Düzen muhalefetinin HDP’ye ve Kürt sorununa yaklaşımı:

Irkçı-inkarcı zorbalığa teslimiyet!

Kürt sorununa yaklaşımın halen düzen muhalefetinin “Aşil topuğu” olması, bu partilerin, Kürt halkına önerebilecekleri bir çözümlerinin olmamasından kaynaklanıyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 26 Haziran 2021
  • 19:20

HDP İzmir İl Binası’na düzenlenen silahlı saldırıda Deniz Poyraz’ın katledilmesinden sonra yaşanan gelişmeler, AKP-MHP rejiminin ırkçı-faşist niteliğini daha da belirginleştirdi. Yanı sıra Kürt sorununun halen düzen muhalefetinin “Aşil topuğu” olduğunu da yeniden gözler önüne serdi.

İzmir’deki ırkçı-faşist saldırı, AKP şefi Tayyip Erdoğan’ın “7 Haziran 2015 seçimlerinin asla unutulmaması gerekiyor” tehdidini savurmasından kısa süre sonra gerçekleşti. 7 Haziran’dan seçimlerin tekrarlandığı 1 Kasım’a kadar, kimi kaynaklara göre yüzlerce kimi kaynaklara göre binlerce kişi hayatını kaybetti. AKP’nin yol verdiği IŞİD cellatları intihar saldırıları düzenlemiş, devletin kolluk kuvvetleri ise ‘Hendek savaşı’ adı altında Diyarbakır ve diğer Kürt kentlerinde katliam yapmıştı. Ülkeyi kan batağına saplayan AKP, 7 Haziran hezimetinden sonra 1 Kasım seçimlerini bu sayede kazanabilmişti.

Tepeden tırnağa mafyalaşan, toplumsal desteği eriyen AKP-MHP rejimi ülkeyi tekrar kanlı bir batağa sürükleyerek oy arttırma taktiği uygulayacağını, Erdoğan’ın tehdidiyle ilan etti. “Öldürüyorum, hayattayım” mottosuyla hareket eden rejim, Kürt hareketini ve Kürt halkını “baş düşman” ilan ederek yol almaya çalışıyor. Ancak bu saldırganlığın esas hedefi Kürt halkı ve HDP olsa da düzen muhalefeti de payına düşeni alıyor. Kemal Kılıçdaroğlu, Meral Akşener vb. isimler de dahil olmak üzere, saray rejimine muhalefet eden birçok kişi son dönemde dinci-faşist çetelerin saldırılarına maruz kaldı.

Rejim ayakta kalmak için kaba şiddet araçlarıyla iş görüyor. Zira elinde etkili başka araç kalmadı. Saraya biat etmeyen herkes şiddetten payına düşeni alıyor. Bir anlamda burjuva muhalefetin “olağan koşullarda” siyaset yapmasına da izin verilmiyor. Böylesi bir atmosferde muhalefetin dinci-faşist rejime karşı tutarlı olması ve ortak hareket etme zeminleri yaratması beklenirdi. Nitekim bu yönde beklentiler dile de getirildi. Kaldı ki salt seçimleri kazanabilmek için olsa bile bu tür zeminleri oluşturması şart görünüyor. Çünkü başka türlü AKP-MHP koalisyonunu sandıkta “alt etmesi” olası değil. Zaten bu denklemde HDP’nin kritik bir yerinin olduğu, olacağı biliniyor.

***

Dinci-faşist rejimin izlediği kirli taktiklerden biri kaba şiddet olurken, diğeri ise Millet İttifakı ile HDP’yi birbirinden kopartmaktır. Zira HDP’nin yerel seçimlerde bu ittifakı desteklemesi sayesinde İstanbul, Ankara, Adana, Mersin, Antalya gibi Türkiye’nin en büyük kentlerinde AKP-MHP koalisyonunun alaşağı edilmesi mümkün olmuştu. Aynı durumun cumhurbaşkanlığı seçimleri için de geçerli olacağını tüm taraflar biliyor.

Bu durumu iyi saptayan ve doğuracağı sonuçlardan korkan AKP-MHP rejimi, on milyonlarca işçinin, emekçinin, işsizin, yoksulun sorunlarıyla zerre kadar ilgilenmiyor. Devasa sorunlar yaratan, milyonları sefalete sürükleyen ekonomik krizi aşma konusunda hiçbir şey yapmıyor. Pandemiyi de kendi haline bırakıyor. Mafyatik rejim bir yandan ırkçılığı, dinciliği, mezhepçiliği, cinsiyetçiliği kışkırtarak, öte yandan muhaliflerini kaba şiddetle susturmaya çalışarak ömrünü uzatmaya çalışıyor. Bu süreçte dinci-ırkçılığı hem toplumu zehirlemek hem düzen muhalefetinin hareket alanını daraltmak için arsızca kullanıyor. Düzen muhalefetinin bu kepazelikler karşısında sergilediği çapsızlık, rejimin işini kolaylaştırıyor ve ona döne döne bu kirli/kanlı oyunu sahneleme fırsatı sunuyor.

***

Son vahşi saldırıyı Meral Akşener dahil muhalefetteki tüm düzen partileri kınadılar. CHP, İyi Parti, Gelecek Partisi, Deva Partisi faşist terör saldırısına anında tepki gösterdiler. Parti liderleri ya da sözcüleri “Saldırı hepimize yapılmıştır”, “Saldırı birliğimizi hedef almıştır”, “Saldırı demokrasimize yapılmıştır” gibi söylemler kullandılar.

Bu söylemler, bazı çevreler tarafından Millet İttifakı’nın HDP ile dayanışma göstermesi için bir imkan olarak değerlendirildi. Düzen partilerinin şeflerine bu yönde adım atmaları için çağrılar da yapıldı. Ancak bu beklenti bir kez daha boşa düştü. Zira düzen muhalefeti cinayeti kınamanın ötesine geçemedi. Saldırının arkasındaki güçlerin açığa çıkartılması için ise bir şey yapmadılar. Oysa cinayetin devlet katındaki birinci muhatabı olan sarayın İçişleri Bakanı Süleyman Soylu olaya dair bir şey söylemedi. Katilin arkasındaki güçleri araştırmak bir yana, polis-savcı işbirliği ile katil soruşturmadan kaçırılarak hapse konuldu. Hak arama mücadelesi için sokaklara çıkanlara azgınca saldıran polis, katile “Adın ne abiciğim…” diye hitap etti vb…

Vurgulayalım ki, düzen partileri, cinayetin ülkeyi kaosa sürüklemek için saray rejimi tarafından planlandığını biliyor. Bu sürecin kendilerini de felç edecek bir atmosfer yaratmayı hedeflediğinin de farkındalar. Zira 7 Haziran seçimlerinden sonra yaşananlar unutulmadı. Buna rağmen HDP ile yan yana gelip cinayete ve ırkçı-faşist tehditlere karşı birlikte duramadılar. Oysa dedikleri gibi “saldırı hepimize, demokrasimize, birliğimize” yönelikse, yapılması gereken buna karşı blok bir duruş sergilemektir. Böylesi bir tutum, dönemsel siyasi çıkarlarına uygun olduğu halde bundan uzak durmalarının tek sebebi muhalefetin çapsızlığı olabilir mi? Durum pek öyle görünmüyor. Bunun altında yatan ideolojik-psikolojik sebepler de var.

***

Düzen muhalefetinin HDP ile yan yana görünmekten kaçınması, dinci-faşist rejimin “teröristlerle işbirliği yapıyorsunuz” propagandası yapacak olmasıyla izah ediliyor. AKP-MHP rejimi bu iğrenç propagandayı zaten yapıyor. Zırvadan ibaret vaazlarından bu tür söylemler eksik olmuyor. Dolayısıyla burjuva muhalefetin HDP ile yan yana gelmekten imtina etmesinin bu gerekçeye indirgenmesi yüzeysel bir yaklaşım olduğu gibi, sorunun esas kaynağını da göz ardı ediyor.

Kürt sorununa yaklaşımın halen düzen muhalefetinin “Aşil topuğu” olması, bu partilerin, Kürt halkına önerebilecekleri bir çözümlerinin olmamasından kaynaklanıyor. Söylemleri öyle olmasa da AKP-MHP rejiminin ırkçı-inkarcı politikalarına karşı çıkmayarak, bazen ise destek vererek, Kürt sorununa düzen içi bir çözüm önerme konusunda tam bir acz içinde olduklarını gösteriyorlar. Bu çapsızlık, bir sınıf olarak burjuvazinin demokratik sorunlar karşısındaki gerici duruşuna ışık tuttuğu gibi, bu sınıfın yönetim aygıtı olan devletin de ezilen halklara karşı ırkçı-inkarcılık ve kaba şiddete dayalı politika dışında bir şey üretemediğini döne döne ispatlıyor.