AKP-MHP faşizmine karşı "demokrasi mücadelesi"

"AKP-MHP faşizmine karşı demokrasi mücadelesi" sosyalist cumhuriyet şiarına bağlı yürütülmek durumundadır. Bunun için de merkezinde işçi sınıfının bulunduğu emekçi kitlelerin örgütlü devrimci birliğini sağlayıp devrimci sınıf hareketini geliştirmek, günün temel görevidir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 22 Kasım 2021
  • 19:09

Millet İttifakı’nın, AKP-MHP iktidarına karşı toplumda duyulan nefret ve bıkkınlığı arkasına alan, oy avcılığı kaygısının da yön verdiği kimi çıkışları, Cumhur İttifakı’nın ırkçı-şoven histerisine, toplumsal kutuplaşmayı derinleştirme çabasına “birleştirici, kucaklayıcı” ılımlı politikalarla yanıt vermek iddiası taşıyordu. Kılıçdaroğlu’nun, “Kürt sorununu çözme” iddiası, çözüm adresi olarak TBMM çatısını, meşru muhatap olarak da HDP’yi işaret etmesi, İYİ Parti yöneticilerinin de HDP’nin meşruluğu konusunda bir tartışma olmadığını söylemesi, CHP’nin tezkereye hayır oyu vermesi gibi tutumlar bunun ifadesi olduğu gibi, temelsiz liberal beklentilerin büyümesine de yol açmıştı. CHP ve İYİP’in bu türden kimi “ılımlı” adımları, Erdoğan iktidarının hışmıyla karşılandı. Gerici-faşist blok, öncelikle Kılıçdaroğlu ve partisini hedef alarak, Millet İttifakı’na karşı şoven duyguları istismar etme-kışkırtma yoluyla büyük bir şoven-saldırgan propagandaya girişti. Bu yolla muhatapları üzerinde basınç yaratmayı, aralarında çatlak oluşturmayı hedefledi.

CHP’nin şefi Kılıçdaroğlu, bu şoven cereyan karşısında telaşlanmış olmalı ki gittiği Yozgat’ta gaza gelmiş bir edayla “Kandili yerle bir edeceğim” diyerek, “kahramanlık” gösterisinde bulundu. Olur olmaz saldırıya uğrayıp aşağılanan, son olarak da “Toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak için, Anayasa’da gerekli düzenlemeleri yapacağız” dediği için Erdoğan tarafından “ahlak yoksunu” ilan edilen İYİP’in başı Meral Akşener ise zaten kervanın içindeydi. Kılıçdaroğlu’nun Kürt sorununa çözüm ve HDP çıkışını, İYİP yöneticileri HDP’nin meşruluğu konusunda bir tartışma olmadığını söyleyerek desteklemişlerdi. Şimdi M. Akşener, HDP’yi PKK ile aynı kefeye koyduğunu söyleyerek gerici-şoven kimliğini tekrar gösterdi. AKP-MHP faşist iktidarına karşı Millet İttifakı’nın sınırlarını da ortaya koyan bu tablo, liberal sol açısından da bir hayal kırıklığı oldu ve bu alandaki beklentilerin emekçiler payına tehlikesini de gösterdi.

“Büyük hesaplaşmaya” ya da “AKP sonrası Türkiye’ye” hazırlanmak

Türkiye, bir süredir seçim havasında. İktidar ve burjuva muhalefet blokunun yanı sıra sol partiler de adeta seçim sürecine girilmiş gibi seçim ittifakları kurmak ve “programlar” hazırlamak, bunun örünü görüşmeler ve pazarlıklar yapma arayışındadırlar. Emperyalist merkezler ve Türkiye’nin işbirlikçi büyük burjuvazisi için artık bir “yüke” dönüşen AKP-MHP blokuna karşı her siyasal parti, “büyük hesaplaşmaya” ve “AKP sonrası Türkiye’ye” hazırlanmak çabası içindeler. CHP ve İYİP’in eksenini oluşturduğu, AKP artığı partilerin de içinde yer aldığı burjuva muhalefet blokunun “güçlendirilmiş parlamenter sistem” hedefi, AKP sonrası Türkiye’nin burjuva restorasyon programı olarak ileri sürülüyor. İktidara hazırlanan muhalefet bloku, liberal-reformist solu da bu “programa” yedeklemek istiyor. Emperyalist merkezlerin ve işbirlikçi büyük burjuvazinin tercihlerini yansıtan CHP’nin çıkışı, kimi reformistlerde umut yaratmış olmalı ki “demokrasi ittifakına” bile davet ediliyor.

“Yeni bir CHP” imajı yaratma çabası içinde olan Kılıçdaroğlu, “Geçmişte partimizin de hataları oldu”, “Benim liderliğini yaptığım partinin de yarattığı yaralar vardır” gibi güya “özeleştirel” bir tutumla, “Yaraların kapanması için helalleşme yolculuğuna çıkma kararı aldım” diyor. “Karanlıktan aydınlığa çıkmak için” AKP iktidarıyla seçimlerde-sandıkta “büyük hesaplaşmaya” çağrı yapıyor. Seçimlerde Millet İttifakı’nın desteklenmesi durumunda, kolayından “işin biteceğini”, sorunların çözüleceğini iddia ediyor. Türkiye’de TÜSİAD gibi sermayedarların ve emperyalist odakların Erdoğan’sız bir Türkiye’ye geçiş için kendisine verilen desteğin özgüveniyle ve aynı zamanda kitlelerde biriken öfkenin toplumsal patlamalara evrilmemesi adına da tonlarca dayanıksız vaatlerde bulunuyor. Faşist iktidara karşı “CHP demokratikleşme yolunda kendini aşıyor mu?” sorusunun eşlik ettiği iyimser beklentiler yaratıyor.

“Cumhur ittifakının yerine ne konulacak?” sorusunun karşısında emperyalist odakların ve Türk sermaye sınıfının “yeni Türkiye” beklentileriyle uyumlu bir tarzda Millet İttifakı öne çıkarılıyor. Düzen partilerinden oluşan bu koalisyonun da sermaye sınıfının ve emperyalist merkezlerin çıkar ve istekleri doğrultusunda hareket edeceği, dolayısıyla AKP sonrası düzeni restore etme dışında misyonu bulunmadığı kesindir. Millet İttifakı’ndan, işçi ve emekçi kitlelere eşitlik ve özgürlük bir yana, burjuva demokrasisi bile çıkmaz. Ancak devrime bağlanmış bir demokrasi mücadelesi düzen partileri üzerinde kimi demokratik adımlar atma baskısı yaratabilir.

Cumhur ve Millet ittifaklarının ve tek adam rejiminin karşısında “sol ittifak, “üçüncü seçenek” ya da “üçüncü cephe” gibi alternatifler öne sürülüyor. “Sivil, özgürlükçü, yeni bir anayasa, gerçek anlamda bir toplumsal sözleşme Türkiye’de yeni bir başlangıcın ve demokratikleşmenin tacı olacaktır.” deniliyor. Sol güçlerin birleşmesi ve AKP sonrası kapitalist Türkiye yönetiminde yer alması temel bir amaç haline gelmiş bulunuyor. “AKP sonrası Türkiye’de demokrasi inşa edilecekse eğer” türünden ütopik ve gerici olan boş laflarla, “en geniş demokrasi güçlerinin birliği”nin gerçekleşmesi gerektiği tekrarlanıp duruluyor. Düzen içi arayışın en ileri platformu ise, AKP-MHP sonrasında oluşacak yeni rejimin sınırlarını “halk demokrasisine doğru geliştirme”, “demokratik cumhuriyeti inşa etme” ve “parlamenter sisteme dönüşün temel hedef alınmasıyla sınırlı” adımların kabul edilemeyeceğinin ilan edilmesidir. “Sol ittifak”, “üçüncü seçenek” vb. payına güya devrimci çıkış alternatifi olarak sunulan platformun özü-esası budur ve bu reformist bir platformudur. Reformizmin temel tarihsel-siyasal misyonu ise işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesini düzen sınırlarına hapsetmek, kitleleri düzenin temellerine yönelecek mücadeleden alıkoymaktır.

Sınıfın bağımsız devrimci programı altında işçi sınıfının örgütlü birliğini sağlamak

Aralarındaki kimi farklılıklara rağmen Cumhur ve Millet ittifakları başta olmak üzere düzen partilerinin tümü de sermaye sınıfının, uluslararası tekellerin ve emperyalist odakların çıkarlarını farklı ideolojik-siyasal referanslarla temsil ediyorlar. Hepsinin de programı bir ve aynıdır. Bunun karşısına alternatif olarak çıkarılan “üçüncü cephe” ve muhatapları elbette ki düzen partileriyle aynılaştırılmaz. Ama kapitalizmin reforme edilmesi temel amacını programlaştıran “üçüncü cephe”, düzen dışı devrimci bir seçenek olarak da kabul edilemez. Dolayısıyla taktik planda AKP iktidarına karşı mücadele öne çıkarılsa, AKP-MHP bloku hedefe çakılsa da bu, devrimci iktidar hedefine bağlanmadığı, gerçek ayrım çizgisi düzen ile devrim cephesi arasında ortaya konulmadığı durumda sermaye düzeni aklanmış, işçi ve emekçi kitleler düzene bağlanmış olur. İhtiyaç duyulan düzen dışı “devrimci cephe” ihtiyacı ise işçi sınıfının bağımsız devrimci programı altında gerçekleşebilir.

Emperyalist-kapitalist sistem içinde demokrasi, özgürlük, adalet ve barışa yer yoktur. Emekçilere iktisadi ve sosyal haklar, en basit tabirle ekmek verilmediği sürece, demokrasi de verilmez. Eğer emperyalist metropollerde hala bir parça demokrasi varsa, emperyalist burjuvazi oralardaki halka bir parça ekmek verilebildiği için vardır. Bugün emperyalist metropollerde sistem, emekçilerin iktisadi ve sosyal haklarını, yani ekmeğini kıstığı ölçüde demokrasiyi de kısma yoluna gitmektedir. Eğer bugün “modern Avrupa” da dahil olmak üzere yer kürenin her yerinde özgürlükler adım adım tırpanlanıyorsa, burjuva demokrasisi bile yük kabul edilip polis devletlerine geçiliyorsa, insan hakları ihlalleri yaygınlaşıp olağanlaşıyorsa bunun tek başına zorbaların-despotların kişisel tercihleriyle değil, despotların da gerisindeki sermayenin çıkarlarıyla alakası vardır. Zorba, despot ve acımasız olan sermaye sınıfının kendisidir. Dolayısıyla sömürü ve baskıya dayanan kapitalist düzen, bu düzenin egemen sınıfı olan burjuvazi demokrasi ve özgürlüklere düşmandır. “Modern Avrupa”nın parlatılan demokrasisinin örtüsü kaldırıldığında altından işçi sınıfı ve emekçilere karşı burjuvazinin amansız sınıf diktatörlüğüyle, polis devleti gerçeğiyle karşılaşılır.

Kokuşmuş ve çürümüş bir iktidar gücü olarak sermaye devletinin dümeninde kalmak kararlılığında olan Erdoğan ve faşist blokundan kurtulmak, toplumsal muhalefet için olduğu kadar, devrimci hareket ve Kürt hareketi açısından da önemlidir elbette. Bunun için emekçilerin acil somut talepler etrafında birleştirilmesi, örgütlenmesi ve tek adam rejimine karşı fiili mücadeleye yöneltilmesi gerekmektedir. Fakat bu mücadele ancak sosyal devrim mücadelesinin önemli manivelalarından biri olarak ele alındığında devrimci sonuçlar üretebilir. Dolayısıyla “AKP-MHP faşizmine karşı demokrasi mücadelesi” sosyalist cumhuriyet şiarına bağlı yürütülmek durumundadır. Bunun için de merkezinde işçi sınıfının bulunduğu emekçi kitlelerin örgütlü devrimci birliğini sağlayıp devrimci sınıf hareketini geliştirmek, günün temel görevidir.