Gerici-faşist rejimin içte ve dışta saplandığı ve içinden çıkamaz hale geldiği batak derinleşiyor. İçteki çok yönlü sorunlar karşısında yaşanan iflası dış politikadaki çöküş tamamlıyor. Çırpındıkça derine gömüldüğü bataktan çıkış imkanını tüketen Erdoğan ve rejimi, ne yapsa da su almış geminin batmasına çare bulmakta zorlanıyor. İç ve dış politikadaki manevra alanları da sınırına dayanmış bulunuyor. İç ve dış siyasal yaşamda son haftalara sığan olaylar dizisi, Erdoğan rejiminin yolun sonuna geldiğini, ömrünün tükenmekte olduğunu gösteren emarelerle doludur. Daha çok emperyalist merkezlerin ve işbirlikçi büyük burjuvazinin tercihlerini yansıtan CHP’nin çıkışı ve TÜSİAD’ın “Yeni Bir Anlayışla Geleceği İnşa” programıyla sahneye çıkışı da bu emareler arasında sayılmaktadır.
Dümeninde Erdoğan’ın bulunduğu Türkiye kapitalizminin derin iktisadi, sosyal ve siyasal krizi, iç toplumsal yaşamın tüm alanlarında olduğu gibi uluslararası ilişkilerde de ağırlaşan sorunlar biriktirmiş bulunuyor. Bu tablo, işçi ve emekçilere çok yönlü büyük bir yıkım ve acı faturalar anlamına gelirken, Türkiye’ye de tarihinin en karanlık dönemini yaşatmaktadır. Bu ve daha bir dizi nedenden dolayı gelinen aşamada alabildiğine yıpranmış, toplumsal tabanı büyük oranda erimiş, meşruiyeti yerlerde sürünür hale gelmiş Erdoğan yönetimi, kendisini soluksuz bırakan çok yönlü bunalımın tüm yüklerini işçi ve emekçilerin omuzlarına yıkmaktan, terör ve zorbalığı tırmandırmaktan başka bir politika izleyememektedir. Ona bugünkü akıbeti hazırlayan da yıllardan beridir fütursuzca izlediği bu politikadır.
Emekçi kitlelerin desteğini büyük oranda yitiren Erdoğan iktidarı, ABD ve Batılı emperyalistlerden de umduğu desteği bulamıyor. Geleceğinin olmadığını görmenin hırçınlığıyla başka şeylerin yanı sıra Irak ve Suriye üzerinden bir maceraya niyetlenerek ömrünü uzatmak istiyor. Ancak tüm efelenmelerine rağmen emperyalist şeflerde izin almadan bunu yapma iradesi görünmediği için umudu Biden ile Roma’da yapacağı görüşmeye bağlamıştı. Glasgow’da yapılması beklenen görüşme Roma’da gerçekleşince, Erdoğan “güvenlik” nedeniyle Glasgow toplantısına katılmadan Ankara’ya döndü. Zaten onu iklim krizi değil, Biden ile yapacağı görüşme ilgilendiriyordu. Görüşmenin ardından Beyaz Saray’dan yapılan açıklamaya göre Biden, “Savunma ortaklığını ve Türkiye’nin bir NATO müttefiki olarak önemini teyit” etse de “Güçlü demokratik kurumların, insan haklarına saygının, barış ve refah için hukukun üstünlüğünün önemini” vurgulayarak, Erdoğan’ın umudunu kırmış görünüyor.
AKP iktidarının bataktan kurtulmak için ABD’ye sığınarak yaltaklanmasının, ABD’nin Çin ve Rusya’yı kuşatma adımlarına uşakça destek vermeye istekli olmasının da pek işe yaramadığı görülüyor. Düne kadar Rusya ve Amerika arasında manevra yaparken, onların kırmızı çizgilerini aşma anlamına gelen adımlar atmış olması her defasında ayağına dolanıyor. ABD’ye karşı S400’lerin yenisini alırız şantajı, Rusya’ya karşı Ukrayna’ya İHA satışı, ABD’ye yaltaklanma adına Ukrayna sorunu üzerinden Rusya ile gerilim yaşaması vb. sonucu bu iki dev güç arasında manevra yapma olanakları iyice daralmış bulunuyor. Son yapılan BM Güvenlik Konseyi toplantısında Çin’in de Türkiye’yi “Suriye’de işgalci bir devlet” olarak ilan etmesi, bunun yeni bir halkası oldu.
Erdoğan’ın tutunduğu dallar peş peşe kırılıyor. İç politikadaki iflasla dış politika alanındaki hezimet, onun sınır ötesi askeri operasyon çılgınlığını iyice depreştiriyor.
Sınıf eksenli devrimci kitle hareketi ihtiyacı
Dinci-faşist iktidar yolun sonuna gelirken burjuva düzen muhalefetiyle liberal-reformist akımlar daha çok seçim ekseni üzerinden ittifak arayış ve girişimleriyle dinci-faşist blok sonrasına hazırlanma çabası içindedirler. “Güçlendirilmiş parlamenter demokrasi” programı çoğunluğun ortak platformudur. Eksenini CHP ve İYİ partinin oluşturduğu altılı burjuva muhalefet cephesinin demagojik söylemler ve kimi halkçı vaatler eşliğinde gündeme getirdikleri “güçlendirilmiş parlamenter sistem”, AKP sonrası düzenin restorasyon “programı”dır. İşçi ve emekçilerin Erdoğan ve AKP’sinin yarattığı karanlıktan kurtulmak isteğini de istismar eden bu “program”, emekçilerin biriken mücadele birikimini bastırmak ve onların arayışını kimi vaatlerle burjuva parlamentosuna hapsetmek, böylece onları düzene bağlamak amacı taşımaktadır. Liberal-reformist partilerin de önemli bir bölümü “güçlendirilmiş parlamenter sistem”i sorunların çözüm adresi olarak sunmakta, böylece onlar da emekçiler arasında sahte hayaller yayarak, onları burjuva parlamento üzerinde düzene bağlama konumuna düşmektedirler. “Üçüncü cephe” programının da düzen içi olduğu yeterince açık bir olgudur.
Bu tablo karşısında devrimci siyasal mücadele açısından esas sorun, faşist iktidar blokunun, burjuva düzen muhalefetinin ve liberal reformist cephenin ne türden adımlar atacağından (bu önemli olmakla birlikte) ziyade, giderek ağırlaşan ve faturası neredeyse günlük olarak katlanan iktisadi, siyasal ve sosyal bunalımların yarattığı yıkım karşısında sınıf ve emekçilerin karşısına nasıl bir mücadele çizgisiyle çıkılacağı, hangi bayrağın yükseltileceğidir. Dolayısıyla düzen içi üç güç odağının karşısına devrim alternatifi, bir diğer deyişle “devrim cephesi” programıyla çıkmak, biricik devrimci tutumdur. İşçi ve emekçi kitlelerin biriken öfkesini, çıkış ve kurtuluş arayışını devrimci sınıf mücadelesi alanına taşımak, onları pratik mücadele süreçleri içinde birleştirip siyasal mücadele sahnesinde bağımsız devrimci bir güç haline getirmek, Erdoğan iktidarına karşı mücadeleyi onu iktidara taşıyıp bugüne kadar getiren büyük burjuvaziye ve emperyalizme karşı devrimci iktidar mücadelesiyle birleştirmek günün en yakıcı görevidir. Reformist-parlamentarist kimliği üzerinde düzen muhalefetine de göz kırpan (CHP’ye ittifak çağrısı) reformist solun böyle bir sorunu olmadığı biliniyor.
İşçi ve emekçiler için yaşamı cehenneme çeviren, onları yokluğa ve açlığa mahkum eden koşullara peş peşe gelen zamlar, kabusa dönüşen hayat pahalılığı ve emekçilerde biriken isyan eşlik etmektedir. Sınıf ve emekçi kitleler için yaşam şartlarının olağanüstü ağırlaştığı, mücadele dinamiklerinin büyüdüğü koşullarda TİS de gündemdedir. Metal işkolu gibi en stratejik sektörde, 150 bin işçiyi kapsayan TİS mücadelesi önemli bir yerde durmaktadır ve bu süreç, “Sınıfa karşı sınıf!” şiarıyla kucaklanmak durumundadır. Zira bu şiarın damgasını taşıyan bir devrimci mücadele hattı, AKP’nin dümeninde bulunduğu günümüz Türkiye’sinde işçi ve emekçilerin acısını çektiği, yıkımını yaşadığı tüm toplumsal, siyasal ve iktisadi sorunların çözüm anahtarıdır. Dolayısıyla ekseninde işçi sınıfın bulunduğu birleşik bir devrimci kitle hareketi geliştirmek günün en temel görevdir.