Kürt sorununun ağırlığı ve CHP’nin “açılımı”

Kürt sorunu gerçeği ve Kürt halkının özgürlük ve eşitlik istemi karşısında inkârcı çizgi sürdürülemediği ve sorunun yarattığı ağırlık taşınamadığı için, farklı amaç ve hesaplarla sorun döne döne düzen güçlerinin “çözüm” gündemine giriyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 08 Şubat 2022
  • 08:00

Kürt ulusal sorunu düzenin en temel açmazlarından biri olmaya devam ediyor. Bundan dolayı iktidarın ve burjuva düzen muhalefetinin gündeminden düşmüyor. Savaş politikalarının yanı sıra çeşitli “çözüm” ve “açılımlar”a konu ediliyor.

Kılıçdaroğlu ve partisi son aylarda konuyu yeniden “çözüm” gündemine almış bulunuyor. “Çözüm” amaçlı açıklama ve “açılımlar” peş peşe yapılıyor. “Şuna kesinlikle inanıyorum; bu ülkeye demokrasi gelecekse, bu ülkede kimse kimliğinden inancından ötürü ötekileştirilmeyecekse, bunun yolu Diyarbakır’dan geçer” açıklaması, bunun yeni bir örneği oldu. Sonradan çark etse de, Kılıçdaroğlu bu sözleri, Ali Babacan ile yaptığı görüşmenin ardında düzenlenen basın toplantısında dile getirdi.

Kılıçdaroğlu, geçtiğimiz yılın Kasım ayında da “Siyaset kurumunun 35-40 yıldır çözemediği bir Kürt sorunu var. Kürt sorununu çözmek için meşru bir organa ihtiyacımız var” demiş ve HDP’yi muhatap kabul etmişti. CHP, 2015 yılında “22 soru 22 cevap” başlıklı “çözüm çerçevesi”, 31 Mart 2019 yerel seçimlerden sonra oluşturduğu “Doğu Masası” çalışma grubu, 2020 yılında “21.Yüzyıla Çağrı Beyannamesi” ile de Kürt sorununun güvenlikçi yöntemlerle çözülemeyeceği vurgulanmış ve “çözüm” önerileri sunulmuştu. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin ziyareti, bir dizi görüşmenin yapılması da “çözüm” amaçlıydı. Ne var ki tüm bu iddialar ortaya atılırken, Kürt illerinde yaşanan devlet terörü, ırkçı cinayetler, keyfi tutuklamalar, tecavüzler vb. vahşetler suskunlukla geçiştiriliyor ve CHP önüne gelen fezlekeleri imzalamayı da sorun etmiyordu. CHP’nin bu adımlarına, TÜSİAD’ın “Türkiye’de Kürt sorununun henüz tam anlamıyla çözülemediği” çıkışı eşlik etmişti.

“Kürt sorununa çözüm” bulma iddiası, burjuva düzen muhalefeti ve iktidar sözcüleri tarafından ihtiyaç duyuldukça dile getiriliyor. Diyarbakır ziyaretlerinde benzer açıklamalar sıkça yapıldı, çözüm vaatlerinde bulunuldu. 1990’lı yıllarda Diyarbakır’a giden Demirel, “Kürt realitesini tanıyoruz” demişti. Turgut Özal da sorunu “çözmek” iddialı beyanlarda bulunurken, yardımcısı Mesut Yılmaz yine Diyarbakır’da “Avrupa Birliği üyeliğimize giden yolun Diyarbakır’dan geçtiğine inanıyorum” demişti. Her türlü kirli ve kanlı suçların mimarlarından Mehmet Ağar da, DYP lideri olarak, “Türkiye bölünme korkusundan vazgeçmeli, yukarıda elde silahla dolaşacağına, düz ovada siyaset yapsınlar” açıklamasını yapmıştı. Erdoğan ise 2004 yılında ilk kez uğradığı Diyarbakır’da “Kürt sorunu vardır ve bu sorun benim sorunumdur” ifadelerini kullanmıştı. Sonraki yıllarda ise, çeşitli çevrelerde büyük umutlara konu olan bir “çözüm süreci” yaşanmıştı.

Sonrasında, sermaye devletinin inkâr ve imha politikasına geri dönüldüğünü, kent ve kasabaların yerle bir edilip binlerce insanın hendeklere gömüldüğünü, Kürt halkına ve temsilcilerine karşı yeni düzeyde bir saldırı ve savaş yürütüldüğünü biliyoruz. Buna rağmen Erdoğan tam bir arsızlıkla, 2021 yazında yaptığı Diyarbakır ziyaretinde, “masayı deviren biz olmadık” diyebilmişti.

İktidara ve muhalefete bu açıklamaları yaptırıp onları sözde “çözüm” adımlarına zorlayan, Kürt sorununun taşınmaz ağırlığı ve Kürt halkının on yıllardır sürdürdüğü ulusal özgürlük ve eşitlik mücadelesidir.

“Çözüm” değil, hak kırıntılarıyla yatıştırıp tasfiye etmek!

Kürt sorunu bugün toplumun gündeminde özel bir yer tutuyor. Zira Kürt halkının ulusal özgürlük ve eşitlik uğruna büyük bedeller ödeyerek yürüttüğü mücadele bir türlü dizginlenemedi. Rejimi bunaltan ve çözümünü dayatan uluslararası bir konum kazandı. Sorunun basıncı altında ve emperyalizm ile işbirlikçi büyük burjuvazinin teşvikiyle “Kürt açılımı”, dolayısıyla sorunun “çözümü” üzerinden bir “mutakabat”a varılması istemi zaman zaman gündeme geldi. Varılmak istenen “mutabakat”la, sorunun gerçek çözümü değil fakat sınırlı bazı tavizlerle yatıştırılıp denetim altına alınması ve silahlı Kürt hareketinin tasfiyesi hedefleniyor. Geçmişte gündeme getirilen “Kürt açılımı” da aynı amaca dönüktü. Gelişmelerin seyri bunu açıklıkla gösterdi.

Şimdi de CHP tarafından, AKP’nin gideceği, “Yeni bir Türkiye’nin inşa edileceği”, “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” ile “Türkiye’nin bütün sorunlarının çözüleceği”, dolayısıyla Kürt sorununun da “çözüm” yoluna gireceği vadediliyor. Seçim vesilesiyle Kürtleri kazanmayı ve sorunun taşınamaz ağırlığını kısmi tavizlerle hafifletmeyi amaçlayan bu tür açıklamalar sorunu çözmek değil bir kez daha yatıştırmak içindir.

Toplumsal-tarihsel olarak son derece kapsamlı ve kökleri derinlerde olan Kürt sorununu, Türk burjuvazisi ve devleti doğası gereği çözemez. Zira herşeyden önce Kürtlerin ulus olmaktan kaynaklanan hakları tanınmamaktadır. Yanı sıra “devletin amaç ve hedefleriyle Kürt hareketinin amaç ve hedefleri arasındaki derin uçurum” buna engeldir.

Bugün düzen muhalefeti ve işbirlikçi burjuvazi bir yana, AKP bile yeniden Kürt sorununu istismar etme peşindedir. Bu çerçevede Kürt kitleleri arasında ve Kürt hareketi saflarında beklenti ve tereddütler yaratmak, mümkünse bölmek için manevralara yönelmektedir. Demirtaş ve Öcalan üzerinden bunun örneklerinden biri sergilenmiştir. Diyarbakır ziyaretinde yaptığı “2004’te durduğumuz yerdeyiz”, “masayı deviren biz olmadık” açıklamaları, Kürt halkına karşı kapsamlı bir kirli imha savaşı yürüten AKP’nin hala da Kürt sorununda “adım atmak” istiyor görünmesi ise, oy avcılığı ötesinde bir anlam taşımıyor.

Kürt sorunu gerçeği ve Kürt halkının özgürlük ve eşitlik istemi karşısında inkârcı çizgi sürdürülemediği ve sorunun yarattığı ağırlık taşınamadığı için, farklı amaç ve hesaplarla sorun döne döne düzen güçlerinin “çözüm” gündemine giriyor.

Gerçek özgürlük ve tam eşitlik için!

Kürt sorununun bazı kısmi reformlarla yatıştırılması, uzun bir dönemdir Türk burjuvazisi için olduğu kadar emperyalist efendileri için de bir ihtiyaçtır. Ama bu hiçbir biçimde Kürtlerin ulus olmaktan kaynaklanan haklarının tanınması anlamına gelmiyor. Zira tarihsel-toplumsal bir kapsamı ve derinliği olan bu sorunun, Türkiye’nin kapitalist düzeni ve bu düzenin egemen sınıfı olan burjuvazi ayakta kaldıkça, gerçek ve kalıcı çözümü olanaklı değildir.

Bu kuşkusuz Türkiye’nin kapitalist düzeni altında Kürt sorununun devrimden başka bir çözüm yolu olmadığı, dolayısıyla reform sınırlarında kısmi kazanımlarının elde edilemeyeceği anlamına gelmez. Ama sınıfsal özü ve niteliği ile tepeden tırnağa gerici bir burjuva sınıf düzeni koşullarında, özgürlük ve eşitlik bir yana, bu kısmi kazanımlar bile hep saldırı hedefi olacaktır, olmaktadır da.

Bugün hedeflenen, sınırlı bazı tavizlerle sorunu yatıştırmak, kültürel sınırlarda tutmak ve silahlı Kürt hareketini tasfiye etmektir. Kürt sorununun çözümü adına gündeme getirilen açılım ve projelerin özü özeti bundan ibarettir.

Kürt sorununda gerçek çözüm açılımını yapacak, gerçek özgürlüğü ve tam eşitliği sağlayacak olan, devrimcileşmiş bir işçi sınıfı, onun muzaffer devrimi olabilir ancak. Güncel görev, Kürt halkının zorlu mücadelelerle şimdiden elde etmiş olduğu tüm fiili kazanımlarına sahip çıkmak, bu kazanımları tasfiye etmeye dönük her türlü saldırının karşısına kararlılıkla dikilmek, yeni mevziler elde etmek için mücadele etmek ve tüm bu mücadeleyi devrimci iktidar hedefi içinde anlamlandırabilmektir.