AKP-MHP iktidarı, gelinen yerde tüm dikkatini gerici-faşist rejimin bekasına yoğunlaştırmış durumda. İçeride ve dışarıda attığı her adıma, yaptığı her hesaba bu kaygı ve hedef yön veriyor. Hem de salt yaklaşan seçimlere hazırlık bağlamında değil. Her türden günlük gelişme ya da olayda, iktidarın kısa ve orta vadede akıbetini güvence altına alma kaygısının izlerini görmek mümkün.
Gerici-faşist iktidarın beka kaygısı duymakta fazlasıyla haklı nedenleri var. Zira, ekonomiden siyasete, dış politikadan iktidar içi çatışma dinamiklerine, yoğunlaşan sosyal sorunlardan biriken toplumsal tepkiye kadar bir dizi alanda beklenmedik şekilde yaşanacak kırılma ya da kırılmaların, gerici-faşist iktidarı derinden sarsacağı açık. Öte yandan AKP-MHP bloğu, özellikle 7 Haziran seçimlerinden bugüne toplumsal desteğinin zayıfladığının da fazlasıyla bilincine. Fakat bugün, bir dizi açıdan çok daha köşeye sıkışmış, açmazları derinleşmiş, manevra alanları alabildiğine daralmış bir iktidar gerçeği önümüzde duruyor.
Bu açık gerçeklik, gerici-faşist rejimin içeride ve dışarıda saldırgan bir çizgide hareket etmesinin de arka planını oluşturuyor. AKP-MHP iktidarının artan saldırganlığı ise gücünün değil, gerçekte yaşadığı zayıflamanın en dolaysız göstergesi durumunda. Gelinen yerde Suriye’ye yönelik yeni bir işgal saldırısının gündeme taşınması, Erdoğan’ın her vesilede düzen muhalefeti üzerinden toplumsal mücadele güçlerini tehdit etmesi, yasal-fiili uygulamalarla baskı politikalarının tahkim edilmesi iktidar gücünü kaybetmek istemeyen gerici-faşist rejimin önümüzdeki günlerde çok daha saldırgan bir çizgi izleyeceğini gösteriyor. Bu konuda neler yapabileceğini ise yakın dönem olaylarından biliyoruz: Kitle katliamları, provokasyonlar, kirli savaş politikalarının tırmandırılması, işgal harekâtları vb…
Daha dün bunlar yaşanırken görmezden gelen ya da iktidarın arkasına yedeklenen düzen muhalefeti ise, bugün olası bir gerçekliğe işaret ederek “siyasi cinayetler işlenebilir” tartışması açmış durumda. Evet, içinden geçtiğimiz karanlık dönemde iktidarın bizzat hayata geçireceği kirli ve kanlı saldırılar yaşanabilir. Düzen muhalefetinin aktörleri de bu saldırıların hedefi olabilirler. Lakin bu açık tehlike ve tehdidi ancak bugün dile getirebilmesi bile, düzen muhalefetinin çapsızlığını ortaya koymaktadır. Zira, Türkiye’de uzun bir süredir olayların seyri olağan bir akış üzerinden ilerlemiyor. Darbe girişimlerine ve kanlı boğazlaşmalara varan iktidar ve güç kavgalarının yaşandığı, Kürt hareketine dönük imha savaşının boyutlandığı, Kürt siyasetçilerin kitlesel şekilde zindanlara atıldığı, toplumsal muhalefeti bastırmak için ülkenin başkentinde bombaların patlatıldığı bir dönemi geride bırakmışken, “siyasi cinayetler yaşanabilir” demek naiflikten çok ikiyüzlü bir aymazlığın örneği olabilir ancak. Zira yakın dönemde yaşananlar; devrimci-ilerici güçleri, toplumsal muhalefet dinamiklerini ve Kürt hareketini hedef alan kapsamlı saldırılar, ardı sıra patlayan bombalar siyasi kıyım ve katliamdan başka neydi ki?
İttifak tartışmaları ve sol güçlerin arayışı
Ülkeye rengini veren genel siyasal atmosfer bu iken, devrimci-ilerici güçler ve reformist partiler içerisinde öne çıkan temel tartışma başlıklarından birini ittifak ve güç birliği arayışları oluşturuyor. “Üçüncü cephe”, “demokrasi ittifakı”, “birleşik cephe” vb. tanımlamalar üzerinden süren ve temelinde seçimlere hazırlık yaklaşımı yer alan ittifak tartışmaları solun giderek temel gündemi haline gelmiş durumda.
Söz konusu tartışmalar kapsamında HDP’nin “tutum belgesi” reformist soldaki ittifak arayışı açısından belirleyici eksenlerden birini oluşturuyor. Zira, HDP’nin düzen muhalefetiyle mi seçim sürecine hazırlanacağı yoksa ilerici-sol muhalefeti kapsayan bir ittifaka mı yöneleceği, parlamentarist-reformist sol açısından önemli bir yerde durmaktadır. Özellikle Kürt hareketine yedeklenmiş olanlar adına... Tutum belgesindeki “en geniş demokrasi ittifakı” vurgusu ise HDP üzerinden ittifak eğilimi taşıyan reformist partiler açısından en büyük handikap. Zira HDP’nin “en geniş demokrasi ittifakı” birçok ihtimali ve alternatifi içinde barındırıyor. Selahattin Demirtaş vb. gibi önde gelen isimlerin ittifak konusunda yaptığı açıklamalar, HDP’nin reformist sol güçlerle birlikte hareket etme isteğini ortaya koysa da düzen muhalefetine de net bir şekilde kapı kapatılmıyor. Bu konuda, gericilikle ve Kürt düşmanlığı ile malul düzen muhalefetinin alacağı tutumun da HDP’nin ittifaklar politikasında belirleyici bir rol oynayacağı açık.
Reformist solda HDP eksenli ittifak arayışları dışında; TKP, EMEP, Sol Parti, TİP vb. parlamentarist sol partiler de “üçüncü cephe” “halk seçeneği” vb. söylemler üzerinden ittifak ve güç birliği tartışmalarını sürdürüyorlar. Bu cenahın ittifak tartışmalarının politik ekseninde ise daha çok “laiklik”, “demokrasi”, “halk egemenliği”, “eşitlikçilik”, “aydınlanmacılık” vb. söylemler öne çıkıyor.
Seçim ittifakı ya da güç birliği arayışından ziyade, “birleşik mücadele” tartışmalarının bir diğer önemli ayağını ise sınıf hareketini, sokak muhalefetini ve toplumsal mücadeleyi büyütme/ birleştirme yaklaşımına sahip olan devrimci-ilerici güçler oluşturuyor. Sınıf, kadın ya da gençlik hareketleri içerisinde ortaya çıkan mücadele dinamiklerini ileriye taşıma, öne çıkan direnişleri odak haline getirme ve birleştirme bakışı ile zaman zaman yan yana gelen ilerici-devrimci güçler, henüz birleşik mücadele ekseninde güçlü, ilkeli ve sağlıklı bir zemin oluşturabilmiş değiller. Yakın dönemde 1 Mayıslarda ya da iktidarın kimi saldırıları karşısında sınırlı da olsa ortak eylemler örgütleyen devrimci-ilerici güçlerin, önümüzdeki günlerde ilkeli eylem ve mücadele birliğini esas alan süreçler örgütlemesi önemli bir yerde duruyor. Elbette başta işçi sınıfının, emekçilerin, gençliğin, kadınların yakıcı talep ve özlemlerini esas alan bir politik eksen üzerinden. Bu açıdan, hali hazırda çalışmaları devam eden 24 Ekim İşçi-Emekçi Mitingi şimdiden önemli bir deneyim olarak örnek verilebilir. Özellikle devrimci-ilerici güçlerin ve mevzilerde devam eden direnişlerin birleşik bir hat üzerinden toplumun karşısına bir odak olarak çıkarılabilmesi bakımından.
İttifaklar tartışmaları ve sınıf ekseni
Toplumun sınıflara bölündüğü kapitalist sömürü düzeninde, ittifaklar sorunu da sınıf ekseninden bağımsız ele alınamaz. Zira her siyasi hareket ya da parti, kendisini belli bir toplumsal kesimin ya da sınıfın temsilcisi olarak tanımlar. Temsil ettiği sınıfın ya da toplumsal kesimlerin çıkarlarını savunur. Elbette, adı ya da söylemleri farklı da olsa bu gerçeklik burjuva partileri için de geçerlidir. Çünkü sermaye partilerinin varlık koşulları ve iddiaları son tahlilde burjuva sınıf egemenliğinin devamına ve kapitalist sistemin çıkarları doğrultusunda devleti yönetme iddiasına dayanır. Bugün düzen siyasetinde yaşanan saflaşma, bloklaşma vb. üzerinden devam eden gelişmeler bu gerçeğin güncel görünümleridir sadece.
Sol hareket içerisinde giderek öne çıkan seçim ittifakı ya da güç birliği tartışmalarının arka planında da toplumsal-sınıfsal bir eksen yer almaktadır. Bu nedenle bugün geniş bir yelpaze içerisinde konumlanmış olan ilerici-sol güçlerin ittifak arayışlarını, ayaklarını bastıkları ya da programatik olarak temsil ettikleri toplumsal kesimlerden ayrı ele almak mümkün değildir. Elbette temel toplumsal-siyasal sorunlar karşısında ortaya koydukları “çözüm platformlarından” da...
Özetle, gerek düzen cephesinde yaşanan ittifak arayışları gerekse sol hareket içerisinde perde önünde süren güç birliği tartışmaları vb. eğilimler arka planda sınıf ilişkilerine, siyasal olarak temsil edilen farklı sınıfların çıkar ve özlemlerine dayanmaktadır. Burada bakılması gereken yer, kurulacak ittifakların hangi sınıfın çıkarlarını merkezine aldığı, diğer hangi sınıf ve toplumsal kesimleri kendisine yedeklediğidir ki, bu noktada belirleyici olan sınıflar mücadelesinin o anki seyridir. İçinden geçmekte olduğumuz süreçte tüm olup bitenler bir kez daha bunu anlatmaktadır.
Gelişmelere ve tartışmalara bu pencereden bakıldığında, bugün için güçlü bir sınıf ve emekçi hareketine dayanmayan, onu geliştirme ve ileriye taşıma konumunu-iddiasını çoktan yitirmiş olan parlamentarist solun “ittifak” tartışmalarının büyük oranda seçim hesapları üzerinden şekillendiğini görmek de zor olmayacaktır.
***
Tüm bu olgulardan hareketle; güncel planda sınıf devrimcileri adına yüklenilmesi ve yakalanması gereken temel halka bir kez daha işçi sınıfı eksenli sosyal mücadeleleri büyütme sorumluluğudur. Çünkü, işçi sınıf eksenli mücadelenin ilerletilmesi demek; devrimci, ilerici ve sol güçlerin sağlıklı ve sağlam bir temel üzerinden birleşik mücadele zeminlerinin de oluşması anlamına gelecektir. Bu başarıldığı oranda ezilen, sömürülen ve baskı altında tutulan farklı toplumsal kesimlerin ve mücadele dinamiklerinin yüzünü dönebileceği odak yaratma sorunu da aşılmaya başlanacaktır.