Kitleler fiili-meşru hak arama mücadelesini yükseltmeden herhangi bir hak kazanamazlar. Tersine, işçi sınıfı ile devrimci kuşakların mücadelesiyle kazanılmış olan hakları peyderpey kaybederler. Sınıflı bir toplumda hak kazanmak için olduğu gibi, kazanılmış bir hakkı korumak ya da kullanabilmek de bir mücadele sorunudur.
Egemen sınıfları temsil eden sermaye iktidarının sürekli saldırı halinde olduğu Türkiye gibi ülkelerde, mücadeleden uzak durmak egemenleri iyice küstahlaştırır. Mücadelenin gelişmediği dönemlerde yaşanan bir diğer önemli sorun ise, işçi sınıfıyla emekçilerin, özellikle de genç kuşakların kapitalizmin ürettiği bataklık tuzaklarına düşme tehlikesinin artmasıdır. Diğer bir ifadeyle saldırı altındayken mücadele etmeyen, haklarını savunmak için sokaklara çıkmak dahil farklı eylem biçimleriyle egemenlere karşı direnmeyen emekçiler, yozlaşma sorunuyla da yüz yüze kalıyorlar.
Kitleler her zaman mücadeleye atılma eğiliminde olmasalar da kapitalist sitemin yarattığı sınıf çelişkileri ve çatışmaları emekçi sınıfları ikilemle yüz yüze bırakır: Ya iktidarın ve sömürücü sınıfların saldırılarına boyu eğmek ya da direnmek. Kriz dönemlerinde mücadele çok daha özel bir önem kazanır. Zira Türkiye’nin şu anki halinde olduğu gibi hem kapitalistler hem bu sömürücü sınıfın vurucu gücü olan saray rejimi, kapitalizmin ürettiği krizlerin faturasını pervasızca emekçilerin sırtına yıkıyor. Mafyalaşan din istismarcısı rejim, son dönemde emekçileri dramatik bir şekilde yoksullaştıran politikalar izliyor. Yani yoksulluğu ve sefaleti derinleştirme politikaları AKP şefinin talimatıyla uygulanıyor. Sokak eylemleriyle, grevlerle, direnişlerle bu küstahlığa dur denmediği sürece, AKP-MHP rejimi aynı icraatlara devam edecektir. Nitekim son vaazında Tayyip Erdoğan bunu pervasızca ilan da etti.
***
“Geçinemiyoruz” şiarlı eylemler böylesi bir atmosferde başladı. Dinci-faşist rejimin baskı ve zorbalıkla yarattığı korku cenderesi adım adım kırılmaya başladı. Eylemlerde ilerici, sol-sosyalist güçlerin etkisi olsa da emekçilerin tahammül sınırlarının rejim tarafından zorlandığı konusunda bir tartışma bulunmuyor. Hal böyleyken, “gecikmiş” eylemler halen sistemi rahatsız edecek bir kitlesellikte değil. Ancak Perinçekçi dalkavukların desteğindeki AKP-MHP rejiminin icraatları emekçi sınıfları öyle bir duruma düşürmüş ki, saltanat sarayında halkın ayaklanabileceği korkusunun yayılmaya başladığına dair emareler görülmeye başladı.
Her sokak eylemi, grev ya da direniş, somut talepler bağlamında kazanımla sonuçlanmayabilir. Buna rağmen her direniş, sömürülen sınıfların deneyim biriktirmeleri açısından bir kazanımdır. Mücadele, direnenleri kaba saldırıları sineye çekmenin yaratacağı ağır manevi yükten de kurtarır. Direnenlerin sınıf kimlikleri belirginleşir, özgüvenleri artar, bilinçleri gelişir. Siyasal alandaki sınıf düşmanlarını daha iyi tanırlar. Bu sınıflı toplumda kim dost kim düşman, daha iyi ayırt edebilecek hale gelirler…
Egemen sınıf ve onun devleti de bu durumun farkında olduğu için, sokak eylemlerine kaba bir şiddetler saldırır. Polisini, jandarmasını hak arayan emekçilerin üzerine salar. Bunların gücü yetmediğinde ise, ordu devreye girer. Ordunun oynadığı bu uğursuz rolün en belirginleştiği dönem, askeri faşist cuntaların işe koşulduğu zamanlardır.
Bu bağlamda AKP’nin sermayeye sunduğu hizmet, askeri cuntalardan da beter oldu. Zira en azılı olan 12 Eylül faşist cuntası bile, işçi sınıfı hareketini ancak 4-5 yıl kesintiye uğratabildi. AKP ise etnik, dinsel, mezhepsel ayrımcılık zehrini yayıp işçilerin sınıf kimliğini belli bir yere kadar yozlaştırdı. Bu kirli yöntemlerle sermaye adına işçi sınıfının önemli bir kesimini kontrol altında tutabildi. Sermayeye bundan daha büyük bir hizmet yapılamazdı.
Gelinen yerde artık dincilik-mezhepçilik-ırkçılık şalının parçalanmaya başlaması, saltanat sarayındaki emekçi düşmanlarını diken üstünde bırakmış görünüyor. Sunabilecekleri sahte bir vaat kalmayınca, yoksulluk-açlık-sefalet ‘din şalıyla’ örtülemez hale gelince, kaba çirkin yüzlerini göstermeye başladılar. Emekçilerin sokaklara çıkmasıyla iğrenç tehditlerin başlaması bir oldu.
Saray sözcülerinden AKP-MHP şeflerine, MGK’dan mafya şefi faşist-katil Alaattin Çakıcı’ya, trollerden medyadaki gazeteci kılıklı rejim tetikçilerine uzanan bir ‘tehdit furyası’ başlattılar. Irkçı din istismarcılarının başka bir şey yapmaları beklenemezdi zaten. Emekçileri açlığa sürükleyen bu politikalara eşlik eden küstahça tehditler, AKP şefi ile müritlerinin sefil bekalarını korumak ve sermayeye hizmet etmek için histerik bir şekilde halka saldırabileceklerinin işaretlerini veriyor.
***
Sokak eylemleri sadece saltanat sarayının karanlık dehlizlerinde korku yaratmakla kalmadı, aynı zamanda düzen muhalefetini de tedirgin etti. AKP sonrası “restorasyon dönemi”ne hazırlanan düzen muhalefeti, halkın sokaklara çıkmasını, saray rejiminin gaddarlığına işaret ederek adeta tehdit etti. AKP-MHP rejimi elbette emsallerinden de gaddardır. Ancak bundan hareketle düzenin muhalefet partileri de kitlelere “Sokaklara çıkmayın. Kışkırtmalara gelmeyin. Saray rejimi sokaklara çıkmanızı istiyor. Provokasyon hazırlıyor. Evlerinizde oturun. Seçimler geldiğinde AKP-MHP rejimini sandığa gömün” mealinde laflar etmeye başladılar. Saray rejimi gibi, burjuva muhalefet de kitlelere “Sizin işiniz dört yılda bir sandığa gidip oy vermek. Gerisini bize bırakın” diyen bir tutum içerisindedir.
Rejimin gaddarlığına karşı halkın safında durmaktan imtina eden muhalefet, bu gaddarlıkla emekçileri korkutarak açlığa, sefalete, onur kırıcı bir yaşama eyvallah demelerini istiyor. “Bekleyin, biz iktidara geliyoruz. Saray rejimini göndereceğiz. Tüm sorunlarınızı çözeceğiz. Evlerinizde uslu uslu oturun” demeye gelen açıklamalar yapan muhalefet partileri, özellikle de CHP yöneticileri, ‘olağan’ koşullarda seçimlerin yapılıp yapılmayacağını bile tam bilmiyorlar. Zira saray rejimi bazı CHP’li ve İyi Partili isimleri tehdit ediyor, hatta tutukluyor. Yani dinci-faşist rejimin sultası altında seçimlerin yapılıp yapılmayacağı ya da nasıl yapılacağı bile tartışmalıyken, onlar açlığa sürüklenen emekçilere sokaklardan uzak durun deme gafletinde bulunuyorlar. Böylece saray rejiminin değirmenine su taşımış oluyorlar. Bu tutum, halk hareketi ile saray rejimi arasında tercih yapmak zorunda olsalardı rejimin safında yer alacaklarına işaret ediyor.
***
Toplumun ezici bir çoğunluğunun saray rejiminden yaka silktiği bir gerçek. Bunu isteyenlerinin sayısının her gün arttığından da kuşku duymamak gerek. Ancak bu kadarı şimdilik fazla bir şey değiştirmiyor. Ne doludizgin zamları ne artan sefaleti ne de pervasız zorbalığı engelliyor. Bu bağlamda kitlelerin tepkilerini farklı araçlarla, fiili-meşru zeminde ortaya koymaları büyük bir önem taşıyor. Bu gidişatı emekçiler lehine değiştirebilecek başka bir yol ya da yöntem bulunmuyor. Emekçi kitleler mücadele etmediği sürece, kimse dertlerine derman olmayacağı gibi, sefaletleri daha derinleştirilecek.
AKP-MHP rejimi bir şekilde tarihin çöplüğüne atılacak. Ancak bunun nasıl olacağı, onun yerine gelenlerin neler yapacağı henüz belli değil. Yine de belli olan bir şey var. O da işbaşına kim gelirse gelsin öncelikle sermayenin çıkarlarını koruyacağıdır. Yeni gelenler de kapitalist sistemle saray rejiminin yarattığı çoklu krizlerin faturasını ödetmek için kapitalistleri zorlamayacaktır. Yine yük emekçilerin sırtına yıkılmak istenecektir. Muhalefet, işbaşına gelse de bazı yüzeysel değişiklikler yapmanın ötesine geçmeyecek. Dolayısıyla her halükarda işçilerin, emekçilerin, ezilen diğer toplum kesimlerinin önünde etkili olabilecek tek yol grevdir, direniştir, mücadeledir, sokaktır. Bu hem saray rejimi kabusundan kurtulmak için hem insanca çalışma ve onurlu yaşam hakkını kazanmak için olmazsa olmazdır.