Geçtiğimiz günlerde yazar Pelin Buzluk’un Hasan Ali Toptaş’ın kendisine tacizde bulunduğunu ifşa etmesiyle başlayan hareket, çok sayıda kadının yayın, kültür-sanat, akademi alanında kendilerine tacizde bulunan erkekleri ifşa etmeleriyle yayılarak devam etti. Sosyal medya alanında “uykularınız kaçsın” şiarıyla yayılan hareket sonucu kimi yayınevleri bazı yazarlarla sözleşmelerini iptal etti, bazı kurumlar yaptırım uyguladı. Taciz iddiaları kimi sol yazarlara kadar uzandı. Tacizde bulunduğu iddia edilen yazar İbrahim Çolak’ın ifşanın ardından intihar etmesi, tartışmaları daha da alevlendirdi.
İfşa hareketini doğuran koşullar
2017 yılında Amerika’da sosyal medyada yayılmaya başlayan #MeToo (Ben de) hareketi, yapımcı Harvey Weinstein’a karşı cinsel taciz iddialarıyla büyüdü. Hareket, cinsel tacize uğrayan kadın sanatçıların yaşadıklarını sosyal medyada paylaşmalarıyla daha da yayıldı.
Bugün “Uykularınız kaçsın” şiarıyla gerçekleşen ifşa hareketi #MeToo dalgasının Türkiye’deki uzantısı olarak ifade edilmekle birlikte, dünyada ve Türkiye’de yükselen kadın hareketinden güç aldığı açıktır.
Kadınları ikinci cins olarak gören kapitalist düzenin çok yönlü krizi kadınlar üzerindeki baskı, taciz ve şiddetin dünya ölçüsünde boyutlanmasına yol açtı. Ülkemizde ise, dinci-gerici AKP iktidarının 18 yıl boyunca kadınlara yönelik baskıcı politikaları, kadınların konumunu daha da ağırlaştırdı ve kadın hareketinin büyümesini tetikledi. Kadınlar seslerini yükselttiler, kitlesel eylemler gerçekleştirdiler, cinayetleri protesto ettiler, şiddete uğrayan kadınlara sahip çıktılar ve iktidarın kadınları baskı altına alan politikalarına boyun eğmediler. Dinci-faşist rejimin sindirmeye dönük tüm hamlelerine rağmen dinamizmlerini korudular. Bu süreç kadınlara özgüven kazandırdı, moral olarak güçlendirdi ve dayanışma ruhunu besledi.
Bugünkü “ifşa hareketi”, bir dönemdir AKP politikalarına, kadın cinayetlerine, kadınların cinsel kimliğine dönük çok yönlü saldırılara verilen tepkiyle güçlenen kadın hareketinin birikiminin bir ürünü.
“İfşa etme”nin sınıfsal boyutu
Sosyal medyada hızla yayılan ifşa hareketi, bir dizi tartışmayı da beraberinde getirdi. “Kadının beyanı esastır”, “masumiyet karinesi”, “ifşa yöntemi-yargı”, “yöntem olarak ifşa”, “tacize karşı mücadelenin yol ve yöntemleri” vb., bu tartışmaların başlıkları...
“İfşa hareketi”nin başlamasının ardından yaşanan bu tartışmalar, kadın sorununa, sorunun çözümüne ve mücadele yöntemlerine bakışa göre şekilleniyor.
Kapitalist toplumda kadınlar, ezilen cins olmaktan kaynaklı çok yönlü sorunlar yaşıyorlar. Her sınıftan kadınlar aşağılanıyor ve bir bütün olarak kadın kimliği baskıya uğruyor. Ancak tarihsel olarak kadınların karşı karşıya kaldığı baskı ve ezilmişliğin gerisinde sınıflı toplumlar gerçeği, sınıfsal baskı ve sömürü düzenleri duruyor ve kapitalist toplum bu soruna yepyeni boyutlar kazandırmış bulunuyor. İşçi ve emekçi kadınlar sınıfsal konumları gereği, bu sorunu çok yönlü olarak yaşıyorlar. Dolayısıyla, kapitalist toplumda kadın sorunu karşımıza temelde işçi-emekçi kadın sorunu olarak çıkıyor. Cinsel baskı ve taciz de, sınıfsal baskı ve sömürünün bir aracı, görünümlerinden biri olarak yaşanıyor.
Yaşanan şiddet karşısında gösterilen tavırlar da sınıfsal konuma göre farklılık gösteriyor. Şiddet ve taciz her sınıftan kadın üzerinde ağır sonuçlar ve tahribatlar yaratsa da, “ifşa” tutumu daha çok orta sınıf tepkisi olarak öne çıkabiliyor.
Bugün işyerlerinde, fabrikalarda, emekçi semtlerinde sayısız kadın gündelik olarak cinsel baskı ve şiddet ile karşı karşıya kalıyorlar. Ancak iktisadi, sosyal ve kültürel nedenlerle bu yönteme başvuramıyorlar. En başta işini kaybetmesi, “adının çıkması”, işyerinde üzerindeki baskı ve mobingin artması, eşinin şiddetinin ağırlaşması, en “olağan” sonuçlar olarak karşısına çıkıyor. Kamuoyuna yansıyan sınırlı örnekler bile tabloyu yeterli açıklıkta ortaya koyuyor. Kastaş’ta tacizci formenin icraatlarına kadın işçilerin nasıl boyun eğdikleri, Tuzla Rimaks’ta tacize karşı çıkan kadın işçinin nasıl şiddete uğradığı, Yazaki’de sıklıkla yaşanan cinsel taciz ve mobinge kadın işçilerin nasıl sessiz kaldıkları ve tacize uğrayan kadın işçinin şikayetinin ardından yaşadıkları, vb...
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü sürecindeki gözlemlerimiz de bu yöndedir. Pek çok kentte kadına yönelik şiddete karşı mücadele çağrılarını taşıdığımız işçi kadınlar, çağrılara olumlu tepkiler vermişler, mücadele çağrısı içeren bildirileri, şiddete tepki gösterme aracı olan siyah kurdeleleri sahiplenerek, kadına yönelik şiddete karşı tepkilerini ortaya koymuşlardır. Ancak işyerlerinde yaşanan tacizler gündeme geldiğinde, sınırlar çizmeyi tercih etmişlerdir. Kendisinin ya da çalışma arkadaşının karşı karşıya kaldığı cinsel tacize karşı çıkmanın bedeli olarak işinden-ekmeğinden olmayı, üzerlerindeki mobingin artmasını göze alamamaktadırlar.
Bu tablo, asgari ölçüde de olsa işyeri örgütlülüğünün olduğu yerlerde farklılaşabilmektedir. (Novamed, Flormar gibi). Bu da, işyerlerindeki cinsel şiddet ve tacizin panzehirinin örgütlülük olduğunu göstermektedir. Bireysel tepki ve ifşalar, örgütlülük ve dayanışmadan yoksunluk koşullarında, kadının üzerindeki kuşatmayı daha da ağırlaştıran sonuçlar yaratabilmektedir. Bu nedenle milyonlarca emekçi kadın, örgütsüzlüğü nedeniyle, karşı karşıya kaldığı cinsel şiddet ve tacizi “ifşa etme” yolunu tutamamaktadır.
Cinsel taciz ve şiddete karşı mücadele nasıl ele alınmalı?
Bir bütün olarak kadın cinsi üzerinde baskı ve şiddete yol açan ideoloji, kültür ve geleneklere karşı mücadelenin önemi yeterince açıktır. Erkek egemenliğine yaslanarak kadınlara cinsel şiddet uygulayanlara yönelen her türlü tepki anlamlıdır ve “orta sınıf” tepkisi olarak küçümsenemez.
Ancak salt failleri teşhire indirgediği ve sorunun kaynağına yönelemediği ölçüde bu yöntem bir darlığın ve sınırlılığın ifadesidir. Kimi feminist güçlerin bunu temel bir mücadele yöntemi ve aracı olarak ele almaları, onu üreten asıl kaynağı gözden kaçırmaları, en temel zayıflık alanıdır.
Cinsel şiddet ve tacizin gerisinde, baskı, sömürü ve eşitsizlikler üzerine kurulu toplumsal düzenden beslenen erkek egemen ideolojinin yarattığı kimlik vardır. Bu kimlik kendisini üreten zemin ile birlikte hedef alınmak durumundadır. Cinsel şiddet ve tacize karşı mücadele, onu döne döne üreten zemine karşı mücadele ile birleşebilmelidir. Sorunun gerçek çözüm yolunu açacak olan budur.
Sınıfsal baskı, sömürü ve eşitsizliği hedef alan mücadeleler içinde bilinçlenen, örgütlenen, böylece özgürleşmesinin yolu açılan kadın, bu sayede “erkek egemen” ideolojiye, kültüre, geleneklere, cinsel şiddet ve tacize karşı da güçlü bir mücadeleyi yükseltebilecektir. Sadece kadın dayanışmasıyla da değil! O, sınıfsal temellere oturan bu mücadelede erkek sınıf kardeşlerini de yanı başında bulacaktır.