Pandemi, tarım işçileri ve kıtlık korkusu

Tarım-hasat mevsiminin korona salgını dönemine denk gelmesi Türk sermaye devletinin de işini zorlaştırdı. Önceki yıllarda yaptığı gibi davranma, tarım işçilerini ve sorunlarını görmezlikten gelme lüksü kalmadı.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Sınıf
  • |
  • 16 Nisan 2020
  • 11:49

Sermaye devletlerinin korona salgını karşısında içine düştükleri çaresizlik, tarım mevsiminin başlamasıyla birlikte içinden çıkılmaz hale geliyor. Bir yanda kentlere yığılı nüfusun beslenmesi için gerekli olan tarımsal ürünlerin tedarik edilmesinin baskısı var. Diğer yanda tarım alanlarının ekilmesi, çapalanması ve hasadın kaldırılması sorunları orta yerde duruyor. Yarattıkları sorunlar içinde kıvranan kapitalist devletler, her zaman olduğu gibi çözümü tarım işçilerinin yaşamlarını şansa ve kaderin eline terk etmekte buluyorlar.

Her sınıf pandemi ve sonuçlarını değişik yaşıyor

Pandeminin etkisi gibi sonuçları da kapitalist ülkelerin sistem içerisinde tuttukları yere göre değişiyor. Tek tek kapitalist ülkeler bazında ise etkiyi sınıfsal ayrımlar belirliyor. Salgın toplumun farklı sınıflarını değişik oranlarda etkiliyor. Kısacası her doğal felaket gibi korona salgını da saraylar ile barakalarda aynı yıkıcı sonuçlara yol açmıyor. Revaçta olan iddiaların aksine, pandemi sınıfsal farklılıkları ortadan kaldırmak bir yana, daha çok belirginleştirerek görünür kılıyor.

Kapitalist-emperyalist metropoller açıkladıkları korona ekonomi paketlerinden çok az bir miktarını da olsa sosyal patlamayı yatıştırmak için harcayabilecek durumdalar. Kısa mesai çalışma ücretlerini ise işçilerden yapılan kesintilerden oluşan ve hala tam olarak yağmalayamadıkları işsizlik fonlarından karşılama imkanına sahipler. Elbette emperyalist metropollerdeki işçilerin bu kazanımlarının arkasında işçi sınıfının önemli bir mücadele kültürü birikimine ve deneyimine sahip olması yatıyor, ki işçi direnişleri ve grevleri tarihi bu kültürün aslını oluşturmaktadır. İşçiler bu tarihsel kültürlerinden aldıkları güçle, sendikaların işbirlikçi tutumlarına rağmen taleplerini ve iradelerini kapitalistlere kabul ettirebiliyorlar. Mercedes gibi büyük tekeller üretime devam etmek istemelerine rağmen işçiler arasında oluşan direniş dalgası, tekelleri geri adım atmak zorunda bırakabiliyor.

Tarım işçileri ve sorunları

Türkiye gibi ekonomik ve finansal olarak emperyalist-kapitalist dünyaya bağımlı ülkelerde ise emekçilerin payına ya evde kalıp açlıktan ölmek veya tezgah başlarında salgınla köşe kapmaca oynamak düşüyor. Birbirinden kopuk ve daha çok da gezginci olan mevsimlik ve kayıt dışı çalışanlardan oluşan tarım işçilerinin durumu genel tablo içerisinde çok daha vahimdir.

Finans kapitalin neo-liberal yağmacılığı, önündeki ulusal çitlerin ve gümrüklerin yıkılmasına bağlı olarak, geçen yüzyılın ortalarında, daha çok da 1980’li yıllarla birlikte dünyanın dört bir yanına bir virüs gibi yayılmıştı. Bu süreçten payına düşeni fazlasıyla alan Türkiye kapitalizminin hızlanan gelişmesi, tarımda köklü dönüşümü de beraberinde getirtirdi. Dünya Bankası’nın kırsal bölgeleri veya tarım alanlarını insansızlaştırma fonları bu süreci hızlandırdı. Küçük toprak parçalarının büyük tarım çiftliklerine dönüşmesinden çok tarımda yaygınlaşan makineleşmenin küçük toprak parçalarını rantabl olmaktan çıkarması sonucunda kentleşme katlanarak büyüdü. Bu dağınık küçük işletmelerde günübirlik çalışarak hayatlarını sürdüren mevsimlik tarım işçileri, dünün yoksul topraksız köylülerinin boşalttığı işgücü alanını dolduranlardan oluşuyor. İşçileşme düzeyi, dolayısıyla da işçi kültürü ve mücadele deneyimi zayıf, örgütlenmesi zor olan bu kesimin nesnel durumu, bir araya gelerek ortak mücadele geliştirmesini olumsuz yönde etkiliyor.

2018 Mart dönemine dair Türkiye İstatistik Kurumu İşgücü Anketi’ne göre tarım işçilerinin sayısı 4 milyon 983 bin civarında. Bu sayının büyük bölümünü, başta Şanlıurfa, Adıyaman, Diyarbakır, Batman, Mardin, Şırnak olmak üzere Kürdistan’ın değişik illerinden gezici mevsimlik işçi olarak ilkbahardan başlayıp sonbahara kadar Türkiye’nin farklı bölgelerine çalışmaya gidenler oluşturuyor. Bu tabloya, son yıllarda hatırı sayılır miktarda Suriyeli savaş göçmeni de dahil olmuş durumda.

Hiçbir sosyal güvenceye ve hakka sahip olamayan, kayıt dışı ve kaçak çalıştırılan tarım işçilerinin bu dağınık tablosu, ucuza istihdamın önünü açıyor. Aynı tablo, kırdaki küçük ve orta burjuvazinin çoğu kere de işçilerin zaten düşük ücretlerinin tamamını ödememesini veya bir bölümüne el koymasını kolaylaştırıyor. Bu durum Türk sermaye devletinin de işine geliyor. Zira Tarım işçilerini asıl olarak Kürt yoksulları oluşturuyor ve çalıştıkları yerler ise kır burjuvazisinin yatkın olduğu gerici ve şoven milliyetçiliğin hakim olduğu bölgelerdir. Türk sermaye devleti bu sayede bir taşla iki kuş vurmuş oluyor. Hem işçileri ucuza çalıştıran ve hak edilen düşük ücretleri dahi gasp eden kırsal Türk burjuvazisini kollayarak, onları sisteme daha çok bağlıyor hem de Kürt düşmanlığı üzerinden ihtiyaç duyduğu milliyetçi dalgayı köpürterek kentlere taşıyor. Bu zehir, sanayi proletaryasının bölünüp parçalanmasında da işlevsel oluyor.

Sorunlardan ve halktan kopuk, dar kafalılık örneği bir genelge

Tarım-hasat mevsiminin korona salgını dönemine denk gelmesi Türk sermaye devletinin de işini zorlaştırdı. Önceki yıllarda yaptığı gibi davranma, tarım işçilerini ve sorunlarını görmezlikten gelme lüksü kalmadı. 20 yaş altı ve 65 yaş üstü nüfusun sokağa çıkmasını yasaklamış olması da durduk yere başına dert açtı. AKP-Erdoğan iktidarı tarım işçileri için yeni bir genelge yayınlamak zorunda kaldı. İçişleri Bakanlığı’nın, tarımsal üretimin devamı için alınan tedbirler kapsamında, 4 Nisan’da İller İdaresi Genel Müdürlüğü üzerinden il valiliklerine gönderdiği “Koronavirüs Tedbirleri/Mevsimlik Tarım İşçileri” konulu yazıda komisyon kurulması isteniyor: “İlde Valilerin başkanlığında ilgili kamu kurum ve kuruluşları ile İl Tarım ve Orman Müdürü, İl Sağlık Müdürü, İl AFAD Müdürü, İl Göç Müdürü, kolluk temsilcileri, yerel yönetim temsilcileri, Ziraat Odası Başkanlığı gibi meslek odalarının temsilcilerinin yer aldığı bir komisyon kurulacak.”

Genelgede ayrıca, “İl dışından tarımsal insan gücü ihtiyacı varış ili valiliklerince tespit edilecek, bu ihtiyacın karşılanabileceği valiliklere bildirilecek. Talepte bulunulan valiliklerce Aracı Belgesi verilmiş kişiler veya işçi grubu temsilcileri aracılığıyla şehirlerarası seyahat edecek olan mevsimlik tarım işçileri belirlenecek.” dendikten sonra, göz boyama babında ve asıl olarak da sorumluluğu üzerlerinden atmak için güya tedbirlere işaret ediliyor: “Mevsimlik tarım işçileri, harekete geçmeden önce gerekli sağlık kontrollerine tabi tutulacak ve seyrekleştirme kurallarına uygun toplu ulaşım araçlarıyla çıkış ilinden transit şekilde varış iline gidecekler.”

Masa başında hazırlanan genelgede, “İl ve İlçe Hıfzıssıhha Kurulları kararları doğrultusunda sürecin yönetilmesi için mevsimlik işçilerin konaklayacağı tesis, konteynır, çadırlarda yatak aralarının en az bir 1,5 metre olması, sosyal alanlarda 1,5 metre olan kişiler arası sosyal izolasyon mesafesinin korunması, kapalı alanın sıklıkla havalandırılması, bu yapılamıyorsa yatak aralarındaki mesafenin en az 3 metre olması gerektiği” de belirtiliyor.

İşler bu kadar basit olsaydı ve yayınlanacak genelgelerle sorunlar çözülebilseydi Türkmenistan’da koronavirüs vakası sorunları çoktan çözülmüş olurdu.* Tarım işçilerinin durumunu ve çalışma koşullarını görmezlikten gelip üzerinden atlayarak, yayınladıkları genelgenin gücüyle sorunu bir çırpıda çözebileceklerini sanan dar kafalılar, sorunu daha da karmaşık hale getirdiklerini ya bilmiyorlar veya bilmek işlerine gelmediği için bilmezlikten gelmeyi tercih ediyorlar.

Genelgenin de gösterdiği gibi mevsimlik tarım işçilerinin durumu AKP-Erdoğan iktidarının umurunda bile değil. Tersi olsaydı, örneğin Kalkınma Atölyesi’nin hazırladığı “Mevsimlik Gezici Tarım İşçisi İzleme Haritası”nı bir nebze de olsa dikkate alırlardı. Söz konusu belgede Harran Üniversitesi’nin Urfa ve Adıyaman’da yapmış olduğu bir saha çalışmasına yer veriliyor. Yüz yüze yapılan görüşmelerde 1000’i aşkın aileye “son bir yıl içinde kaç ilde tarım işçiliği yaptıkları” sorulmuş. Aileler ortalama 48 ilde çalıştıklarını belirtmişler.** En çok 5-6 ay gibi bir süre içerisinde 48 ilde çalışmak zorunda kalan ailelerin sağlık kurallarına veya en azından yayınlanan genelgeye uygun olarak da olsa barındırılıp, nakil işlerinin yapılacağını beklemek için kişinin mevcut düzende ya İçişleri Bakanı ya vali veya kapıkulu bürokrat olması gerekir.

“Ölüm korkusu ile ekmek kavgası arasında kaldık”

Yayınlanan genelge, tarım işçilerinin sorunlarını (düşük ücret, hak edilen ücretlerin ödenmemesi, sigortasız çalıştırma, barınma olanaklarından yoksunluk, temiz suya erişememek vb.) çözmek ve işçileri korona salgınından korumak bir yana, zaten berbat olan koşulları daha çok karmaşıklaştırmaktan başka bir işe yaramıyor. Tarım işçileri yayınlanan genelgenin yaşamlarına güvence sağlamak bir yana, durumu daha da karmaşık hale getirdiğini kendi öz deneyimlerinden de biliyorlar.

Urfa’nın Viranşehir ilçesinde yaşayan ve 32 yıldır mevsimlik tarım işçiliği yapan İsa Yıldız, içinde bulundukları ruh halini “Ölüm korkusu ile ekmek kavgası arasında kaldık” sözleriyle ifade ediyor. 20 yıl önce mevsimlik tarım işçiliğine başlayan Batmanlı 47 yaşındaki Elfeddin Güzel ise, “korona salgınından önce de işçilerin çok kötü koşullarda çalıştıklarını, toplumun en alt sınıfının mevsimlik tarım işçileri olduğunu belirtiyor. Elfeddin Güzel sigortasız, güvencesiz ve kaçak çalışmalarına rağmen çok az kazanabildiklerini ve çok defa bunların da ödenmediğini sözlerine ekliyor:

“Kimi zaman gittiğimiz bazı yerlerde işçiler zorbalıkla da karşılaşıyorlar. Mesela geçen sene Rize’nin Pazar ilçesinin bir köyüne çay toplamaya giden işçilerin parasına el koyan muhtarlar, işverenler de oldu. Ziraat odasına gittiğimizde ‘Dava açın’ diyorlar, zaten herhangi bir sosyal güvencesi yok, nasıl ispatlayabiliriz ki?”

“En büyük korkum virüsün işçiler arasında yayılması”

Mevsimlik işçilerin aile halinde çalıştıklarına dikkat çeken Kalkınma Atölyesi, tedbir kapsamında işçilerin bu durumunun göz önünde bulundurulması gerektiğine vurgu yapıyor. Kalkınma Atölyesi Yönetim Kurulu Başkanı Ertan Karabıyık, sahaya şu an büyük bir karmaşanın hakim olduğunu söylüyor. “Tarlada, bahçede ne oluyor, sahada durum nedir onu bilmek gerekiyor. Durumun rasyonel bir şekilde planlanması gerekiyor” diyerek, tedbir alınmazsa virüsün işçiler arasında yayılmasından korktuklarını şöyle ifade ediyor:

“Tedbirlerden dolayı ciddi bir yoksullaşmanın farkındayız ve işçilerin iki, üç ayının iyi geçebilmesi için bir şeyler yapmak gerekiyor. En büyük korkumuz, yeterli tedbir alınmazsa, pandeminin işçilere ve tarım alanlarına yayılması olacak. Sahadaki durum bilinmeden genelge üzerinden bir şeyler yapmak yeterli değil ve en büyük korkum virüsün işçiler arasında yayılması.”

Kim için hasat?

Hasat mevsimi başladı. Kapitalist sistemin süren ekonomik krizi pandeminin de etkisiyle giderek derinleşiyor. Dünyada ise bir yanda işsizlik, yoksulluk ve kıtlık, diğer yanda silahlanma ve savaş çanları çalıyor. Devasa teknolojik olanakları, birikmiş toplumsal zenginlikleri elinde tutan burjuvazinin, dünya çapında planlı, koordineli ve ihtiyaçların karşılanmasını amaçlayan bir sistem kurmakta başarısız olduğu döne döne ortaya çıkıyor. Ki zaten burjuvazinin öyle bir amacı yok ve hiçbir zaman da olmadı. Burjuvazinin elinde toplanan teknik doğaya ve insanlığa, kısacası bir bütün olarak canlı yaşama karşı savaş araçlarına dönüşmüştür.

O halde “Kim için hasat?” sorusunu sormanın zamanı gelmiştir…

__________
* Orta Asya ülkesi Türkmenistan, koronavirüs ile mücadelede yine yasak yoluna gitti. Şu ana dek hiçbir vakanın açıklanmadığı ülkede “Koronavirüs, COVID-19” kelimeleri bile yasaklandı.

** Koronavirüs: Mevsimlik tarım işçileri için ne tür düzenlemeler getirildi? - Hatice Kamer, BBC Türkçe.