Yıkıcı halkçılıktan yapıcı halkçılığa

Bizde sendika deyiminin kullanılmasına bile yasalar izin vermemektedir. Durumumuzun fecaatine bundan açık bir örnek olamaz. Politik, toplumsal, bilimsel, ekonomik her türlü örgütler köhnemiş Cemiyetler Yasası’na göre kurulmazsa, faaliyeti yasaklanır. Ortaçağ bir kafayla yapılmış olan Tatil-i İşgal Kanunu (Grev Kanunu)'nda tanımlanan bütün merasime uymaksızın ilân edilen grevlere katılan işçiye karşı, Halk Hükümeti kanun adına, silahlı kuvvetler gönderir. Birkaç gün önce İstanbul ahalisi, hükümetin böyle kanlı bir teşebbüsüne tanık olmuştur.

  • Değerlendirmeler
  • |
  • Güncel
  • |
  • 29 Ekim 2020
  • 10:00

Tarihsel TKP ve Şefik Hüsnü

...Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun yeni bir yıldönümündeyiz. Bunu vesile ederek Şefik Hüsnü’nün Cumhuriyeti konu alan üç yazısını bir arada yayınlıyoruz. Bunlardan ilk ikisi Cumhuriyet’in daha ilk yılı dolmadan kaleme alınmıştır (1924 yazı). Üçüncü yazı ise Cumhuriyet’in 10. Yılı dönemine aittir. Bu, TKP’nin Kemalizm konusundaki hayallerinden nihayet kurtulduğu, artık “Kahrolsun Kemalist burjuvazi!” ya da “Kahrolsun Kemalist burjuva diktatörlüğü!” türünden net militan sloganlar kullandığı bir dönemdir...
Sunuşun tamamı...

Toplumsal kuruluşlara, sendikalara tam bir özgürlük vermeyen cumhuriyet kuru laftan ibarettir...

Bir hıyanet ocağı olan tahtları devirip, bir cumhuriyet yönetimine girdiğimizden beri hep seviniyoruz, en ileri halkçılık prensipleri ağızlarımızda dolaşıp duruyor. Fakat parlak kelimelerin, süslü ilkelerin verdiği şaşkınlıktan bir an sıyrılıp biraz araştıracak olursak, bol bol sözünü ettiğimiz yöntemlerin, prensiplerin henüz uygulama alanında izine bile rastlanmadığını görmekte gecikmeyeceğiz. Biz devrimciler, muhaliflerimize hücum işini zaman zaman erteleyip, kendi aramızda da hesaplaşmak, ilkelerimize sadık kalmak için yapmak zorunda olduğumuz şeylere göre, yaptıklarımızı karşılaştırmak zorundayız. Aksi halde farkına varmaksızın çöküntü uçurumuna yuvarlanmamız kaçınılmazdır.

Bir devrimin canlı bir gerçek olarak en uzak amaçlarına değin ulaştığını görmek isteyenlerdeniz. Onun, bir kelime gürültüsü arkasında saklanan bir iskelete dönmesine engel olmak için elimizden gelen her şeyi yapmaya azmetmişiz. Bunun içindir ki ülkemizdeki toplumsal değişme hareketinin gidişini, şefkatli bir baba dikkati ve endişesiyle adım adım izliyor, gördüğümüz duraksamaları, gerilemeleri, sapmaları acımasız eleştirmeyi görev biliyoruz.

Son zamanlarda işçi sınıfının karşılaştığı haşin muameleler ve içine düşürüldüğü feci durum, Cumhuriyet yönetimimizin “defter-i amalini” karıştırmamıza sebep oldu. Ne yazık ki olumlu bir eylem bulmak konusundaki çabalarımız boşa gitti. Halkçılıktan doğma, işlemeye başlamış hiçbir cihaza rastlayamadık. Tarihsel değerlerinin büyüklüğü önünde tekrar eğilmek gereğini duyduğumuz birçok değişiklik geçirdiğimizi yadsıyacak değiliz. Hiç kuşkusuz, derebeylik ve hükümdarlıktan devraldığımız, çağdaşlaşmamıza engel olan biçimlerin ve kuruluşların yıkılması, toplumsal yapımız üzerinde gayet olumlu ve rahatlatıcı etkiler yapacaktır. Fakat önemleri ne denli büyük olursa olsun bunlar istisnasız yıkıcı eylemlerden ibarettir. Yapılan işleri birer birer gözden geçirelim: Saltanat ve Hilâfetin kaldırılması, hanedanın sona erdirilmesi, dinin devletten ayrılması, medreselerin ve şerî mahkemelerin kaldırılması, kadılıkların kaldırılması vb. Büyük küçük ne yapılmışsa hepsi, niteliği gereği, devrimin yıkma dönemine aittir. Ve girişimin, kendisinden emin bir halkçılık ilkesinden esinlendiği açıktır. Fakat bu yıkıcı bir halkçılıktır; arkasından hemen olumlu, yaratıcı eylemler birbirini izlemezse çoğunluğun bakışları hasretle arkaya, geçmişe çevrilir, düşünceler eski görüşler içinde uyuşur kalır. Arzulandığı gibi verimli hamlelere yol açan ruhi değişmelerden belirti görülmez. Bir devrim rağbet ve sevgi görebilmek için yalnızca yıkmakla yetinmemeli, bir yandan da felsefesine uygun yeni bina yapmalıdır.

Bizim üzüntümüz Cumhuriyet yönetiminin bu alandaki hareketsizliğidir. Her hususta eski yasalar geçerli olduktan sonra, hükümdarlık yerine Cumhuriyet’in oluşu bile, olumlu halkçılık açısından derin bir anlam taşımaz. Halkı devlet işlerine, gittikçe daha çok katmayı ilke edinen devrim hükümetimiz ve halkçılarımız, hâlâ Millet Meclisi seçimlerinde bile bundan yaklaşık olarak yarım yüzyıl önce, Mithat Paşa zamanında yapılmış olan yasaları uygulamaktadırlar. Durum ile eylem arasındaki zıtlığa bundan iyi bir örnek gösterilemez. Ne yana bakılsa, işlerin daima yalnız yarısının -yıkma kısmı- başarılmış olduğu göze çarpar.

***

Bu o kadar açık ve görünürdedir ki örnekleri çoğaltmayı gereksiz görüyoruz. Biz bugün özellikle toplumsal kuruluşlar üzerinde durmak istiyoruz. Cumhuriyet ve halkçılık demek halkın serbestçe toplanabildiği, kayıtsız ve şartsız örgütlenebildiği bir hükümet biçimi demektir.

Bu en hayatî, en acele yapılması gereken işe henüz el atılmış değildir. Dar görüşlü Meşrutiyet’in emekleme döneminden yadigâr kalan cemiyetler ve grevler yasaları, hâlâ bugün işçinin, köylünün ve bütün üreticilerin elini ayağını bağlamaktadır. Toplumsal bilinç arttığı oranda toplanmak, örgütlenmek gereğini duyan halk, bu yönde atmak istediği her adımda bu yasaların sınırlama ve koğuşturmasına çarpıp sendelemektedir. Bu yüzden genel dağınıklık içinde, Cumhuriyet Hükümeti, yardımına güvenilecek, halk kitleleriyle bağını kuracak bir toplumsal dayanak noktasından yoksun kalıyor. Toplumun biçimsiz bir yığın halinde bulunmasından dolayı o da aralıksız sendeliyor.

Cumhuriyet tabakalarının ve özellikle üretici sınıfların düzenli ve sağlam örgütler çevresinde toplanma olanağı olmayan ülkelerde, ancak zorba azınlıkların hükümeti söz konusu olabilir. Cumhuriyet doğal olarak anlamsız, kuru bir sözden ibaret kalır. Dünyanın bütün iyi niyetleri bir araya gelse yine, her türlü kandırılmaya yatkın, örgütsüz bir toplum üzerinde, bir halkçı yönelim kurmayı başaramayacağı açıktır. Olumlu bir sonuca varmak isteniliyorsa her şeyden önce, halkın esaslı ve çağdaş bir tarzda örgütlenmesini mümkün kılmalıdır.

Oysa bizde sendika deyiminin kullanılmasına bile yasalar izin vermemektedir. Durumumuzun fecaatine bundan açık bir örnek olamaz. Politik, toplumsal, bilimsel, ekonomik her türlü örgütler köhnemiş Cemiyetler Yasası’na göre kurulmazsa, faaliyeti yasaklanır. Ortaçağ bir kafayla yapılmış olan Tatil-i İşgal Kanunu (Grev Kanunu)'nda tanımlanan bütün merasime uymaksızın ilân edilen grevlere katılan işçiye karşı, Halk Hükümeti kanun adına, silahlı kuvvetler gönderir. Birkaç gün önce İstanbul ahalisi, hükümetin böyle kanlı bir teşebbüsüne tanık olmuştur.

***

Bu anormal duruma bir an önce son vermeli, acele olarak serbestçe sendikalar kurmaya izin veren bir kanun çıkarılmalıdır. Aksi halde üretici kitlelerin Cumhuriyet Hükümeti hakkındaki güvenlerini yitirmelerinden korkulur. Bu yasa yalnız işçilerin değil bütün toplumsal zümrelerin çıkarına olacaktır. Büyük ve genel bir hoşnutsuzluğun önüne geçmek istiyorsak, örgütlü halktan Cumhuriyete zarar gelmesi ihtimali olmadığı kanısını, aklımıza yerleştirmeli ve hemen toplumsal hareketi sınırlayan engelleri ortadan kaldırmaya koyulmalıyız.

Yapılacak iş Anayasa ile milletin bizzat elde ettiği hakları gereksiz müdahalelerden kurtaracak ve onlardan kayıtsız şartsız yararlanmayı mümkün kılacak bir belge vücuta getirmektir. Devrimin selâmeti adına ilgili bakanlıkların harekete geçerek, dört gözle beklenen bu toplumsal yasaları şimdiden özenle hazırlamalarını temenni ederiz. Üretim işlerinin başka biçimde düzenlenmesi mümkün değildir. Patron ve işçi ilişkilerini düzenleyen ve işçinin asgarî haklarını belirleyen Sendikalar Kanunu, şimdiki yönetimin temel taşları yerindedir. Halkçılık bu yapıcı adımı atmazsa kendi hayatına suikast etmiş olur.

Bu yasalar gayet geniş bir halkçılık ruhundan fışkırmalıdır. İnanışımıza göre her türlü sınırlamanın ve kırtasiyeciliğin önüne geçecek biçimler bulmak gereklidir. Sendikalar Kanununda gözetilecek esaslı noktalar şunlardır: Her türlü sendika ve sendika birliklerinin kurulabilmesi için gayet basit kurulma şartları öngörmeli, aynı mesleğe veya aynı çıkarlara sahip sekiz on kişinin bir araya gelerek bir sendika kurabilmelerine izin verilmeli, bir yerde çalışanların üçte birini temsil eden sendikalara, işçi adına patronla müzakerelere girişme hakkı verilmeli, aynı mesleğe mensup işçilerden oluşan sendikaların federasyonlar ve bir şehir ve sınaî merkez dahilinde türlü sendikaların sendika birlikleri kurabilecekleri ve bu birliklerin uluslararası federasyonlara dahil olabilecekleri açıkça belirtilmelidir. Grev hakkından yararlanmayı kaldıran kayıt ve şartlar kaldırılmalı, patron ile uyuşmayan sendikalar, ilgili işçinin oyunu aldıktan sonra, derhal grev ilân edebilmeli, hükümet aracılık teklifinde bulunduğu zaman hemen görüşme başlayarak, uzlaşmayan işçi istediği gibi harekette serbest olmalıdır.

İş Kanununa gelince: İzmir İktisat Kongresinde işçi grubu tarafından kabul ettirilen asgari istek buna esas alınmalı, Türkiye işçi sınıfı bunu dilemektedir.

Ülkemizde toplumsal meselenin köklü bir şekilde hallini, toplumumuzda var olan ahenksizliklerin yok edilmesini, özet olarak bütün çelişik çıkarların uzlaştırılmasını meslekî temsilden bekleyen, aydınlar sınıfına mensup bir zümre vardır. Bu “her derde derman” taraftarları zaman zaman ortaya çıkmakta, küçük bir tahrikten sonra yine gözden kaybolmaktadır.

Biz özel mülkiyet temeline ilişmeyen herhangi bir düzenlemenin efsanevî etkisine inanmadığımız için, bu meslekî temsil mucizesine de inananlardan değiliz. Fakat bunun, geniş bir ruhta uygulanmak şartıyla, burjuva halkçılığının öteki biçimlerine göre daha iyi ve yeğlenir bir biçim olmasına ihtimal veriyoruz. Yalnız meslekî temsilden görülebilir bir sonuç alınması düzenli, güçlü, özgür sendikaların vücuduna bağlıdır. Türlü emek sahipleri sağlam sendikalar çevresinde örgütlenmiş bulunursa ancak o zaman onların temsili söz konusu olabilir. Aksi halde meslekî temsil de, bugünkü halkçılık gibi, boş ve yavan bir söz olmaktan kurtulamaz. Coğrafî ve yöresel temsil, ihtiyar heyetlerine dayandığı için, mahalle ve köy örgütleri kötü olan yerlerde seçim nasıl bir göz boyayıcılığından ibaretse, sendikalardan yoksun bir ülkede, meslekî temsil de iğrenç bir kepazelik olacaktır.

Buna dayanarak meslekî temsil taraftarları, sendikacılığın hızlı bir tarzda gelişmesiyle yakından ilgilenmek zorundadırlar. Sendika kurma özgürlüğü için açtığımız mücadeleye, samimi iseler, bütün güçleriyle katılmalıdırlar. Ülkemizde halkçılık için bir ölüm dirim meselesi olan bu davanın savunmasına bütün devrimcileri çağırıyoruz. Ortak şiarımız: “Sendika özgürlüğü, sendika hakkı, sendika birlikleri lehinde savaş!” olmalıdır.

AYDINLIK, Sayı: 24, Ağustos 1924

(Seçme Yazılar, Aydınlık Yayınları, Mart 1971. s.255-61)