Virüsün adres sormadığını biliyoruz. Ancak tek adreslilere, yani evine çekilip kendini korumaya alanlara bulaşma riski çok daha az görünüyor. Buna karşın “çok adresliler”, evden çıkıp toplu taşıma araçlarıyla işine giden, orada da hijyenik olmayan ortamlarda çalışanlar ise büyük tehdit altında.
Buradan şöyle bir sonuç çıkarılabilir: Koronavirüs salgınının sınıfsal boyutu önümüzdeki günlerde daha belirgin hale gelecek. Çünkü bu hafta, durumun ciddiyeti anlaşıldıktan; okullar, restoranlar, kafeler kapatıldıktan sonra tecrit koşullarında yaşamaya başlayanlar için hastalığın kuluçka süresi dolacak. O nedenle ilk dalgada hastalığa yakalananlar arasında sporcular, siyasetçiler, iş insanları olması daha beklenilirdi. Ama bu hafta ortasından itibaren vakalar muhtemelen emekçiler arasında yoğunlaşacak.
Emeklilerin, ileri yaşlarda bulunanların zaten bu süreçte kendilerini tehlikeye atmamaları gerek. Meslekleri evden çalışmaya uygun öğretmenler-öğretim üyeleri, muhasebeciler, hukukçular, bilgisayar yazılımcıları vb. işlerini evden sürdürebiliyorlar. Dolayısıyla kurallara uymaları halinde bu süreci hastalanmadan atlatma olasılıkları daha yüksek. Banka çalışanlarının, medya mensuplarının ise dönüşümlü çalıştıkları için ara bir kategoride oldukları söylenebilir.
En büyük risk sağlıkçıların
Tabii ki en fazla risk taşıyanlar özverili bir biçimde salgına karşı mücadele eden sağlık emekçileri. Temizlik işleri, toplu taşıma gibi yerel yönetim hizmetlerinde çalışanlar da sorumlulukları gereği evlerine çekilip, “kendi olağanüstü hallerini ilan edemiyorlar.” On-line market siparişleri ve eve yemek ısmarlama eğilimi arttığı için zaten meşakkatli bir uğraşı bulunan kuryeler hem daha fazla yoruluyorlar hem de virüse açık koşullarda görev yapıyorlar. Bu dönemin kahramanları arasında, market çalışanları da yer alıyor. Özellikle endişeli bakışlarla müşterilerin kendilerine daha fazla yaklaşmasının, kartlı ödeme yaparken üzerlerine doğru eğilmesinin tedirginliğini yaşayan kasiyerler gerçekten zor koşullarda görev yapıyorlar.
Tüm bunlara karşın, sanayi sektöründeki işçiler eğer maske, solunum cihazı, tıbbi araç ve gereç üretimi yapan kritik önemdeki bir fabrikada çalışmıyorlarsa pekala evlerinde kalabilirler. Fabrikalar, madenler, şantiyelerde hayatın geçici bir süreliğine tamamen durmasının maliyeti göğüslenebilir. Genelde hizmet sektöründeki gelir kayıpları; uçaklardaki boş koltuklar, restoranlardaki boş masalar, spor salonlarında veya berber dükkanlarında hasılatsız geçen günler kolay telafi edilemez. Buna karşın sanayide, hayat normale dönünce yüksek kapasiteyle çalışma, ek vardiya, fazla mesai gibi yöntemlerle kayıplar büyük ölçüde giderilebilir.
Türkiye için geçerli değil
Bu tartışma sadece Türkiye için değil, başta ABD birçok ülke için geçerli. Bazı üst düzey şirket yöneticileri, ekonomiyi kapalı tutmanın yaratacağı zararların birkaç daha fazla kişiyi kaybetmekten daha derin olacağını, iki şerden birinin seçilmesi gerektiğini öne sürüyorlar. Trump da “tedavinin sonuçlarının illetten daha beter olmasına izin veremeyiz” sözleriyle aynı kalpsiz zihniyeti temsil ettiğini kanıtlıyor.
Clinton döneminin Çalışma Bakanı akademisyen Robert Reich da bu tartışmaya “insan odaklı” bir çıkışla katıldı. Beyaz Saray danışmanı Stephen Moore’un “maliyetine aldırış etmeksizin her insanın hayatını kurtarmaya yönelik politikalar uygulayamazsınız” sözlerine “insan yaşamından daha değerli hiçbir bilanço rakamı düşünemiyorum” humanizmiyle cevap verdi. Reich’a göre, insan hayatı karşısında ekonomi hiçtir. Zaten resesyonlar, depresyonlar doğrudan ne bizi öldürür, ne de hasta eder. İnsan sağlığını tehlikeye düşüren yemek yemek, barınmak, gerekli sağlık hizmetlerinden yararlanmak için yeterli paranızın bulunmamasıdır.
Bu arada Trump yönetiminin açıkladığı 2 trilyon dolarlık kurtarma paketinin emekçilere yönelik kayda değer ödemeler içerdiğini de hatırlatalım. Dört ay süresince eyaletlerin ödediği işsizlik parasının üzerine 4 ay için federal yönetim haftada 600 dolar ekleyecek. Yüksek geliri olanlar dışındaki her yetişkine 1200, her çocuğa ise 500 dolar doğrudan nakit desteği sağlanacak.
Çalışan emekçiler ne olacak?
Bize gelince ekonomi yönetimi ne elini cebine atıyor, ne de emekçilerin hastalık riskini azaltacak önlemlere cesaret ediyor. Herkesin kendi önlemini kendisinin alması gerektiği söylenirken, montaj hattında dip dibe çalışan emekçilerin ne yapabileceği konusu havada kalıyor. 2 milyon dar gelirli aileye 1000 lira nakit desteği verilmesi, en düşük emekli aylığının 1500 liraya çıkarılması dışında elle tutulur bir önlem görünmüyor. Peşinen söylemek gerekir ki bu “bekle gör” yaklaşımıyla, ekmeğini kazanmak için işe gitmesi gereken insanlara “ evde hayat var “ çağrılarıyla ne corona salgınının önü alınabilir, ne de olağandışı koşulların yarattığı ekonomik ve sosyal mahrumiyetler giderilebilir.
Şimdi değilse ne zaman?
İşsizlik Sigortası Fonu’nda 130.2 lira bulunuyor. “Şimdi değilse ne zaman” diye sormak hakkımız değil mi ? 15 milyon sigortalıya fondan asgari ücret ödemesi yaptığınız zaman bu ayda 34.8 milyar lira eder. Buradan evinden işini sürdürebilenleri ve zorunlu hizmetlerin sağlanması için çalışması gerekenleri çıkarınca rakam epeyce düşer. Ekonomi yönetimi tarafından pekala 3 ay ücretli izin karar verilebilir. Bunun faturası da fondan karşılanabilir. Hatta kayıtsız çalışanlar için de bu olanak genişletilebilir.
ABD emek hareketi sözcülerinden Mindy Isser, “coronavirüsü pandemisi basit bir gerçeği açığa çıkardı: toplumun işlemesini sağlayan bankerler, toprak sahipleri, üst düzey şirket yöneticileri değil, düşük ücretli işçilerdir” diye yazmış. Jeremy Corbyn de veda konuşmasında “düşük becerili” diye yaftaladığınız temizlik işçilerinin, market çalışanlarının bu süreçte nasıl gerekli olduğunu gördünüz mü? diye sormuş.
Bu sözler bizim için de geçerli değil mi? Sağlık emekçilerini özel bir yere koyup; kapımıza siparişlerimizi yetiştiren kuryelerin, marketleri açık tutan emekçilerin, çöplerimizi toplayan işçilerin kıymetini bugün daha iyi anlamıyor muyuz? Evdeki hayatı onlar sayesinde keşfetmiyor muyuz?
BirGün / 31.03.20