Dünyayı etkisi altına alan ve Türkiye’de de ilk resmi vakanın 11 Mart 2020’de açıklandığı Covid-19 pandemisi, ikinci yılını geride bıraktı. Dünya çapında yüz milyonlar enfekte olurken milyonlarca kişi de yaşamını yitirdi. Avrupa’dan Asya’ya, Amerika’dan Afrika’ya insanlık büyük bir felaket ve yıkım yaşadı. Kuşkusuz pandemi bu felaket ve yıkımın görünürdeki sebebidir. Pandemiyi oluşturan koşulların, dolayısıyla tüm ölüm ve yıkımın asli sorumlusu dünyamızı uzun yıllardır yağmalayan kapitalizmdir.
Nitekim Covid-19 salgını, kapitalist sistemin işleyişini ve kapitalizme dair gerçekleri milyonlarca işçi ve emekçinin önüne en çıplak haliyle serdi. Pandeminin ilk yılında ABD, İtalya, Fransa ve İngiltere gibi en gelişmiş kapitalist ülkelerde dahi sağlık sistemi çöküntüye uğradı. Teknolojinin, bilimin bu kadar gelişkin olduğu 21. yüzyılda adeta ortaçağdaki salgınları tekrarlayan görüntüler yaşandı. Elbette ki böylesine büyük salgınlar, hastalıklar insanlık tarihinin her döneminde görüldü/görülmeye devam da edecektir. Ama bu salgınlar karşısında insanlığın nasıl bir yol izleyeceğini, salgınlarla mücadelenin gücünü dünyaya egemen olan sistemler belirliyor. Günümüzdeki belirleyici sistem, dünyaya egemen olan kapitalizmdir. Ve o tam da akıldışı işleyişini doğrularcasına bu sınavda büyük tökezledi. Başka türlü olması mümkün de olamazdı. Çünkü özel mülkiyete dayalı kapitalist sistemde esas olan sermayedir. Sermayenin nasıl daha büyüyeceği, burjuvazinin nasıl daha zenginleşeceğidir. Bundan dolayı insanlık, doğa ve diğer canlılar için yıkım anlamına gelen bir dizi felaket kapitalist sistem için fırsat anlamına gelmektedir.
İki yıllık pandemi tablosu bunun çarpıcı bir özetini sundu.
Pandemi dünya çapında en çok yoksul halkları, işçi ve emekçileri etkiledi. Bir yandan “evde kal” çağrıları yapılırken, diğer yandan milyonlarca işçi ve emekçi çalışmaya mecbur bırakıldı/zorlandı. Zorunlu ihtiyaçların üretimiyle ilgili olmayan fabrikalar, atölyeler ve işletmeler ara vermeksizin, üstelik doğru düzgün önlemler dahi alınmadan pandemi boyunca çalıştırıldı. Kapitalist devletler birbiri ardına “kapanma” ilan ederken milyonlarca işçi ve emekçinin çalışmaya zorlanması pandeminin adeta bir işçi sınıfı hastalığına evrilmesine yol açtı.
Türkiye’de de durum farklı değildi. 11 Mart 2020’de ilk resmi vakanın açıklanmasının ardından ilkokullar, liseler ve üniversiteler önlem olarak kapatıldı. Ancak pandemi boyunca zorunlu olmayan işkollarında dahi üretime ara verilmedi. Milyonlarca işçi ve emekçi hastalığın en ağır seyrettiği dönemlerde dahi çalışmaya mecbur bırakıldı. Sermaye devleti koruyucu tedbir olan “maske” dağıtımını dahi beceremedi. Pandeminin ilk gününden itibaren, büyük sermaye gruplarına pandemi kapsamında teşvikler, krediler açıklanırken, bütün bir toplum kendi kaderine bırakıldı. Pandemi döneminde kapanmadan etkilenen işçi ve emekçilere, gençlere, öğrencilere dönük hiçbir plan, program sunulmadı. İşten atmalar sözde yasaklansa da yüz binlerce işçi ve emekçi ücretsiz izin saldırısına maruz bırakıldı. Eğitim ve sağlık sistemleri adeta çöktü. Milyonlar hastalandı, on binler yaşamını yitirdi.
Geçtiğimiz iki yılda bilim insanları hastalık karşısında aşılar ürettiler. Ancak hatırlanacağı üzere, aşıların kullanılmaya başlaması ile toplumun aşıya erişimi arasında da ciddi bir zaman farkı vardı. İşte bu arada da on binlerce insan enfekte oldu ve çok sayıda insan yaşamını yitirdi. Aşıya erişim sorunu hala da sürüyor. Başta yoksul Afrika ve Asya ülkeleri olmak üzere dünya çapında milyonlarca insan hala aşıya ulaşabilmiş değil.
Türkiye’deki tam aşılama oranı ise henüz üçte bir bile değil. Bunun önemli sebeplerinden birini, toplum sağlığı kapsamında gereken bilinçlendirme çalışmalarının yapılmayışı oluşturuyor. Bu konu öyle ironik bir hal aldı ki, pandemi bahanesi ile “Pandemide halk sağlığı önlemleri alınsın” diyen sağlık emekçilerinin eylemleri yasaklanırken, aşı karşıtlarının eylemlerine izin verildi. Toplum sağlığı için sermaye iktidarını, Sağlık Bakanlığını uyaran, pandeminin etkileri ve sayılar konusunda şeffaflık çağrısı yapan TTB gibi kurumlar ve bilim insanları adeta cezalandırılırcasına soruşturmalara, davalara maruz kaldılar.
Gelinen yerde açıklanan “resmi” rakamlara göre 10 Mart 2022 itibariyle Türkiye’de 96 bin kişi pandemi sebebiyle yaşamını yitirdi. Üstelik bu sayının kat be kat fazla olduğu, neredeyse bütün bir toplum tarafından kanıksanan bir gerçek. Çünkü bu iki yıl boyunca enfekte olanların, yaşamını yitirenlerin sayısı, hastanelerin doluluk oranı gibi bir dizi veri kamuoyundan özellikle gizlendi.
Geçen iki yılın ardından 2 Mart’ta, Sağlık Bakanı Koca “müjde” açıklayarak, bir dizi pandemi önlemini kaldırdıklarını veya gevşettiklerini duyurdu. Dinci gerici AKP iktidarı tarafından krizin en ağırlaştığı dönemlerinde ortaya atılan müjdelere(!) bütün bir toplum alıştı. Ancak pandemi önlemlerine dair açıklanan bu son “müjde” adeta insan aklıyla alay edilmesinin yeni bir örneği. Açıklamaya göre pandemi kapsamında kapalı alanlarda maske zorunluluğu kalktı, karantina süreleri düşürüldü. Belirti göstermeyen ama temaslı olan kişilere test yapılmasının önüne geçildi. Üstelik bunlar günlük ölüm sayısının 200’ü geçtiği, vaka sayısının ise 60 binden aşağı düşmediği, toplumun büyük bir kısmının hala aşılanmadığı günlerde açıklanan “gevşemelerdi.”
Kuşkusuz bütün bir toplum koronavirüsün hayatlarından çıkmasını, önlemlere ihtiyaç duyulmayan günlerin gelmesini dört gözle bekliyor. Ancak bütün veriler salgının hala ağır bir şekilde devam ettiğini ortaya koyarken, sermaye devleti kendi çıkarları için adeta pandemi bitmişçesine bir hava yaratıyor. Birçok bilim insanı bu gevşemenin salgının tablosunu daha da ağırlaştıracağını, kontrolden çıkartabileceğini söylüyor. Örneğin Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Kayahan Pala, bu durum karşısında “Hatırlatma dozu oranı yaklaşık %30, günlük ortalama vaka sayısı 60 binin, ölümler ise 200’ün üzerinde iken Sağlık Bakanlığı’nın COVID-19 pandemisine ilişkin aldığı kararların dayandığı epidemiyolojik ölçütler nelerdir? Bilime dayanmayan kararlar risk grubunu yıkıma götürebilir.” açıklamasını yaptı.
Pandemi ile geçen iki yıla rağmen dinci gerici AKP iktidarının pandemi karşısında toplumu yanıltmaya dayalı açıklamaları, anti-bilimsel ölçütlerle pandemiyi yönetememe krizi yerli yerinde duruyor. Bir kez daha bütün bir toplum, alay edilircesine pandemi karşısında yalnızca kendi başına alacağı önlemlerle korunmaya zorlanıyor. Oysa pandemi toplumsal bir sorundur. Dolayısıyla çözümü de toplumun genelini ilgilendir ve pandemiye karşı verilecek mücadele de ancak toplumsal bir çaba ile başarıya ulaşabilir. Toplumun bütün zenginliklerine çöken yağmacı ve talancı mafya devleti bu konuda hiçbir adım atmayacağını iki yıldaki icraatlarıyla ispatlamıştır. O halde bize de yaşam ve sağlık hakkımızı hiçe sayan bu asalak sermaye düzenine karşı mücadeleyi yükseltmek düşüyor.