Kapitalizm kendi işleyişi içinde bir taraftan muazzam bir servet, öte taraftan mutlak ya da nispi yoksulluk üretiyor. Sürekli zenginleşen dünyamızda nüfusun ezici bir bölümü sürekli yoksullaşıyor. Zenginleşen dünyada yoksulluk ve açlık küreselleşiyor. Dünyanın bazı bölgelerinde ve ülkelerinde milyonlarca insan kıtlıktan, açlıktan, yoksulluktan ve önlenebilir hastalıklardan dolayı ölüyor. Yayınlanan raporlar da bu temel gerçeği çarpıcı bir şekilde doğruluyor.
Koronavirüs salgını ise zaten kıtlık ve açlık çeken dünyayı daha büyük bir açlık riskiyle yüz yüze bırakmış bulunuyor. Birleşmiş Milletler (BM) korona salgını kapsamında dünyada yeni bir açlık krizi yaşanabileceğine dikkat çeken bir rapor yayınladı. Raporda, “Çok hızlı tedbirler alınmazsa dünyadaki açlık ikiye katlanacak” ifadelerine yer veriliyor. BM’nin raporuna göre dünyada Covid-19 nedeniyle ağır açlık çeken insan sayısı 2020 yılının sonuna kadar 250 milyonu aşacak.
BM Gıda Fonu yetkilisi Arif Husain, “Zaten son derece kırılgan olan bu kitle, Covid-19 nedeniyle felaketi yaşamak üzere” cümlesiyle özetliyor durumu. Husain, 2019’da dünyada açlık çeken 130 milyon kişilik nüfusun, salgının ekonomik etkileri ve gıda zincirinin darbe alması nedeniyle, 2020 sonuna dair tahminlere göre 265 milyonu bulabileceğine dikkat dikkat çekiyor. Güncel tabloda küresel ısınmanın ve 55 ülkede salgının ağır etkiler göstermesinin “ağır gıda yetersizliği”ne yol açacağını bildiren Husain, “Bu durumdan 75 milyon çocuk etkilenecek” diyor.
BM’nin söz konusu raporunda ise özellikle Yemen, Suriye, Afganistan, Kongo, Venezuela, Etiyopya, Güney Sudan, Nijerya, Çad, Burkina Faso, Mali ve Haiti’de ağır açlığın etkilerinin derin bir şekilde yaşandığı belirtiliyor. Ayrıca, açlık yaşayan ve aynı zamanda çatışmaların yaşandığı ülkelerde Covid-19 salgını nedeniyle de durumun çok daha tarifsiz boyutlara ulaşması ihtimaline dikkat çekilerek, dünyaya tedbir alma çağrısı yapılıyor.
Kapitalizm açlıktan öldürüyor
BM, dünyadaki mevcut beslenme durumu, yoksulluk ve açlığın ulaştığı düzey hakkında düzenli olarak basın açıklamaları eşliğinde raporlar yayınlamaktadır. Raporlar basında tartışılır ve bir gün sonra unutulmak üzere konu kapatılır. Yayınlanmış son raporun yanı sıra, 2019’da yayınlanan “Dünyada Gıda Güvenliği ve Beslenme Durumu” raporundaki bilgiler de öncekiler gibi mevcut dünya düzeninin vahşetine tanıklık ediyor. Dünya genelinde 821 milyon insanın (bazı kaynaklar 925 milyon kişi olarak belirtiyor) açlıktan mustarip olduğu, geçen yılın son aylarında duyurulmuştu. Raporun verdiği bilgiye göre gıda güvensizliği 2 milyar insanı etkiliyor. Yani 2 milyar kişinin yeterli gıdaya düzenli erişim imkanı bulunmuyor. Bu insanların %8’i ise Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşıyor.
Yetersiz beslenen veya açlık çeken 821 milyon insanın 489 milyonu savaş veya iç savaşın hüküm sürdüğü ülkelerde yaşam mücadelesi veriyor. Raporlarda da açıklandığı gibi, savaş ve çatışmalar, tarım ürünleri ve gıda dağıtımı için ciddi sonuçlar yaratarak, açlığı ayrıca tetikliyor. Kronik yetersiz beslenmenin dünya çapında “aşırı düzeye” ulaştığı söyleniyor. Savaş ve iç savaşların sonucu olarak dünya genelinde 70 milyon insanın yerinden yurdundan edildiği tahmin ediliyor ve bu insanlar da yetersiz besleniyor.
Yüz milyonlarca kişi açlık seviyesinin altında yaşıyorken, her gün açlıktan dolayı 25 bin kişi de hayatını kaybediyor. Açlık ve yetersiz beslenmeden kaynaklanan ölümler AIDS, sıtma ve tüberkülozun yol açtığı toplam ölümlerden daha fazla. 5 yaşın altındaki 200 milyon çocuk yetersiz besleniyor. Yine her yıl 5 yaş altı yaklaşık 13 milyon çocuk yetersiz ve dengesiz beslenmeye bağlı önlenebilir rahatsızlıklardan ötürü hayatını kaybediyor. Her 5 dakikada bir, bir çocuk açlıktan ölüyor. Her yıl 17 milyon çocuk sadece anneleri yetersiz beslendiği için, normalden az kiloda doğuyor ve “bodur” kalıyor. Her yıl 6 milyon çocuk, 5 yaşına ulaşamadan ölüyor. Yetersiz beslenme ve açlıkla ilgili hastalıklar, gelişmekte olan ülkelerde, ölümlerin %60’ına sebep oluyor. Yanı sıra, BM verileri dünyada tarımsal faaliyet yürüten küçük üreticilerin ve topraksız köylülerin yüzde 70’inin açlık düzeyinin altında yaşamakta olduğunu bildiriyor.
ILO’nun “Küresel İstihdam Raporu”na göre ise dünyada yaklaşık 210 milyon olan işsiz sayısı koronavirüs nedeniyle hızla yükseliyor. Amerika’da sadece üç hafta içinde 17 milyon kişinin işsizlik yardımına başvurması burada anılması gereken bir örnek teşkil ediyor. Daha da önemlisi çalışanların da yoksulluğu giderek derinleşiyor. Dünyada bir milyarı aşkın kişi kendilerini ve ailelerini günlük 2 dolarlık bir kazançla geçindirmek zorunda. Çalışanlar da aileleriyle birlikte açlık sorunu ile karşı karşıyalar.
Welthungerhilfe (WHH) adlı kuruluş da koronavirüsün özellikle yoksul ülkelerde yayılması durumunda sadece bir sağlık tehlikesiyle değil, aynı zamanda bir açlık riskiyle karşı karşıya kalınacağı uyarısında bulunuyor. WHH Genel Sekreteri Mathias Mogge, “Eğer küresel ekonomi korona krizinin bir sonucu olarak durgunluğa girerse, bunun en yoksullar için yıkıcı sonuçları olacaktır. Sadece yüzde birden daha az bir ekonomik büyüme ile yoksulların ve açların sayısı yüzde iki oranında artabilir” diyor ve şunları ekliyor: “İnsanların son yıllarda kuraklık veya sel nedeniyle halihazırda rezervleri yok. COVID-19 salgını nedeniyle uygulanan önlemlerin sonuçları gıda sorununu daha da ağırlaştırmakta ve gıda krizini hızlandırmaktadır. Salgın, küresel açlık durumunu daha da kötüleştirecek ve birçok geçim kaynağını yok edecektir.”
Öte yandan “yoksul ülkelerde “kıyamet”in kopması olasıdır” uyarısında bulunuluyor. Yemen gibi yoksul ve savaşla parçalanmış ülkelerin durumunun felaket olacağı söyleniyor. Pakistan’da Başbakan sokağa çıkma yasağının insanları virüsten kurtarmak yerine açlıktan öldüreceği konusunda uyarıyor. Aynı şeyin birçok Afrika, Latin Amerika ve Asya ülkeleri için de geçerli olduğu belirtiliyor ve ilgili ülkelerin hükümetleri tarafından da benzeri korkular dile getiriliyor. Birçoğu zaten bilinen bulaşıcı hastalıklar içinde boğulmuş olan ülkeler şimdi de açlık hastalığıyla kırılacaklardır.
BM Dünya Gıda Programı (WFP) da korona salgınının bir sonucu olarak büyük bir açlık krizi öngörüyor ve korona salgını sonucu açlığın milyonlarca kişi için bir gerçeklik haline gelmesinden duyduğu korkuyu dile getiriyor. Berlin WFP ofisi sözcüsü Bettina Lüscher, “Gerçekten alarm zillerini çalıyoruz” ve “Bunun büyük bir kriz olacağından korkuyoruz” diyerek, yapacak pek bir şeyleri olmadığı konusunda feryat ediyor.
Salgın, ABD ve İtalya gibi bazı AB ülkelerini de etkilemiş durumda. Amerika şehirlerinden yakın zamana kadar hayal bile edilemeyecek görüntüler yansıyor. Muhtaçlara bedava yiyecek dağıtan “Gıda Bankaları”nın önünde saatlerce bekleyişlere neden olan kuyruklar oluşuyor. Anaheim ve California’da kuyruklar bir kilometreye kadar ulaşıyor. Aynı şey, San Antonio ve Teksas gibi kentlerde de yaşanıyor. Yaklaşık 120.000 kişi bir hafta içinde “Gıda Bankaları”ndan zorunlu gıda yardımı aldılar ve bu, tarihi bir olay olarak kaydedildi. Görüntüler, 1929-1933’teki “Büyük Buhran” sırasında görülen sahnelerle kıyaslandı.
Abartılı da olsa “Amerika kıtlık riski altında mı?” soruları artık alenen soruluyor ve “Gıda Yardım Hatları”na yapılan başvuruların on kat arttığı ileri sürülüyor. Ve ülke çapındaki çiftçiler, tarım işçileri çalışmadığı için ürünlerini kaybediyor. ABD’de açlıkla mücadele eden “Feeding America” kurumu, önümüzdeki süreçte 20 milyon kişinin gıda sorunu yaşayabileceği uyarısında bulunuyor. Aynı zamanda, enfeksiyon korkusu nedeniyle “Gıda Bankaları”nın hemen hemen tümünün kapatılmış olması durumu daha da ağırlaştırıyor.
Raporların ve yardım kuruluşlarının gizledikleri
Rakamların yükselmesi ve “kıyametin kopacağı” dışında raporlara yansıyanlarda bir yenilikten söz edilemez esasında. “Yoksulluk ve açlıkla mücadele”, onu “ortadan kaldırma” vb. gibi bıkmadan tekrarlanan dipsiz yalanların ise artık bir inandırıcılığı yok. Hemen her kurum ve kuruluş sistemin yarattığı dehşeti ve bunun büyüyeceğini biliyor ve bildiriyor. Ama bunların niçin ve nasıl olduğu konusunda özenle susuluyor. “Hayırsever” kurumların, yardım örgütlerinin ve bireylerin insani duygularının ürünü olan çabaları asilce olsa da bunun açlık ve yoksullukla mücadelede yarattığı kayda değer herhangi bir sonuç yoktur. Rakamların her yıl artması bunu ayrıca kanıtlıyor. Kapitalist toplumun kurbanlarına bir tür sadaka anlamına gelen yardımlar ve dayanışmalar vicdanları yatıştırabilir. Ama bu çabalar sosyal acıların, açlık ve yoksulluğun nedenlerini ortadan kaldırma konusunda bir sonuç üretmediği gibi kapitalizmin sorumluluğunu ve vahşetini perdeleme rolü de oynuyorlar.
Dünyadaki açlıkla mücadele etmek iddiasıyla düzenlenen yüzlerce konferans, zirve ve açıklamalar ile hazırlanan raporlar kimi gerçekleri dile getirse de özünde bunlar, egemenlerin ikiyüzlülük örneği şovlardan ibarettir. İklim değişikliğine, savaşlara, kuraklığa ve ekonomik durgunluğa ek olarak, raporlar ve konferanslar aynı zamanda ülkeler ve bölgeler arasındaki eşitsizliği açlığın nedenlerinden biri olarak belirtiyor. Ancak temel sınıf bölünmüşlüğünü ve özel mülkiyet gerçeği gizleniyor. İklimi yıkıma uğratmanın, ekolojik krize yol açmanın, insan faaliyetiyle oluşan afetlerin sermayenin aç gözlülüğü sonucu olduğunu gizliyor. Küresel kapitalist rekabetin bir sonucu olarak savaşların ve iç savaşların yürütüldüğü ülkelerde açlık ve yoksulluğun nedenlerini gizleniyor. Silah tekellerinin insan kemikleri ve kan deryası içinde büyüyen devasa kârlarına bu ülkelerdeki açlık ve yoksulluğun büyümesi eşlik ediyor.
Bolluk içinde açlık
Birçok bileşkenin sonucu olarak bugün dünyamızda zenginlik görülmemiş boyutlara ulaşmıştır. İnsanlık tarihi içinde hiçbir zaman bugünkü gibi bir zenginlik ve bolluk birikmemişti. Ama biriken muazzam zenginliğe rağmen milyarlarca insan temel beslenme, barınma ve sağlık imkanlarından yoksun olarak yaşamakta, yüz milyonlarcası işsizlik ve yoksulluk kıskancında tüketilmekte, on milyonlarcası ise açlıktan ölmektedir. Bu akıldışılığın, bu dehşetin gerisinde kapitalizmin temel işleyiş mantığı ve karakteristik özelliği yatmaktadır.
Kapitalizmin işleyiş mantığı ve karakteristik özelliği, aşırı kârın ve bunun üzerinden sermayeyi büyütmenin güvencelenmesi üzerinden yükseliyor. Kapitalizmi ilgilendiren tek şey “kâr, daha çok kâr”dır. Dolayısıyla insanlığın maddi, sosyal ve kültürel ihtiyaçlarıyla ilgilenmek, kapitalizmin doğasına aykırıdır. O yüzdendir ki kapitalizm, emekçiler için bir ölüm makinası gibi çalışmaktadır. Bugünün dünyasında milyarlarca insanın karşı karşıya bulunduğu yıkıcı sorunları çözecek, insanlığın acılarını dindirecek, açlığı ve yoksulluğu ortadan kaldıracak muazzam bir zenginlik birikmiş ve herkese temel sağlık, beslenme ve barınma imkanı sunacak olanaklar olağanüstü derecede çoğalmıştır.
Fakat yaratılan zenginlikler ve biriken imkanlar üzerinde kapitalist özel mülkiyet tekeli bulunduğu için insanlık açlıktan, yokluk ve yoksunluktan kırılıyor, dehşetli acılar içinde kıvranıyor ve bu katlanılamaz durum yıldan yıla da gelişiyor.
“Günümüzde üretimin toplumsallaşması çok ileri düzeylere varmış, ortaya tüm insanlığı refah ve mutluluk içerisinde yaşatabilecek muazzam bir servet birikimi ve üretim kapasitesi çıkmıştır. Fakat bu zenginlik ve üretim araçları üzerinde bir avuç çokuluslu tekel şahsında sürmekte olan özel mülkiyet, insanlığın ezici bölümünün bugünkü perişanlık içerisinde tükenmesinin nedenidir. Bu evrensel çelişki çözümünü proleter dünya devriminde bulur.” (TKİP Programı)
* Yararlanılan kaynaklar: welthungerhilfe.de ve Saarbrückerzeitung.