Düzen cephesinde son günlerde “restorasyon” tartışmaları ön plana çıkmış durumda. Bir başka ifadeyle, Türkiye’de hüküm süren rejimin karakteri sermaye düzeninin farklı aktörleri tarafından tartışmaya açılmış bulunuyor.
Tartışmaların özünü ise, artık gidici gözüyle bakılan AKP-MHP iktidar bloğunun sermaye devletinin yapısında ve yönetiminde yarattığı tahribatların nasıl giderileceği oluşturuyor. Bu kadarı bile “restorasyon” konusunun esas olarak sisteme içkin olduğunu, yani sermaye devletinin yeni bir düzeyde onarılması ve tahkim edilmesi amacını taşıdığını açıkça ortaya koymaktadır. Tabi toplumsal yaşamın ve düzen siyasetinin buna göre dizayn edilmesini de…
Adı ister “restorasyon” olarak tanımlansın isterse TÜSİAD kodamanlarının tabiri ile “geleceğin yeniden inşası” olarak kodlansın, ortaya konan politika Türkiye kapitalizmini pençesine alan çok yönlü krizlerin burjuvazi adına yeni bir düzeyde yönetilmesini hedeflemektedir. Ki TÜSİAD tarafından, iktidarın ve düzen muhalefetinin önüne konan siyasal program tam da bu bakışın ürünü olarak gündeme getirilmişti: “Tabii ki tüm ülkeler zaman zaman ekonomik, ekolojik, teknolojik, kurumsal sorunlarla ve salgınlarla karşılaşıyor. Zaten siyasi yönetimlerin işi de bu gerilimleri çözmek. Ancak, tüm bu gerilimlerin şiddetli biçimde üst üste yığıldığı tarihsel dönemler, olağan dönemlerden farklılaşıyor. Bu değişimlere hazırlıksız yakalanmak ve iyi yönetememek kırılmalara yol açabiliyor.”
Çok yönlü krizlerin üst üste bindiği ve bunun karşısında AKP-MHP iktidarının her alanda sıkıştığı bir süreçte, TÜSİAD’ın ve emperyalist güçlerin iktidarı hedef alan açıklamalar yapması ve sermaye düzeninin “geleceğine” ilişkin “yol haritaları” çizmesi, düzen muhalefetini fazlasıyla heyecanlandırmış bulunuyor. Öyle ya, sermaye devletini yönetme iddiası taşıyan düzen muhalefeti, Türkiye’de hüküm süren siyasal rejimi restore etme görevini de bizzat kendi sorumluluğunda görüyor. “Millet İttifakı” çatısı altında toplanan burjuva muhalefetin bu konuda öne çıkardığı ve ortaklaştığı temel politika ise “eskiye dönmek”, yani parlamenter sistemi yeniden inşa etmek! Bu eksen üzerinden sosyal demagojiler eşliğinde laiklikten, demokrasiden, hukukun üstünlüğünden, liyakatten, cumhuriyetin değerlerinden ve kurucu niteliğinden dem vuruyorlar. Özetle, “cumhuriyet” ve “demokrasi” söylemleri üzerinden klasik burjuva illüzyon bir kez daha devreye sokulmuş bulunuyor.
Öte yandan, rejimi restore etme iddiasını taşıyan düzen muhalefetinin kendisi de bizzat dinsel gericilikle ve ırkçılıkla malul bir yapıdır. Burjuva gericiliğinin en az iktidar kadar ateşli savunuculuğunu yapan bir muhalefetin neyi ne kadar restore edeceği bir yana, Türkiye kapitalizmini pençesine alan çok yönlü krizleri nasıl yöneteceği de toplum şahsında ayrı bir soru işareti olarak yerli yerinde durmaktadır. İşin aslı, bu konu gerek burjuvazi gerekse Marksistler adına bir sır değildir. Zira, “parlamenter demokrasi” “cumhuriyet değerleri”, “hak”, “hukuk” vb. söylemler üzerinden toplumun en geniş kesimlerinin onayını alarak devleti yönetmeye aday olan burjuva muhalefet partileri, tam da bu aldatmacanın yarattığı atmosferde krizin çok yönlü faturasını inceltilmiş ya da katı biçimler üzerinden tekrar işçi sınıfı ve emekçilerin omuzlarına yükleyecektir. Bir başka ifadeyle azgın sömürü koşullarına ve krizin faturasını ödemeye dönük toplumsal rıza, seçimler üzerinden yaratılmış olacaktır. Restorasyon tartışmalarının ya da sermaye düzeni adına ortaya konan “geleceği yeniden inşa” politikalarının özü ve özeti budur.
“Restorasyon rüzgarında” salınan sol hareket
Adında “komünist”, “sosyalist”, “sol”, “emek” ya da “işçi” bulunan ve geniş bir yelpaze içerisinde konumlanmış bulunan parlamentarist-reformist partilerin neredeyse tamamı yelkenlerini burjuva muhalefetin estirdiği “restorasyon rüzgarına” açmış bulunuyor. Bu bağlamda, seçim hazırlıklarının yön verdiği ittifak tartışmaları eşliğinde, kimisi “devrimci-demokratik cumhuriyet”, kimisi “halkın iktidarı” ya da “cumhuriyetin demokratikleştirilmesi” söylemini öne çıkarmış durumda.
Öyle ki, TİP yönetimi alenen burjuva muhalefetin solunda oluşan boşluğu doldurmaya aday olduklarını, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Millet İttifak’ının “uygun bir aday” göstermesi durumunda destekleyeceklerini dile getirmekten sakınmıyor. Benzer bir yaklaşıma geçtiğimiz günlerde HDP üzerinden de tanıklık etmiş bulunuyoruz. Selahattin Demirtaş üstü örtülü bir dille ve “İstanbul Seçimleri”ne atıfta bulunarak Millet İttifakı’na destek verilebileceğinin sinyalini vermişti. Yine EMEP, CHP’nin de içerisinde yer aldığı bir “Sol İttifak” ile seçimlere gidilmesini esas alan bir çizgide hareket edebiliyor. Örnekler çoğaltılabilir…
Reformist sol güçler önümüzdeki süreçte bir adım daha ileri giderek kurulacak burjuva hükümetin “cumhuriyeti restore etme” misyonuna aparat olurlar mı bunu zaman gösterecek. Fakat, şimdiden aleni ve tehlikeli olan SİP-TKP’sinden TİP’ine, HDP’sinden Sol Parti ve EMEP’ine kadar, parlamentarist sol güçlerin, toplumsal mücadele dinamiklerini düzen muhalefeti üzerinden burjuvaziye yedekleme eğiliminde olmalarıdır. Kimi istisnalar dışında, geriye kalan irili ufaklı bir dizi sol çevre de şimdiden parlamentarist solda öne çıkan akım ya da ittifakların söz konusu politikalarına teşne durumundadır.
Bu noktada, sol-sosyalist kimlikle hareket eden ya da “komünist” sıfatı taşıyan reformist güçlerin önünde yanıt vermesi gereken önemli sorular durmaktadır. İlki, AKP-MHP iktidar bloğu “seçimler yoluyla” defedildikten sonra kurulacak olan “yeni rejimin” içerisinde sermaye ve egemenliği nasıl bir konumlanışa sahip olacaktır? İkincisi, emperyalist güçlerle var olan ilişkiler, anlaşmalar ve kurumsal bağların akıbeti ne olacaktır? Üçüncüsü, temelinde kapitalist sistemin yer aldığı krizler ve yol açtığı ağır-çok yönlü toplumsal sorunlar karşısında nasıl bir yol izlenecektir? Sorular uzatılabilir, lakin bu üç kritik soru ve verilecek olan yanıtlar bile “restorasyon” ve “yeni cumhuriyet” parolası ile hareket eden reformist solun kimliğini ve konumunu yerli yerine oturtmak adına yeterli olacaktır.
Sosyalizm güncel ve yakıcıdır
Dünyada ve Türkiye’de yaşanan gelişmeler, kapitalist-emperyalist sistemin çelişkilerinin derinleştiğini, buna bağlı olarak toplumsal mücadele dinamiklerinin alttan alta olgunlaştığını ortaya koymaktadır.
Özellikle pandemi süreci, kapitalist sömürü düzeninin krizleri yönetmekte alabildiğine güçlük çektiğini, tüm temel kurumlarının ne denli bir çürüme ve çöküş yaşadığını alenen gözler önüne sermiş bulunuyor. Dahası, kriz koşullarında gündeme gelen pandemi emekçilerin yaşamında derin tahribatlar yaratmış, emek ile sermaye arasındaki çelişkileri derinleştirmiş, servet sefalet uçurumunu devasa boyutlara taşımış, sosyal-kültürel sorunlar ise artık sürdürülemez bir hal almış durumda.
Kapitalist devletler bu tablo karşısında siyasal gericiliği, faşist baskı ve zorbalığı tahkim ederek çıkış aramakta, toplumu yönetmenin temel bir aracı olarak polis devleti uygulamaları yaygınlaştırılmaktadır. Hal böyleyken mevcudu “restore ederek” ya da “eskiye dönerek” yol yürüme iddiası temelsiz olmakla birlikte gelişen sınıf ve kitle hareketlerini de sisteme yedeklemenin en kestirme yollarından biri olarak öne çıkmaktadır. Bunun Türkiye varyantı ise burjuva muhalefet şahsında cisimleşen “bekleyin, seçimlerde bu iş çözülecek” ya da “sokak çözüm değil” söylemleri üzerinden burnundan soluyan kitleleri edilgenliğe mahkûm etme politikasıdır.
Tüm bu olgulardan hareketle, kendisini komünist, sosyalist, devrimci ya da emekten yana tanımlayan güçlerin yapması gereken şey “yeni eskiye” teşne olmak ya da burjuva muhalefetin eteklerinde politika yapmak değil, sosyalist programı ve politikayı etkin bir şekilde kitlelere taşımak, devrim fikrini, sosyalizmin güncel ve yakıcı olduğunu her vesileyle somut politikalara konu etmektir. Bu bakış açısı üzerinden, her geçen gün olgunlaşan mücadele potansiyellerini sınıf eksenli, sokak mücadelelerini esas alan bir pratik içerisinde kucaklayabilmektir.
Özetle, burjuva siyasetin ortalığı bulandırdığı, parlamentarist sol güçlerin ise kitlelerin umudunu burjuva muhalefet üzerinden düzene bağlamaya çalıştığı şu günlerde, “Sınıfa karşı sınıf, düzene karşı devrim, kapitalizme karşı sosyalizm!” şiarı her zamankinden çok daha güçlü bir şekilde öne çıkarılabilmeli, işçi sınıfı ve emekçiler içerisinde görünür hale getirilmelidir. Bunun yolu ise gündelik, sıradan sorunların ya da taleplerin kapitalist düzenle bağını kurmaktan, bu talepler ekseninde gelişen mücadeleler içerisinde sosyalist politikayı ete kemiğe büründürmekten geçmektedir.