Sermaye sınıfı adına ülkeyi yöneten dinci-faşist iktidar, Türkiye’ye tarihinin en karanlık, en kirli, en kanlı dönemini yaşatmaktadır. Ülke dizginsiz bir faşist baskı ve zorbalığın tahakkümü altındadır. Bu tablo AKP-MHP iktidarının sonunu hazırlarken, işçi sınıfı başta olmak üzere toplumun ezilen ve sömürülen bütün katmanlarında da tek adam iktidarına karşı büyük bir hoşnutsuzluk, öfke ve nefret biriktirdi. Erdoğan iktidarına karşı büyüyen bu öfke, sermaye düzeni ve devletinin sorgulanmasına da ayrı bir itilim sağlıyor. Bu nesnel durum, ezilenler dünyasında potansiyel olarak toplumsal bir patlamayı olanaklı kılacak dinamikleri güçlendiriyor.
Türkiye birçok bakımdan hareketli bir döneme giriyor. Türkiye kapitalizminin içinde debelendiği krizler serisi ve sermeye iktidarının “artık yeter” dedirten icraatları, yıllardan beridir kitle hareketinde yaşanan durgunluğu aşmanın imkanlarını büyütüyor. Sınıf ve emekçilerin kendi somut iktisadi ve demokratik hakları uğruna harekete geçeceğinin işaretleri çoğalıyor. Biriken patlama dinamiklerinin kendini dışa vurabileceği, kitle hareketini geliştirip devrimcileştirmenin olanaklarının büyüdüğü bir sürecin içine giriliyor.
Devrimci sınıf çizgi ve devrimci inisiyatif
Bu nesnel durum, doğru devrimci bir çizginin ve bunun yön verdiği devrimci taktik ve inisiyatifin özel önemine, devrimci önderlik alanındaki görevlere işaret etmektedir. Bu görev, emekçilerin Erdoğan iktidarına karşı biriken öfkesini, çeteleşip mafyalaşan devlete ve sömürü düzenine karşı başlayan sorgulamalarını devrimci bir sınıf ve kitle hareketi geliştirme doğrultusunda omuzlanabilmelidir. Görev, devrimin güncelliği bilinciyle devrime dayalı çözüm alternatifini sınıf ve emekçi kitleler arasında yaygınlaştırmaktır. Güncel-somut sorunlar temelinde ama iktidarı hedefleyen devrimci bir çizgide, yaratıcı ve militan bir pratik inisiyatifle işçi sınıfı ve emekçi kitleleri birleştirmek, örgütlemek, devrim ve sosyalizm hedefiyle harekete geçirmek, tüm devrimci öznelerin önünde duran temel önemde bir sorumluluktur.
Türkiye’de bugünkü tablonun devrimci akımların önüne çıkardığı söz konusu sorumluluğun hakkını vermek, başka faktörler bir yana, öncelikle işçi sınıfını temel hareket noktası olarak ele almaktan geçer. Sınıf mücadelesi sınıflar arasında süren bir mücadele olduğuna göre işçi sınıfının bu mücadelede bağımsız sınıf kimliğiyle etkin bir biçimde yer almasını sağlamak, devrimci bir kitle hareketi geliştirebilmenin de mümkün olan tek yoludur. Zira işçi sınıfı, Türkiye’nin kapitalist sömürü düzenine ve sermayenin sınıf iktidarına karşı emekçiler ordusuna önderlik etmek kapasitesine sahip tek sınıftır. En temel sorun ve görev ise bu sınıfı devrimcileştirmektir. On yıllardan beridir Türkiye’deki siyasal mücadelenin aşılamayan en temel zaaf ve zayıflığı da bunun başarılmamış olmasıdır.
Devrimcileşmiş bir işçi sınıfının AKP ve sermaye iktidarı karşısında oynayabileceği rolü hiçbir gücün, birliğin, ittifak ya da blokun oynama şansı yoktur. Ama yazık ki çeşitli kanatlarıyla kendisini işçi sınıfının devrimci öncüsü olarak gören akımların işçi sınıfıyla hiçbir alakaları bulunmamakta, gelinen aşamada ise ağırlıklı bir bölümü sınıfa inanmamaktadır. Sınıfa inançsızlık ve dolayısıyla sınıftan kaçış, solun ağırlıklı bölümünü kesen ortak paydadır. Mevcut sol grupların nasıl birleştirilmesi gerektiği üzerine öteden beri yoğun çabalar içinde olup, işlevi görülmeyen çok sayıda birlikler oluşturanlar, aslolanın işçi sınıfının örgütlü birliğinin sağlanması olduğunu akıllarından bile geçirmemektedirler. Bu düşünce içinde oldukları iddiasıyla bir biçimiyle sınıfa yönelme eğilimi içinde olanlar ise sınıf içinde liberal reformist bir çizginin temsilcisi olmaktan öte anlam taşımamakta, sınıfı düzen içi sınırlara hapsetme rolü oynamaktadırlar.
Devrim hedefine dayalı birleşik devrimci mücadele ihtiyacı
Türkiye’nin bugünkü tablosunun ortaya çıkardığı, daha çok da seçimlerin vesile edilip temelde de Erdoğan ve AKP’sinin gitmesi hedefine dayalı arayışlar, alternatifler, ittifaklar ve güç birlikleri solun temel gündemi haline gelmiş durumda. Sol ve devrimci hareketin her biri güçlerin birleştirilip, iktidar ve düzen muhalefeti karşısına bir odak olarak çıkılması, bunun somut ifadesi olarak da “üçüncü cephe”nin oluşturulması gerektiğini savunmaktadırlar.
Güçlerin devrimci bir temel üzerinde birleştirilmesi, elbette ki devrimci sınıf mücadelesinin önemli bir ihtiyacıdır. Bugünün Türkiye’sinde bu özel bir önem de taşımaktadır. İhtiyaç ve önemi açık olan güç birlikleri, ittifak ve “cephe”ler, işçi sınıfı ve emekçilerin daha geniş kesimlerini devrimci mücadele sahnesine çekme ve devrimci hedeflere yöneltme amacına bağlı olarak ele alınmak durumundadır. Zira bir siyasal mücadele platformu demek olan ittifaklar, birlikler ve platformlar, kendini burjuva sınıf iktidarı karşısında devrimci iktidar perspektifi üzerinden tanımladıkları ve bunu devrimci taktik ve pratikle birleştirdikleri ölçüde birleşik devrimci bir eksen yaratıp devrimci sonuçlar üretebilirler ve ancak bu sayede giderek bir odak haline gelebilirler.
Mevcut ittifak, birlik ve cephe girişimlerinin bununla bir alakası yoktur. Reformist bir konum ve kimliği ifade edenlerin hepsi de -her ne kadar farklı söylem, gerekçe ve hedefler ileri sürseler de- kurmak istedikleri “ittifak ve cephe”lerle kokuşmuş bir cesede dönüşen burjuva cumhuriyeti demokratikleştirme iddia ve hedefindedirler. Bu bakış ve hedefin yön verdiği reformizm, düzenin aşırılıklarını törpülemek, gelişebilecek toplumsal muhalefeti düzen içi kanallarda tutmak ve işçi sınıfı hareketinin bağımsız bir devrimci konum ve kimlik kazanmasını engellemek gibi bir rol oynamaktadır.
Devrimci çizgi ve ilkelere dayalı etkin bir siyasal çalışma
Sayısız nedenlerin işçi ve emekçi kitlelerde biriktirdiği öfke, devrimci bir taktik çizgide devrimci iktidar hedefine bağlanmazsa düzen içi çözüm arayışlarının yedeğine düşmek kaçınılmaz akıbet olur. Dolayısıyla günlük siyasal mücadelede olduğu gibi olası seçimlerde de devrimci perspektife dayalı bir taktik çizgide birleşik devrimci bir eksen yaratmak, devrimci kimliğin ayırt edici özelliğidir. Bunun başarılması durumunda yığınların Erdoğan iktidarına karşı oluşmuş mevcut tepkisini ve bunun yol açacağı yeni kitle hareketini devrimcileştirmek ve devrimci hedeflere yöneltmek imkanı elde edilmiş olacaktır. Bu da toplumsal ve siyasal soruların devrime dayalı çözüm alternatifinin geniş kitleler içerisinde giderek büyüyen bir destek bulmasına yol açacaktır.
İşçi sınıf ve emekçi kitleleri en temel, somut ve acil istemleri üzerinden AKP iktidarına karşı harekete geçirmek büyük önem taşıyor. Ama AKP iktidarı şahsında çürüyüp kokuşan şey, Türk burjuvazisinin sınıf egemenliği ve bu egemenliğin temeli olan Türkiye kapitalizmi ise AKP faşizmine karşı iktisadi, sosyal ve demokratik hak ve özgürlükler uğruna mücadele, egemen sınıf iktidarını yıkma perspektifi içinde yürütülmek durumundadır. Bu olmadığı sürece, solda stratejik hedef haline gelmiş ve kendi içinde amaçlaçtırılmış “faşizme karşı demokrasiyi elde etmek” bir yana, kalıcı demokratik kazanımlar sağlamak bile mümkün olamaz. Dolayısıyla Erdoğan iktidarına karşı demokratik siyasal istemler uğruna mücadele, mevcut sınıf iktidarına karşı devrimci iktidar mücadelesinin bir parçası olarak yürütülmek durumundadır.