Kürt sorununda burjuva liberal çözüm

Sorunun düzen içi çözümüyle, Kürt halkı gerçek özgürlükten ve tam eşitlikten mahrum bırakılmakta, Kürtlere belli tavizler vermek yoluyla Kürt sorununun kısmi reformlarla denetim altına alınması hedeflenmektedir. Bu da sömürgeci köleliğin ortadan kalkması değil, hafiflemiş bir biçimde devam etmesi demektir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 05 Ekim 2021
  • 19:36

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, geçtiğimiz haftalarda “Kürt sorununa çözüm” konusunda açıklamalarda bulundu ve çözümün adresi olarak TBMM çatısını gösterdi. Meşru muhatap olarak da HDP’yi işaret etti. Hemen akabinde, HDP’nin eski eş başkanı Sezai Temelli, “Çözümün adresi ve asıl muhatabı İmralı’dır” açıklaması yaptı. HDP ise muhatabın doğal olarak Meclis olduğunu vurguladı. Muhatap tartışmaları sürüyorken HDP ayrıca, merak ve heyecanla beklenen “Tutum Belgesi”ni açıkladı. 

On bir maddelik deklarasyonun açıklanmasından iki gün sonra, ne diyeceği merak edilen Kandil’den açıklama Cemil Bayık’tan geldi. Bayık, “Muhatap Rêber Apo mudur, değil midir” diye yapılan bir tartışmayı anlamsız ve saptırma bulduğunu açıkladı. Kürtler için böyle bir tartışmanın olmadığını belirtti ve “Kürt sorununun çözüm yeri Meclis’tir, muhatap HDP’dir” dedi. Ayrıca Apo’nun da yıllar önce bunu söylediğine işaret etti. Böylece sadece muhataplık tartışmaları kapanmış olmakla kalmadı, legal ve illegal kanatlarıyla Kürt hareketi, çeşitli Kürt örgüt ve partileri deklarasyon konusunda, demek oluyor ki “Kürt sorununun çözümü” platformunda ortaklaşmış oldular. 

“Demokrasiye, adalete ve barışa çağrı” deklarasyonu, Kürt sorunu başta olmak üzere siyasal demokrasi kapsamına giren çeşitli konuların çözümüne ilişkin bir çerçeve çiziyor. Diyalog ve görüşmeler yoluyla bu temel siyasal sorunların mecliste çözülebileceği iddiasında bulunuyor.  Parlamentarist bir parti olarak HDP, kendi payına doğal bir biçimde, klasik sosyal demokrasinin dört dörtlük bir burjuva liberal çözüm platformunu sunuyor. İstenen Avrupa tipi burjuva demokrasisidir. Tam da bu niteliğiyle, burjuva muhalefet partilerinin önemli bir kesimi tarafından da kabul görüp memnuniyetle karşılandı. Bildirge, “bütün demokrasi güçleri”nin yanı sıra “kimi eksiklikler” keşfedilmekle birlikte “devrimci-sosyalist” olma iddiasındaki hemen tüm liberal-reformist cephede de tam destek görüp büyük umutlar yarattı. Halkçı demokratik kimliğin yanı sıra, Türkiye’de demokrasinin hiçbir zaman olmadığı gerçeğinden ve dolayısıyla ilk adımda demokrasinin kazanılması gerektiği inanç ve bakışından hareketle olmalı ki kimi devrimci halkçı akımların da takdirini kazandı.

Tüm bu gelişmelerle birlikte “Kürt sorununun barışçıl demokratik çözümü, demokratik açılım” ve “demokratik Türkiye” talep ve tartışmaları Türkiye’nin gündemine bir kez daha oturdu. Elbette ki bir ihtiyacın ve zorlayıcı dinamiklerin ürünü olarak… 

CHP “açılımı”nın gerisindeki nedenler 

Her şeyden önce Kürt halkının ve demokratik Kürt hareketinin onyılları bulan ve sorunun çözümünü gündeme taşımayı başaran büyük mücadelesi, dolaysıyla da Kürt sorununun burjuvazi için taşınamaz bir yüke dönüşen ağırlığı “Kürt sorununun Meclis’te çözülmesine” ilişkin açılımın yeniden gündeme gelmesinde temel bir rol oynuyor. Öte yandan Batılı emperyalistlerin Türkiye’nin işbirlikçi büyük burjuvazisini Kürt sorununu reformlarla hafifletip yatıştırmak doğrultusunda tavizler vermeye zorladığı olgusu, yeni olmadığı gibi bir sır da değil. Türk devletinin de emperyalistlerin telkinlerine ve baskılarına belli sınırlar içerisinde karşılık vermesinden hareketle, “siyasal çözüm” iddialarının önceki yıllarda da zaman zaman gündeme geldiği ve büyük umutlar yarattığı biliniyor. 

AKP’nin, üniter devleti hiçbir şekilde tartışma konusu etmeden, “tek devlet, tek millet, tek bayrak” konusunda da taviz vermeden ama bugünkü tartışmalardan daha “ileri bir açılım”ın ürünü olan “Oslo görüşmeleri”, “Habur açılımı”, “Çözüm süreci”, “Dolmabahçe Mutabakatı” vb. gibi girişimleri bunun ifadesiydi. Bu eksende bir çözüm “Demokratik Cumhuriyet” formu içinde gerçekleşecekti. Muhatap doğrudan İmralı ve Kandil’di, HDP ise aracıydı. Fakat sonraki süreçte AKP’nin resmi inkar ve imha çizgisine geri döndüğünü, Kürt halkına kan kusturan adımlar attığını biliyoruz. 

Gelinen yerde, başta ABD olmak üzere Batılı emperyalistler ve Türkiye’nin işbirlikçi büyük burjuvazisi, bir kez daha Kürt sorununun üniter devlet sınırları içinde belli tavizler verilip, yatıştırılarak denetim altına alınmasını istiyor. Uluslararası bir karakter kazanan ve çözümünü dayatan Kürt sorununda belli adımlar atmak, belli sınırlar içinde “sorunu çözmek”, söz konusu güçlerin çıkar ve tercihleri için bir ihtiyaçtır. Böyle olmasaydı eğer Kürt sorunu gibi temel bir siyasal sorunda CHP’nin açılım yapması ve kimi burjuva muhalefet partilerinin de buna onay vermesi pek olanaklı olmazdı. Elbette bir kez daha üniter devlet asla tartışma konusu edilmeden, “tek devlet, tek millet, tek bayrak” konusunda taviz verilmeden “çözülmek” isteniyor Kürt sorunu. Kürt hareketinin de buna itirazı görünmüyor, hiç değilse şimdilik. 

Gerçek ikilem: Düzen içi çözüm mü, devrimci çözüm mü? 

“Türkiye’nin çözmesi gereken en köklü sorunu Kürt sorunudur” iddiası ve inancından hareketle “Kürt sorununun barışçıl demokratik anayasal çözümü”ne ilişkin öneri ve tartışmalar, önümüzdeki süreçte Türkiye’nin temel gündemleri arasında yeniden öne çıkacak gibi görünüyor. Kürt sorununda bir “burjuva çözüm” arayışı olduğuna ve gündeme de taşınmış bulunduğuna göre bu normaldir de. Bugün Kürt sorunu, tek başına Türkiye sorunu olmaktan çıkıp bölgesel ve uluslararası bir karakter kazanmıştır. Irak’ta yarı bağımsız Kürt devleti, Suriye’de fiili özerk yapı ve Türkiye Kürdistan’ında rejimi zora sokan büyük mücadele, bu sonuca yol açan temel etmenler olmuştur. Bu nedenledir ki başta ABD olmak üzere emperyalist odaklar da kendi başına askeri çabaların sonuç vermeyeceğini ileri sürerek, kendi çıkar ve ihtiyaçları doğrultusunda Kürt sorununa “siyasal çözüm” arıyor. Kendi çözümünü Türk burjuvazisine dayatıyor ve Kürt hareketini de kendi çözüm çizgisine kazanmak istiyorlar. 

“Savaş politikaları, silah ve çatışma yöntemleri yerine, diyalog ve müzakere seçeneklerinin kendini tarihsel olarak dayattığı ve güncel olduğu aşikârdır. Bunun için sorunlarımızı şiddet aracılığıyla değil, konuşarak, müzakere ederek, diyalog yoluyla çözmek temel düsturumuzdur.” Bu da “Cumhuriyetin demokratikleşmesi ile doğrudan bağlantılı”dır. “Sivil, özgürlükçü, yeni bir anayasa, gerçek anlamda bir toplumsal sözleşme Türkiye’de yeni bir başlangıcın ve demokratikleşmenin tacı olacaktır” vb… Bildirgede Kürt sorununun çözümüne ilişkin önerilen bu çerçeve, esası bakımından demokratik Kürt hareketinin de öneri ve çözüm platformudur. Bu, ‘90’lı yıllardan itibaren Kürt hareketinin ortaya koyduğu Kürt sorununun bugünkü “siyasal çözüm” çerçevesi oluyor. Özetle hemen tüm taraflar Kürt sorununda “barışçıl ve adil bir siyasal çözüm” aranması gerektiğini söylüyorlar, bunu savunuyorlar. Çözüm adresi olarak da Meclis’i işaret ediyorlar. 

Kürt sorununda “silahsız çözüm-silahlı çözüm”, “savaş ve çatışma yerine diyalog ve müzakere seçenekleri” biçiminde sahte ikilem yaratılarak, içeriği tanımlanmamış bir “siyasal çözüm” her şeyin başı sonu olarak sunuluyor. Bir dizi öteki sorun gibi Kürt sorunu da siyasal bir sorun olduğuna göre elbette ki siyasal bir çözüme konu edilecektir. Bütün sorun, bunun nasıl bir siyasal çözüm olacağıdır. Zira sorunun emperyalist ve sömürgeci egemenlik ilişkilerine dokunmayan düzen içi burjuva liberal-reformist çözümü de bir “siyasal çözümdür”, sömürgeci egemenliği iç ve dış dayanaklarıyla yıkan, kapitalist düzeni aşan devrimci çözümü de. Dolayısıyla temel ve gerçek ikilem, sorunun “Düzen içi çözümü mü, devrimci çözüm mü?” ikilemi içinde ortaya konulabilir. Elbette ki devrimci kimlik ve bakış açısı korunduğu sürece. 

Sorunun düzen içi çözümüyle, Kürt halkı gerçek özgürlükten ve tam eşitlikten mahrum bırakılmakta, Kürtlere belli tavizler vermek yoluyla Kürt sorununun kısmi reformlarla denetim altına alınması hedeflenmektedir. Bu da sömürgeci köleliğin ortadan kalkması değil, hafiflemiş bir biçimde devam etmesi demektir. Bu durumda ulusal sorun çözülmemekte, ulusal kölelik aşılmamakta ama sadece biçim değiştirmektedir. Bu, sorunun düzen içi, reformcu, anayasal çözümüdür. Ayrıca bu çözümde emperyalist egemenliğe herhangi bir itiraz da yoktur. Oysa emperyalizm hedef alınmadan, düşman güçler arasında tanımlanmadan hiçbir ulusal kurtuluş düşünülemez. Fakat emperyalist barbarlığın, hedef alınması bir yana, çözümün temel muhatabı olarak kabul edildiğini biliyoruz. Kürt halkının tam eşitliğe ve gerçek özgürlüğe kavuşması için sömürgeci Türk burjuvazisinin sınıf egemenliği aşılmalı ve gerisindeki emperyalist sistemin dışına çıkılmalıdır. Bu devrimdir ve Kürt sorununun köklü ve kalıcı çözümüdür. Türkiye’nin bugünkü kapitalist düzeninin dışına çıkılmadığı ve onun sömürgeci sınıf egemenliği bir devrimle yıkılmadığı sürece, Kürt halkının bir ulus olmaktan kaynaklanan tüm temel ulusal demokratik hakları kazanılamaz. 

Proletaryanın devrimci çözüm programı 

Bugünün Türkiye’sinde derin tarihi ve toplumsal temelleri olan Kürt sorununun gerçek özgürlük ve tam eşitlik temelinde bir çözüme kavuşması bir devrim sorunudur düşüncesini yadırgayan ve “devrimci”, “sosyalist” olma iddiasında olan geniş bir liberal-reformist sol hareketimiz var. Devrimci halkçı demokratizmin bir bölümünün de soruna dudak büktükleri, izledikleri politika üzerinden yeterince açıktır. Birinci kategoridekiler devrimi kategorik olarak çoktan terk etmiş bulunuyorlar. İkinci kategoriye girenler ise devrimci çözüm programı karşısına, “Bu, çözümü uzak ve belirsiz bir geleceğe ertelemek demektir” iddiasıyla çıkıyorlar. Aslında temelde bunlar da devrimci çözüme inanmamaktadırlar. Bunu bu açıklıkla ifade etmeseler de politika ve pratikleriyle bu zeminde duruyorlar. Dolayısıyla bilerek ya da bilmeyerek Kürt sorunu gibi kökleri derinde olan temel bir siyasal sorunun reformlar yoluyla Türkiye’nin kapitalist gericilik düzeninde kolay ve kestirme bir çözümü olduğuna inanıyorlar. Bu inancın temelsizliğini gösteren örnekler orta yerde duruyorken... 

Öteki toplumsal ya da siyasal sorunların olduğu gibi ulusal sorunun da kapitalizm içinde köklü ve kalıcı bir çözümü yoktur demek, kapitalist düzen içinde sorunların belli sınırlar içerisinde reforme edilemeyeceği anlamına gelmemektedir. Bu, ulusal sorun için de geçerlidir. Ulusal sorun da kapitalist düzenin sınırları içerisinde belli ölçülerde reforme edilebilir.

“Buna bizzat egemen sınıfın kendisi ihtiyaç duyabilir, ya da ezilen ulus halkının mücadelesi bu sonucu doğurabilir. Bu aynı sonuç, devrim uğruna verilmiş zorlu mücadelelerin bir yan ürünü olarak gerçekleşebilir.” “Ya da emperyalist güç dengelerindeki büyük değişmeler ya da büyük emperyalist savaşlar sonrasında oluşan yeni gerici güç dengeleri içinde yeni ulusal devletler elbette kurulabilir.” (Kürt sorunu üzerine konferanslar, H. Fırat)

Fakat bunun sorunun devrimci demokratik çözümüyle hiçbir alakası olmaz. Dolayısıyla komünistler, Kürt sorununda tek bir çözüm biçimi olduğu iddiasında değillerdir. Ama Kürt halkına gerçek özgürlüğü ve tam eşitliği ancak devrimin verebileceği iddiasındadırlar. Özgürleşmiş ulusların eşitliğine ve gönüllü birliğine dayalı biricik çözüm yolunun devrim olduğu bilimsel inancındadırlar. Devrim dışında, kapitalist düzen içinde ve sömürgeci burjuvazinin sınıf egemenliği koşullarında, Kürtlerin temel ulusal haklarının masa başı görüşmelerle elde edilemeyeceğini ileri sürmektedirler. Ama tüm temel demokratik siyasal sorunlarda olduğu gibi Kürt halkının temel ulusal haklarının kazanılması konusunda da şimdiden gündelik bir mücadele sürdürmenin zorunluluğunu da temel görevleri arasında sayar, reformlar uğruna mücadeleyi reddetmezler. Kapitalist Türkiye koşullarında da mücadelenin basıncıyla kimi hakların kazanılabileceği ve kazanılan en sıradan hakkın meşruiyetinin tartışma konusu edilemeyeceğini bilir, kısmi tavizleri de Kürt halkının yararına sayarlar. Bunları iktidar mücadelesinin yan ürünü kabul ederler. 

Kapitalist toplum, köklü ve kapsamlı sorunlarla karakterize olan, sömürüye dayanan ve sınıflardan oluşan bir toplumsal düzendir. Ulusal sorun, anti-emperyalist bağımsızlık mücadelesi, barış için savaşım, kadın cinsinin ezilmesi sorunu, gençlik sorunu, çevre sorunu, savaşa ve militarizme karşı mücadele vb. gibi sorunlar, temel demokratik siyasal sorunlardır. Bunların hepsi de kendi içinde büyük önem taşımakta ve çözüm beklemektedirler. Ama her şeyden önce yanıtlanması gereken temel soru, bu sorunların kaynağının yanı sıra bunların çözülmesi önünde hangi sınıfın siyasi iktidarının bir engel olarak durduğudur. Bu sorunların tümünün kaynağı kapitalist düzense eğer, bu kaynağa vurulmadan, bu sorunların çözümü önünde engel olan burjuvazinin sınıf iktidarı yıkılmadıkça ulusal sorun gibi, bu sorunlar da çözülemez. Zira bu sömürü ve baskı düzeni, işçi sınıfı ve emekçilere, ezilen cins olarak kadınlara, sömürgeci kölelik altında tutulan Kürt halkına, öteki ezilen, sömürülen ve ötekileştirilen toplumsal kesimlere eşitlik ve özgürlük veremez. Hele de bunların müzekereler yoluyla masa başında alınabileceğine inanmak boş bir hayaldir. Bu konularda elde edilebilecek kimi haklar ve reformlar bile ancak burjuva sınıf iktidarına karşı verilecek devrimci iktidar mücadelesi sayesinde olanaklı olabilir. 

Sınıfsal içeriğinden söz edilmediği sürece soyut bir şekilde “demokrasi, adalet, özgürlük ve barış” kavramları üzerine konuşmak boş laf yığınıdır. Zira, Türkiye’de “demokrasi, adalet, özgürlük, kadın sorunu ve barış” gibi siyasal sorunların tümü de sınıfsaldır. Ama bu sorunlara sınıfsal ilkeler üzerinde bakmak ve bu sorunları işçi sınıfının temel tarihsel çıkarlarına uygun düşen sınıfsal çözümlerini savunmak, çeşitli kanatlarıyla solun ezici bir bölümü tarafından unutulmuş/terkedilmiş bulunuyor. Yanı sıra günümüz dünyasında emperyalist gericilik tarafından da en çok kirletilen kavramlardır bunlar. Emperyalist barbarlık dünyası yerkürenin her bir köşesini, “demokrasi, adalet, özgürlük ve barış” adına kana ve ateşe bulamaktadır. İşbirlikçi gerici devletler, faşist rejimler de zorbalıklarını, vahşetlerini, işkence ve katliamlarını bu “soylu, cezbedici” kavramlarla gerçekleştirmektedirler. Yazık ki ana gövdesiyle sol hareket bu kavramları sınıfsal içeriğinden soyutlayarak, bunları adeta sınıflar üstü görerek, sınıf ve emekçiler arasında kapitalizm içinde “demokrasi, adalet, özgürlük ve barış”ın kazanılabileceği hayalleri yayıyor. Avrupa tipi burjuva demokrasisinden başka bir şey olmayan “Demokratik Türkiye, Demokratik Cumhuriyet” formu içinde “Türkiye’nin bütün sorunları”nın çözülebileceği huzuruyla davranıyorlar. 

Oysa o çok özendikleri Avrupa demokrasilerinde dolu dizgin polis rejimlerine doğru gidiliyor. Çıkarılan polis ve güvenlik yasaları bunun örnekleri olarak orta yerde duruyor. Demokrasinin merkezi kabul edilen Avrupa’da olduğu gibi dünya genelinde adım adım gericilik tahkim ediliyor. Temel iktisadi, sosyal, demokratik hak ve özgürlükler peyderpey tırpanlanıyor. Sınıf çelişkilerinin ve sınıf mücadelesinin güçlenip sertleşeceği, dolayısıyla da devrim ve sosyalizm seçeneğinin güçlendirilmesi gereken bir döneme giriliyor. 

İşçi sınıfı ve emekçi kitleleri, onların tarihsel çıkarlarını temsil etmek iddiasında olan devrimci partilerin, kapitalist düzendeki bütün toplumsal-siyasal sorunlara ilişkin kendi ilkeleri, kendi bağımsız programları ve dolaysıyla da kendi çözümleri vardır. Elbette ki herkes kendi çözümünü gündeme taşıma mücadelesini vermektedir. Devrimci partiler sorunların devrimci çözüm bayrağını yükseltir, toplumsal-siyasal sorunları devrimle çözmeyi hedefler. Devrimcilik iddiası korunduğu sürece başka türlüsü düşünülemez.