Sosyal ütopya mı, sosyalizm mi?
Korona salgını dramatik şekilde insan yaşamını ve genel toplumsal atmosferi değiştiriyor. Virüsün giderek yayılması egemen sınıfın politik temsilcilerine yer yer serbest pazar kurallarını askıya alacak kararlara zorluyor. Savaşta kullanılan militarist söylemler günlük açıklamaların doğal bir parçası gibi. Burjuva parlamentolarda sol muhalefet rolünü üstlenen fraksiyonlar dahi “hepimiz aynı gemideyiz” argümanıyla, tekellerin kâr hırsını yatıştırmak amacıyla ek bütçelere koşulsuz destek veriyorlar. Özel yasalar hızla yürürlüğe konuluyor, ordu ve polis olağanüstü yetkilerle donatılıyor. Kentler modern bir cezaevi görünümü alıyor. Tüm bunlar doğal bir felaketin kaçınılmaz sonuçları olarak gösteriliyor. Korona krizi burjuvazinin ideolojik hegemonyasının bir aracı haline getirilerek ince ince kullanılıyor.
İnsanlık elbette gelecekte de beklenmedik salgınlarla karşılaşacaktır. Tüm sorun, egemen toplumsal düzenin buna yanıtı ve ön hazırlıklarıdır.
Kâr hırsı ve kapitalizmin krizi
Kapitalist düzenin üretici güçlerindeki gelişme yıkıcı bir tarzda karşımıza çıkıyor. Temel insan hakkı olan barınma, sağlık, eğitim, ulaşım vb. kapitalistler için kâr alanları haline getiriliyor. Aşırı kâr hırsı insanlığı tehdit eden bu sistemin doğasını oluşturuyor. Spekülatif ticari işler, kriminal haydutları geride bırakan sahtekârlıklar, birbirini gözetleme üzerinden bilgi hırsızlığı vb.’nin gerisinde de, kapitalizmin işleyişinin temeli olan “kâr, daha çok kâr” var.
Militarizmin tırmandığı, yıkım savaşlarının acımasızca sürdürüldüğü, doğanın hoyratça tahrip edildiği, bilimsel-teknik gelişmelerin insan varlığını tehdit edebildiği, salgınların yıkıcı boyutlar kazandığı bugünün dünyasında, bu gidişatı durdurmak mümkündür. Üretici güçlerin gelişme düzeyi insanlığın temel ihtiyaçlarını karşılayacak, kültürel düzeyini yükseltecek güçtedir. Tekelci kapitalistlerin kârlarının sadece bir bölümü bile yoksulların yaşam koşullarını düzeltmeye yeterlidir. Ama kapitalist düzen koşullarında bu mümkün değildir.
Yıllardır Yunanistan’da toplama kamplarını andıran mekanlara mahkûm edilen insanlar, temiz içme suyuna ulaşamayan üç milyar insan vb., emperyalist-kapitalist düzenin gerçek resmini yansıtmaktadır. Kapitalizm sadece krizleri yaratmıyor, insanlığı felakete sürüklüyor. Gelinen yerde sağlık emekçilerinin sosyal seleksiyon mekanizmasına uygun biçimde kimin yaşayıp kimin öleceğine karar verebilecek olmaları, ancak bu sömürü düzeninde mümkündür. Koronavirüs’ün sadece sağlık alanında değil, genelde derin bir ekonomik-siyasal krize yol açması, bu düzenin artık sürdürülemez olduğunu gözler önüne sermektedir.
Gerçekçi olalım ve sosyalizmi isteyelim!
Sınıflı toplumların ortaya çıkmasından bu yana insanlar yaşadıkları yıkıcı sorunların çözümü için yeni toplumsal düzenler düşlemişlerdir.
Aslında var olmayan, tasarlanmış ideal toplumu anlatan “ütopya” Yunanca kökenlidir. Thomas More, 1516 yılında kaleme aldığı “Ütopya” isimli eserinin ilk bölümünde, İngiliz toplumunun alt sınıflarının içinde yaşadıkları korkunç koşulları anlatır. Kapitalizmin ilkel gelişme döneminin yarattığı toplumsal sorunları tüm çıplaklığıyla irdeler. İkinci bölümde insanların gelişimini sağlayacak bir toplumsal düzeni tasarlar. “Ütopya” adını verdiği adada insanların ihtiyaçları eksiksiz bir şekilde karşılanmaktadır. “Ütopya”nın dışında yeryüzünde böylesine erdemli insanlar ve böylesine kusursuz bir toplum yoktur. Bunun tek nedeni, özel mülkiyetin yasaklanması, her şeyin ortaklaşa paylaşılmasıdır.
More’un “Ütopya”sı yeniçağ burjuva toplum düşüncesini derinden etkilemiş, 17. yüzyıldan itibaren yeni arayışlara ivme kazandırmıştır.
İtalyan filozofu Thommaso Campanella 1602’de “Güneş Ülkesi”nde, İngiliz filozofu Francis Bacon 1626 yılında “Nova Atlantis”de, insanın mutluluğunu eksen alan bir düzenin resmini çizerler. “Güneş Ülkesi”nde de özel mülkiyete yer yoktur. Herşey ortaktır. Herkes için çalışma zorunluluğu vardır. Kollektif, insani yeteneklerin gelişmesine hizmet eder ve özellikle yeni buluşların ortaya çıkarılmasını teşvik eder. “Nova Atlantis”de ise, yine bir adada sağlam bir ahlâk anlayışı egemendir. Özel bir örgüt, halkın bu yüksek bilgi ve kültürünü planlar ve yürütür.
19. yüzyıl başında ise ütopik sosyalizmin tanınmış radikal temsilcileri yeni toplumsal projeleriyle seslerini duyurmuşlardır. Saint-Simon, Charles Fourier, Robert Owen bilimsel sosyalizmin ön basamaklarını oluşturmuşlardır.
Fantezi değil diyalektik-materyalist bakış!
Bilimsel sosyalizm ise, bir ütopyayı/tasarlanmış bir ideal toplumu hedeflemez; toplumsal-tarihsel gelişmenin yasalarının analizi temelinde toplumsal dönüşümün zorunluluğunu ortaya koyar. Bu toplumsal dönüşümü sağlayacak güç proletaryadır.
Karl Marx başından itibaren, kapitalizmle birlikte tarih sahnesine çıkan bu temel toplumsal gücün eyleminin sonucu olacak olan komünizmin ve ilk geçiş evresi olarak sosyalizmin bilimsel açıklamasını yapar. “Marx’ta, ütopyalar türetme, bilinmeyecek bir şey üzerine boş şeyler tasarlama girişiminin izi bile bulunamaz.” (Lenin)
Engels, gelecek toplumun ideal tasarımı yerine, burjuvazi ile proletaryanın uzlaşmaz mücadelesinin üzerinde cereyan ettiği tarihsel-ekonomik süreçlerin irdelenmesini, bu mücadelenin kaçınılmaz sonuçlarının ve yaşanan çelişkiyi çözecek araçların ortaya çıkarılmasının önemine işaret eder. Materyalist diyalektiğe bağlı kalarak, geleceğin ideal toplumunun resminin çizilmesi çabalarına karşı çıkar.
Engels, Marx’a yazdığı 25 Mayıs 1876 tarihli bir mektupta, W. Liebknecht’in “sözümona teorideki eksikliğe gidermek için her dar kafalının sorusuna yanıt verme ve gelecekteki toplumun tablosunu çizme” çabasına ilişkin kızgınlığını dile getirir.
Hollandalı sosyalist Nieuwenhuis 1881 yılında Marx’a, sosyalist devrim sonrası için eylem programı sorunlarını tartışma önerisi yapıldığını iletir. Marx yanıtında, gelecekte yapılacak olanların tümüyle o dönemin tarihsel koşullarına bağlı olduğunu söyler. Proleter devrim sonrası koşulların somut olarak atılması gereken adımın ne olduğunu göstereceğinin altını çizer.
Bu yaklaşım ne ifade etmektedir? Somut tarihsel-toplumsal koşullar gözetilmeden, soyut bir anti-kapitalist mücadele ya da “başka bir dünya mümkündür” söylemi, kendi başına iyi niyetli bir talep olarak kalacaktır. Kapitalist toplumsal formasyonunun yarattığı ve insan varlığını tehdit eden sonuçlar üzerinden geçmişin küçük ölçekli ve organik üretime dayalı komünlere dönüş propagandası, romantik ama gerici bir ütopyadan başka bir şey değildir. İnsanlığın tarihsel gelişimi içinde yarattığı üretici güçler, özel mülkiyet düzenine son verildiğinde, bireyin ve toplumun gelişimi için sınırsız olanaklar sunacaktır. Modern teknolojiye dayalı üretim, özel kapitalist mülkiyetin olmadığı koşullarda, yapıcı ve doğa ile uyumlu bir işlev görecektir. Burjuvazinin elinde yıkıcı bir güç olabilen bir makine, sosyalizmde insanların yaşam koşullarının bin kez kolaylaştıracak bir araca dönüşecektir.
Dolayısıyla, kimi siyasal çevrelerde propagandası yapılan Proudhoncu küçük ölçekli komünal üretim projesi, toplumsal içeriğinden soyutlanmış “üretici güçler”, “endüstriyel üretim” vb. tanımlamalar gericidir. Üretici güçlerin dünya ölçüsünde devasa bir gelişme göstermesi ve üretimin toplumsallaşması ile kapitalist özel mülkiyet arasındaki çelişkinin çözümü artık kendisini dayatmaktadır. Modern işçi sınıfı bu çelişkiyi çözecek tek gerçek devrimci güçtür.
Sosyalizm bayrağını yükseltmek!
Tok bir sesle ve büyük özgüvenle sosyalizmin insanlığın kurtuluşunu sağlayacak tek alternatif düzen olduğunu göstermek için, son bir aydır yaşananlara işaret etmek dahi yeterlidir. Küba, Çin ve Rusya’nın bu kriz döneminde İtalya, İspanya, Sırbistan ve diğer ülkelere tıbbi destek sunması, deneyimli tıp insanlarını göndermesi rastlantı değildir. Çin ve Rusya’nın egemenlerinin hesapları ne olursa olsun, geçmişlerinde derin devrimci süreçler bulunan toplumlardır bunlar. Yaşanan felaket karşısında sergilenen farklı davranışların gerisinde aynı zamanda bu kültürel mirasın kaçınılmaz etkileri de vardır.
Korona krizi çıktığında, Avrupa’nın burjuva yöneticilerinin aldığı ilk önlem ise sınırların kapatılması olmuş, İtalya’nın yardım istemleri geri çevrilebilmiştir. Bu gerçeklik emekçi sınıfların hafızasına kazınmıştır.
Emperyalist-kapitalist düzenin hiçbir meşruiyeti kalmamıştır. İnsanlığı her geçen gün yeni tahribatlarla yüzyüze bırakmaktadır. Burjuvazinin politik yöneticileri bu kriz döneminde de işçi ve diğer emekçilerle dalga geçercesine hareket etmekte, alınan önlemler sadece büyük tekelci grupların çıkarlarını gözetmektedir. Bu ekonomik önlemlerin faturasının emekçi sınıfların sırtına yükleneceği kesindir. Korona salgını geride kaldığında, yerini sermayenin ekonomik ve sosyal saldırılarına bırakacaktır. “Aynı gemideyiz” söylemleriyle kemer sıkma politikaları meşrulaştırılacaktır.
Başta işçi sınıfı olmak üzere toplumun diğer emekçi katmanlarının bu saldırılara karşı duracakları kesindir. Önümüzdeki süreçte sınıf çatışmaları daha açık görünümler kazanacaktır. Önemli olan bu çatışmanın kapitalist düzenin temellerine yönelen bir mücadeleye büyüyebilmesidir.
İnsanlığın, sonu gelmeyen krizlerle, savaşlarla, doğanın yıkımıyla, bu yıkımın tetiklediği salgınlarla yaşamını cehenneme çeviren bu düzenden kurtulabilmesi, işçi sınıfının tarihi rolünü oynayabilmesine, sosyalizm bayrağını yükseltmesine bağlıdır. Eninde sonunda bu başarılacak, bu ölüm ve yıkım düzeni tarihin çöplüğüne gömülecektir.