“İntörn hekimlerin örgütlenmesi zorunlu hale gelmiştir”

Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden TÖK`lü öğrenciler ile koronavirüs salgını ve intörn hekimlerin yaşadığı sorunlar üzerine konuştuk.

  • Haber
  • |
  • Gençlik
  • |
  • 31 Mart 2020
  • 22:05

-Sağlık Bakanlığı koronavirüs salgınına karşı hekim açığını kapatmak için “Tıpta ve Diş Hekimliği’nde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği”nde değişiklik yaparak asistan hekimleri göreve aldı. KHK ile ihraç edilen birçok doktor varken, onlar yerine açığın asistan hekimler ile kapatılmaya çalışılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

İhraç edilen ve ataması yapılmayan binlerce hekim var. Anayasa Mahkemesi güvenlik soruşturmalarını hukuksuz bulduğu halde hekim arkadaşlarımızın emeklerinin karşılık bulamaması hem var olan sağlık sistemi hem de sahada çalışan hekimler için büyük bir eksikliktir. Öncelikle yapılması gereken haksız yere ihraç edilen ve ataması yapılmayan hekimlerin bir an önce mesleklerine dönmelerini sağlamaktır. Böylece iş yükleri zaten çok fazla olan asistan hekimlerin iş yüklerinin kısmen de olsa azaltılması sağlanmış olur. Salgın sürecini yönetmek iyi bir organizasyon gerektirir ve iyi bir organizasyon için de sağlık emekçilerinin çalışma koşullarının iyi olması gerekmektedir. Sürecin bütün yükü emekçilerin üzerine yıkılarak bu salgınla baş edilemez. Atama bekleyen binlerce sağlık emekçisi derhal göreve başlatılmalı ve böylece hekim ve diğer sağlık emekçisi açığı kapatılmalıdır.

-İntörn hekim olarak bu süreç boyunca çalışma koşullarınızı ve genel olarak sağlık çalışanlarının çalışma koşullarını anlatabilir misiniz?

Süreç başlangıcında intörn hekimlerin akıbeti YÖK'ün verdiği karar neticesiyle rektörlüklere bırakılmıştı. Ülke genelinde olduğu gibi bizim üniversitemiz de intörn hekimleri sahadan çekme kararı aldı. Fakat bu süreç içerisinde bir kaç üniversitede hala çalışmaya devam eden intörn hekimler olduğunu biliyoruz. Çalışmaya devam eden intörnlerin gerekli tüm tedbirlerinin eksiksiz bir şekilde alınması kritik derecede önemlidir. Bunun yanı sıra intörn hekimlerin sağlık güvencelerinin sağlanması da göz ardı edilmemesi gereken bir konudur. Ülkemizde resmi olarak Covid-19 tanılı hasta yokken üniversitemiz aciline başvuran şüpheli vakalar oluyordu. Bu süre içerisinde intörn hekimlere malesef gereken tedbirler anlatılmamış olup, bununla birlikte sağlık personellerine N95 maske dağıtımında intörnler hastalarla en fazla temas eden çalışan gruplarından olmasına rağmen göz ardı edilmiştir. Skandal gibi bir durumla karşılaşan intörn hekimler bir kez daha kendilerinin özlük hakkı olmayan, hastanedeki iş açığını kapatan potansiyel iş gücünden farklı bir şey olmadıkları olarak görüldüğünü anlamışlardır. İntörn hekimlerin ülke genelinde örgütlenmesi zorunlu hale gelmiştir.

Bu gibi olaylar diğer üniversitelerde eğitimine devam eden intörn hekimlerinin de yaşadığını duyduk. Kimilerine hastalar tedirgin oluyor diye maske takmaları yasaklanmış. Kimilerinin de sağlık personelinin ambargosu altında maskeye ulaşımı engellenmiştir. Bahsettiğim örneklere ek olarak intörn hekimlerle iletişim halinde bir çok sorunun daha eklenebileceğini düşünüyorum.

İntörn hekimlerin sağlığının korunması, diğer sağlık çalışanlarının da olduğu gibi ivedilikle sağlanmalıdır. Bu bütün emekçilerin en doğal hakkıdır ve hastane yönetimi tüm çalışanlarını korumakla ve gerekli tedbirleri almakla yükümlüdür.

-Koronavirüs salgını kapsamında devlet bir dizi önlem aldığını açıkladı. Ancak Türk Tabipleri Birliği yaptığı açıklama ile bu önlemlerin çok yetersiz olduğunu, yeterince test yapılmadığını belirtti. Alınan önlemleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Biz de alınan önlemlerin yetersiz olduğunu düşünüyoruz. Bugün insanlara evden çıkmayın deniliyor. Ancak çalışmak zorunda olan milyonlarca insan var. Onlara “evde kal” demek laftan ibarettir. Salgının ortaya çıkacağı aylar öncesinden belliyken, hastaneler ona göre organize edilmedi. Yeterli ekipmanlar temin edilmedi. Salgının yaygın olduğu bölgelerden gelen insanlara yeterli test yapılıp karantinaya alınmadı. Sağlık emekçilerinin sorunları çözülmedi. Salgın başlayınca süreç iyi yönetilemedi, oluşturulan kurullara meslek odaları, sivil toplum örgütleri, demokratik kitle örgütleri, sendikalar alınmadı. Yeterli ve şeffaf bilgi verilmedi. Çok az sayıda test yapıldı ve bu nedenle vakaların tespit edilmesi gecikti. Sağlık emekçileri için gerekli olan ekipmanlar sağlanamadığı için risk altında kaldılar ve potansiyel bulaştırıcı konumuna geldiler.

Piyasacı bir tıp anlayışı varken ne kadar önlem alınsa da yeterli olmaz. Yeryüzünde sağlığa erişimi olmayan milyonlarca insan varken alınan önemler o insanlar için olmayacak ve salgın devam edecek.

-Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Öğrencileri Kolu üyesi olarak İzmir’deki salgın tablosunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bugün şeffaf bilgi verilmediği için bölge bölge durum değerlendirmesi yapmamız biraz zorlaşıyor. İzmir Tabip Odası’nın 30.03.2020 tarihinde açıkladığı rapora göre İzmir genelinde kamu hastanelerinde hasta sayısı 700 civarındadır ve etkilenen hekim ve sağlık emekçisi sayısı da yaklaşık 75’tir. Ayrıca 9 Aile Sağlığı Merkezi (ASM) de Covid-19 şüpheli vakalar nedeniyle kapatılmış durumdadır. Bu sayılar günden güne artmaktadır. İzmir’de büyük bir kitle “evde kal” çağrısına uyup evinde kalmıştır. Ancak her yerde olduğu gibi burada da çalışmak zorunda olan emekçiler hem kendi sağlıkları hem ailelerinin sağlığı hem de halk sağlığı için risk oluşturmaktadırlar.

-Bir sağlık emekçisi olarak okurlarımıza yapmak istediğiniz bir çağrı var mı?

Halk sağlığını en çok tehdit eden şey kapitalizmdir. Salgın hastalıkları, kitlesel ölümleri, savaşları halkların başına musallat eden bu sistemdir. Bu salgın özelinde yapacağımız çağrı; bugün var olan bilgi kirliliğine kulak asmayıp bilim insanlarının çağrılarına uymaya çalışmak olmalıdır. Yanlış bilgileri dikkate almamak ve yaymamak gerek. Herkes gibi “evde kal” demek hiçbir samimiyeti olmayan kuru bir çağrıdır. İnsanların evde kalması için geçinme kaygısının olmaması gerekir.