Son günlerde düzen muhalefetinden ilerici-sol güçlere, emperyalist devletlerden sermaye örgütlerine kadar bir dizi kesim Türkiye’de hüküm süren gerici-faşist rejimin saplandığı bataklığı tartışıyor. Erdoğan yönetiminin “gidici” olduğuna dair açık ya da örtülü mesajlar veriyorlar. AKP sonrası “yeni döneme” hazırlık senaryoları gittikçe daha çok öne çıkarılıyor.
Bu tartışmalara son olarak sermaye düzeninin en temel kurumlarından biri olan ve Türkiye kapitalizmi içerisinde belirleyici bir yer tutan TÜSİAD da katıldı. TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi toplantısında “Geleceği İnşa” şiarı ile 50. Yıl Projesini tanıtan kodamanlar; “demokrasi”den, “hukukun üstünlüğü”nden, “laiklik”ten, “hak ve özgürlükler”den, “AB ile bütünleşme” süreçlerinden ve “İstanbul Sözleşmesi”nden dem vurarak, “Türkiye’nin geleceğini birlikte inşa edeceğiz” mesajı verdi. Bütünlüğü üzerinden bakıldığında söz konusu mesajın esas muhatabı ise başta gerici-faşist iktidar bloğu olmak üzere düzen siyasetinin tüm aktörleri idi. Türkiye’deki sermaye birikiminin önemli bir kesimini elinde tutan para babalarının altını çizdiği ve kaygısını duyduğu “gelecek”in, çok yönlü krizler içerisinde debelenen Türkiye kapitalizminin ve sermaye düzeninin yakın geleceği olduğu açık.
Geride kalan dönem içerisinde yaşanan bir dizi kritik süreçte sessiz kalan, gerici-faşist rejimin pervasız uygulamalarını kendi sefil çıkarlarına zarar gelmedikçe suskunlukla karşılayan TÜSİAD’ın bu son çıkışı elbette nedensiz değil. Zira, gelinen yerde sermaye düzeni açısından işlerin tamamen kontrolden çıkmasından fazlasıyla endişe ediyorlar. Mevcut tablonun gerek ekonomik gerekse siyasal açıdan sürdürülemez olduğunun da fazlasıyla farkındalar. Bunu TÜSİAD YİK Başkanı Tuncay Özilhan’ın şu sözlerinden görmek mümkün:
“Tabii ki tüm ülkeler zaman zaman ekonomik, ekolojik, teknolojik, kurumsal sorunlarla ve salgınlarla karşılaşıyor. Zaten siyasi yönetimlerin işi de bu gerilimleri çözmek. Ancak, tüm bu gerilimlerin şiddetli biçimde üst üste yığıldığı tarihsel dönemler, olağan dönemlerden farklılaşıyor. Bu değişimlere hazırlıksız yakalanmak ve iyi yönetememek kırılmalara yol açabiliyor.”
Bu açıdan bakıldığında, son açıklamalarında dillerine doladıkları “haklar ve özgürlükler”, “demokrasi”, “laiklik”, “hukukun üstünlüğü” vb. söylemlerin aldatmacadan öteye bir anlam taşımadığı kolaylıkla anlaşılabiliyor. Çünkü onlar açısından asıl sorun, Türkiye kapitalizmini pençesine alan çok yönlü krizlerin sermayenin genel çıkarları üzerinden yönetilip yönetilemediğidir. Haklar ve özgürlükler, hukukun üstünlüğü ya da demokrasi gibi söylemleri dillerine dolamalarının gerisinde, işçi sınıfına dayatmaya hazırlandıkları yeni yıkım programlarını perdeleme gayesi yer almaktadır. Kendisini sol-sosyalist olarak tanımlayan kimi kişi ve kurumların “AKP’den kurtulma” hevesiyle tekelci sermayenin “geleceği inşa” paketine sardığı bu aldatmacaya umut bağlaması ise en hafifinden “bönlük” olarak tanımlanabilir. Fakat bu noktada tehlikeli olan onların bönlüğü değil, işçi ve emekçileri de arkalarından sürükleyerek düzen muhalefeti üzerinden TÜSİAD kodamanlarına yedekleme eğilimleridir.
***
TÜSİAD’ın “geleceği inşa” programına daha yakından bakıldığında tekelci sermayenin asıl derdini anlamak hiç de güç olmayacaktır:
“Küresel ekonominin bir süre önce çok büyük bir etkinlik avantajı sağlayan çalışma usulleri, bugün sorunları ağırlaştıran bir etki yaratıyor. Eskiden etkinlik ve maliyet ucuzlaması sağlamış̧ olan bu yapı, pandemi sürecinde üretim kesintilerine ve maliyet artışlarına yol açtı. Ülkeleri birbirine sıkıca bağlayan tedarik zincirleri, pandemi sürecindeki kapanmalar sırasında üretim kesintileri ortaya çıkardı. Mevcut üretim, tüketim, ticaret düzenindeki zafiyetlere karşı işe yarar çözümler üretmek gerekliliği artık ertelenemez bir öncelik olarak kendini dayatıyor.”
Özetle, TÜSİAD kodamanları bir yandan pandemide yaşadıkları “kayıpları” kapatma, öte yandan çok yönlü krizlerin yükünü “yeni yol ve yöntemler” üzerinden emekçilerin omuzlarına yıkma arayışında olduklarını beyan ediyorlar. “Yeniden inşa” programı en özlü bir şekilde bu eğilimin içeriğini oluşturuyor. Aynı zamanda, her açıdan sıkışmış bulunan gerici-faşist rejim karşısında giderek alternatif olarak beliren düzen muhalefetine de bir program sunmuş oluyorlar.
TÜSİAD’ın son YİK toplantısından yansıyan dikkat çekici bir başka olgu ise, sermaye çevrelerinin olası toplumsal patlamalardan duyduğu derin kaygı oldu. Özilhan’ın şu sözleri, TÜSİAD kodamanlarının ülkedeki patlama dinamiklerinden duyduğu korkuyu açıkça özetlemekte:
“Ekonomik kriz, iklim krizi, jeopolitik krizler ve başta mülteci krizi olmak üzere toplumsal gerilimler, daha önce tek tek ele aldığımız sorunlar yumağını bir ateş topuna çevirdi…
Bütün sorunların birbirine bağlandığı, birindeki çözümün mutlaka diğerlerini de dikkate alması gerektiği bir noktadayız.”
***
TÜSİAD’ın üzerine iyi çalışılmış olduğu anlaşılan “geleceği inşa” çıkışı, farklı yönleri üzerinden tartışılmaya devam ediyor. Kimileri TÜSİAD adına yapılan açıklamaları Türkiye’de egemen sermaye kesimlerinin iç mücadelesi olarak yorumluyor, kimileri ise AKP sonrası döneme hazırlık olarak değerlendiriyor. Kendi içerisinde doğruluk payı olabilecek bu yaklaşımlar tek yanlı ele alındığında, tekelci sermayenin yakın geleceğe dönük bütünlüklü eğilimini gözden kaçırmak yanılgısına düşülecektir.
Zira, AKP’nin 19 yıl önce işçi ve emekçilerin başına musallat edilmesinde emperyalistlerle birlikte TÜSİAD’ın belirleyici bir rolü olduğunu herkes biliyor. Uzun yıllar boyunca AKP TÜSİAD’ın açık ya da örtülü desteği ile yol yürüdü. Sömürü çarkları döndüğü sürece gerici-faşist rejiminin “aşırılıklarını” sessizce onayladılar.
Fakat bugün rejimde yaşanan tıkanıklıklar, genel planda düzen siyasetine rengini veren siyasal belirsizlikler ve uluslararası ilişki alanında artan gerilimler, Özilhan’ın da altını çizdiği gibi, ciddi “kırılmaların” zeminini güçlendiriyor. İkincisi, toplumsal gerilimler ve biriken sosyal-kültürel sorunlar yine ilk ağızdan ifade edildiği gibi “ateş topuna” dönüşmüş durumda. Mevcut gerici-faşist iktidarın bu temelli sorunlar karşısında derin açmazlar içerisinde olduğunu ve çok yönlü krizleri yönetmekte acze düştüğünü gören tekelci burjuvazi tek başına rekabet içerisinde olduğu sermaye çevrelerine yanıt üretmiyor, tersine bütünlüğü içerisinde sermaye düzenini tehdit eden nesnel koşullar üzerinden sermayenin genel çıkarlarını güvenceye alacak bir program ortaya koyduğunu ilan ediyor.
Buradan hareketle, TÜSİAD’ın salt başına AKP sonrasına hazırlandığını düşünmek, eksik ve tek yanlı bir değerlendirme olacaktır. Evet, kodamanların “gelecek” planları içerisinde böylesi bir yan bulunabilir, bunu ön görerek bir program oluşturmaları da gayet doğal. Ama tekelci sermayenin AKP’li ya da AKP’siz, yakın geleceği sermaye düzenin genel çıkarları ve hedefleri doğrultusunda şekillendirme kaygısı içerisinde olduğu açık. Ortaya koydukları “geleceği inşa” programının işçi sınıfı ve emekçiler adına çok daha kapsamlı yıkım getireceği de öyle…