükünü de işçiler, emekçiler ve çalışanlar taşıyor.
Kapitalistler ve onların devletleri neredeyse bir buçuk yıllık bir zamanı geride bırakan korona salgınında önlem almak yerine kârlarına kâr kattılar. Uzun süre maske üretmekten aciz olan bu sistem, şimdi de aşı acizliği yaşıyor. Var olan aşılar, koşulsuz insanlığın hizmetine sunulmak yerine, daha fazla kazanç elde etmenin aracına dönüşüyor. Kâr hırsı gelinen yerde aşı kapitalizmine dönüşmüş bulunuyor. BionTech-Pfizer gibi aşı üretim şirketleri kârlarını 2-3 ay gibi kısa bir sürede milyar dolarlara katlıyorlar.
Kâr hırsı salgını önlemede bir bariyer olarak karşımıza çıkmış bulunuyor. Salgın azaldı, önlendi diyecekken, devasa bir nüfusu olan Hindistan’da daha tehlikeli varyantlarla kendini yeniden üretiyor ve bir sistem sorunu olarak insanlığı tehdit ediyor
Bu sistem sürdürülebilir bir sistem olmaktan çoktan çıkmış bulunuyor. Geride bıraktığımız yılda, 200. doğum gününü kutladığımız Friedrich Engels, bir asrı aşkın bir süre önce, Doğanın Diyalektiği adlı eserinde şu saptamayı yapıyor:
“Bilinmelidir ki; doğal varlıklar üzerinde kazandığımızı zannettiğimiz her zafer için doğa bizden öcünü alır. Mezopotamya, Yunanistan, İtalya, Orta Asya ve başka yerlerde işlenecek toprak elde etmek için ormanları yok eden insanlar, çölleşmeye zemin hazırladıklarını, dağlardaki kaynakların sularını kuruttuklarını, azgın sel yığınlarının ovaları basmasına neden olduklarını akıllarına bile getirmemişlerdir. Artık anlamalıyız ki; bizler hiçbir zaman doğaya egemen olmak gibi bir çaba içinde olmamalıyız; tersine etimiz, kanımız ve beynimizle ondan bir parça ve onun tam ortasında olduğumuzun bilinciyle davranmalıyız. İnsan olarak doğa üzerinde kurduğumuz egemenlik, onun yasalarını tanıma ve doğru olarak uygulayabilme üstünlüğüne sahip olabilmemizden öteye gitmemelidir.”
Kapitalist sistem çoktan bunun ötesine geçti. “Gelecekteki salgınları önlemek için ekonomi yeniden yapılandırılmalıdır” diyor, Dünya Biyolojik Çeşitlilik Konseyi. Doğru söze ne denir? Kapitalizm sürdürülebilir bir sistem olmaktan çoktan çıkmış ve aşılmayı bekliyor.
Adı geçen eserinde Engels, “Hele varoluşumuzun ilk koşulu olan suyu ve toprağı bir alışveriş nesnesi yapmak, insanın kendisini bir alışveriş nesnesi yapmaya doğru atılmış bir adımdır. Su ve toprağın alınır, satılır bir mal haline getirilerek bir azınlığın tekeline alınması ve geri kalanların dışlanması ahlaksızlıktan başka bir şey doğurmaz” diyor. Kapitalist sistem “ahlaksızlığın” tüm sınırlarını aşmış bulunuyor.
Yaşanan küresel salgınların, doğal felaketlerin sorumlusu, doğayı hoyratça yıkıma uğratarak ekolojik dengeyi altüst eden kapitalizmdir. Tekellerin “kâr, daha çok kâr” hırsıdır. Salgın döneminde sağlık sistemi yerine silahlanmaya devasa rakamlar ayıran bu sistem tüm yönleriyle çürümüş bir ceset olarak tarihin çöplüğüne atılmayı bekliyor. Dolayısıyla, salgınların önünü alma, ekosisteme ve doğaya sahip çıkma mücadelesi, gezegenimizi yaşanmaz hale getiren emperyalist kapitalizmi hedeflemek durumundadır.