Komünistlere saldırı ve Komintern
(TKP delegesi Orhan’ın konuşmasına Sunuş)
10 Eylül 1920’de Kuruluş Kongresini toplayan TKP, Komünist Enternasyonal Dördüncü Kongresi toplandığında (Kasım-Aralık 1922), hala da birleşik ve merkezi bir yapıdan yoksundu. Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katledilmesi merkezi yapıyı yok etmiş, böylece kongrede ortaya konulan birlik iradesi de hayata geçirilemeden kalmıştı. Komünist Enternasyonal Dördüncü Kongresi’nde alınan birlik kararına ve birliği sağlamak üzere oluşturulan Teşkilat Bürosu’na rağmen parçalı durum iki yılı aşkın bir süre daha devam etti. Birlik ve merkezileşme ancak Şubat 1925’te toplanan TKP İkinci Kongresi (Akaretler Kongresi) ile sağlanabildi.
Mustafa Suphiler’in katledilmesi izleyen Komünist Enternasyonal Üçüncü Kongresi’nde (Haziran-Temmuz 1921) TKP, Harici Büro olarak da bilinen Bakü Kolu tarafından temsil edilmişti. Dördüncü Kongre toplandığında Bakü Kolu artık yoktu (Komintern organlarınca dağıtılmıştı). Kongrede TKP’yi bu kez, İstanbul Komünist Grubu (Aydınlık Çevresi) ile Ankara TKP’si olarak da bilinen Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası (THİF) delegeleri birlikte temsil ediyorlardı. Burada konuşmasını yayınladığımız Orhan (Sadrettin Celal) İstanbul Komünist Grubu’nun lideri Dr. Şefik Hüsnü’den sonraki en önemli mensubuydu. Doğal olarak konuşmayı iki grubun birleşik delegasyonunu temsilen yapıyordu.
Konuşmanın içeriği olguların ayrıntılı bir sunumuna dayandığı için yeterince açıktır. Fakat tarihsel bağlamı ve anı özellikle önemlidir. Bu, Milli Kurtuluş Savaşı’nın askeri zaferini kesinleştiren Mudanya Mütarekesi’nin (Ekim 1922) hemen sonrası ve onu izleyen Lozan Barış Konferansı’nın başlangıç günlerdir. Konuşmada da vurgulandığı gibi, emperyalistlerle ilk uzlaşma ihtimalinin belirdiği Londra Konferansı (Şubat-Mart 1921) öncesinde, Kemalistler emperyalistlere güven mesajını Onbeşler’i hunharca katlederek ve THİF’i dağıtıp yöneticilerini tutuklayarak vermişlerdi. Sovyet iktidarının stratejik önemdeki çok yönlü yardımı (ve dünya komünist hareketinin Onbeşler katliamına rağmen sürmekte olan tam desteği) ile elde ettikleri askeri başarının ardından ise, bu kez gündemde Lozan Barış Konferansı vardı ve yine emperyalistlere güven vermek gerekiyordu. 1922 Ekim’inde THİF’e yönelik olarak gündeme getirilen saldırıyla yapılan buydu.
Gerek Komünist Enternasyonal Dördüncü Kongresi gerekse Sovyet Hükümeti ile Bolşevik Partisi liderliği, Türkiyeli komünistleri hedef alan yeni terör dalgasını tam olarak böyle değerlendirdiler.
Dördüncü Kongre’de Doğu Sorunu gündemi çerçevesinde konuşan bazı delegeler bu konu üzerinde özel bir biçimde durdular. İngiliz delegesi Webb emperyalist basın organlarından birinin o günlerde Türkiye’deki milli hareketi ve lideri Kemal’i konu eden makalesinden bölümler aktarıyor ve sözü şuraya bağlıyordu: “Sonuç olarak dergide İngiltere‘nin ve İtilaf Devletleri‘nin İstanbul’u Türk milliyetçisi Kemal Paşa’ya belki geri verebileceği ama daha önce Kemal Paşa’nın Sovyet Rusya’nın bir piyonu olmadığını dünyaya kanıtlaması gerektiği yazılı.” (Komintern Belgelerinde Türkiye, Kaynak Yayınları, Nisan 2020, s.184)
Hint delegesi ünlü Roy da nispeten uzun konuşmasında Türkiye’deki Milli Mücadele üzerinde duruyor ve o sıra Kemalistlerce estirilen anti-komünist terör hakkında şunları söylüyordu: “Bundan daha iki-üç ay önce, dünyadaki bütün devrimci unsurlar Mustafa Kemal Paşa‘nın zaferlerini coşkuyla selamlarken, bugün Kemal, işçilerle köylülerin devrimci gücü sayesinde kurtulmuş olan özgür Türkiye‘de, bu işçilerle köylülerin iyiliği için çalışan herkesi zalimce kovuşturuyor. İşte bu olgu, bu tür ülkelerin birinde ya da ötekinde burjuvazi ile feodal askeri kliğin milliyetçi devrimci mücadelenin önderliğini üstlenebileceğini, ama bir noktadan sonra bu insanların harekete mutlaka ihanet ederek karşıdevrimci bir güce dönüşeceklerini kanıtlıyor.” (s.177-78)
Onbeşler’in katledilmesi sonrasında kamuoyu önünde suskun kalarak yalnızca gizli diplomatik girişimlerle yetinen Sovyet Hükümeti ve Bolşevik Partisi’nin tutumu da bu kez farklıdır. Erden Akbulut-Mete Tunçay’ın yeni çıkan kitapları bu konuda önemli bilgiler içeriyor. Konunun üzerine giden Komintern Başkanı Zinovyev’dir. Komünist Enternasyonal kongresi devam ediyorken Politbüro’nun bazı üyelerine (Lenin’e, Troçki’ye, Radek’e ve Buharin’e) çektiği telgrafta, Kemalist iktidarın komünistlere saldırısı konusunda susulmaması gerektiğini, konuyu kongrede gündeme almak ve bir çağrı çıkartmak istediğini bildiriyor ve ekliyor: “Sorunun önemini dikkate alarak sizlerin görüşünüzü rica ediyorum.”
İki gün sonraki (16 Kasım 1922) RKP (B) Politbürosu toplantısında şu iki karar alınıyor:
“a) Çiçerin yoldaş, Ankara‘da tutuklu komünistlere uygulanan baskılarla (işkence ve kurşuna dizme tehdidi) ilgili olarak etkin diplomatik önlemler almakla görevlendirilmelidir.
“b) Pravda ve diğer merkez yayın organlarına Türkiye Komünist Partisi‘ne indirilen darbe hakkında yazı yazmaları önerilmelidir.” (TKP’nin Kuruluşu 1919-1925, Yordam Kitap, Ekim 2020, s.273-73)
Orhan’ın konuşmasının yanı sıra yayınladığımız G. Safarov’un Canice Aptallık yazısı bu karardan bir gün önce Pravda’da yayınlanmış görünüyor. Komintern Doğu Sekreterliği yöneticisi olan Safarov, yazısında saldırılar üzerinde durarak Kemalist hükümeti doğrudan hedef alıyor.
Konuşmasını sunduğumuz Orhan müstear isimli Sadrettin Celal, İstanbul Komünist Grubu’nun Şefik Hüsnü’den sonraki en önemli lideridir ve Grubun legal yayın organı Aydınlık dergisini yönetmektedir. Tam da Sadrettin Celal’in Komünist Enternasyonal Dördüncü Kongresi’nde Kemalist hükümet hakkında bu denli açık ve ağır konuştuğu, “Milliyetçi burjuvazi, Londra Konferansı’ndan bu yana artık devrimci değildir” dediği sırada, yakın çalışma arkadaşı Şefik Hüsnü, Aydınlık sayfalarında Kemalistler hakkında en akıl almaz hayaller beslemeye/yaymaya başlamıştı bile. Oysa aynı Şefik Hüsnü, üstelik 1920 sonu gibi erken bir tarihte (yani daha Onbeşler’in katledilmesinden bile önce!), şaşırtıcı bir açıklıkla bu türden hayallere karşı Komintern de dahil öteki herkesi yazdıklarıyla bizzat uyarıyordu!
İki yakın çalışma arkadaşının, aynı günlerde ama farklı mekanlarda, birbirlerine bu denli zıt konumlarda bulunmaları, doğal olarak oldukça şaşırtıcı bir görünüm sunuyor. Bize burada paylaştığımız ayrıntıların belge ve bilgilerini sunan Erden Akbulut, bunu Komünist Enternasyonal Dördüncü Kongresi’ndeki atmosfere ve Başkan Zinovyev’in konuya ilişkin somut girişimlerine bağlıyor. Bu ikna edici bir açıklama gibi de görünüyor. Zira Zinovyev, 14 Kasım tarihli telgrafında şunları söylüyor: “Ankara‘daki işkence ve kurşuna dizme tehditleri konusunda Kongre‘de de susulmamalı. Ben Safarov yoldaşın (Seksiyon Başkanı), ardından bir Türkün birer konuşma yapmasını, sonra Kongre‘nin Türkistan işçi ve askerlerine kısa bir çağrıda bulunmasını gerekli görmekteyim.” (s.273)
Safarov’un Pravda’daki makalesi bu telgrafı izleyen gün (15 Kasım) yayınlanıyor. Orhan ise konuşmasını 20 Kasım tarihli oturumda yapıyor. Oturumu yöneten Başkan (muhtemeldir ki Zinovyev’in kendisi), Orhan’ın konuşmasına daha baştan vurgulu biçimde dikkat çekiyor: “Başkanlık Divanı, bu akşam sözü son derece acil ve önemli bir bildirisi olan Türkiyeli bir yoldaşa vermeyi kararlaştırdı.”
Zinovyev’in konuyu bu denli sahiplenmesinde Kongre’deki Ankara TKP’si delegelerinin özel bir basıncı olduğunu sanıyoruz. Zira onlar daha 1920’den beri, Şerif Manatov başta olmak üzere Ankara’da görev yapan Sovyet ve Komintern görevlilerinin de çok özel katkısıyla, milliyetçi burjuvazi ve Kemalist hareket konusunda daha açık bir değerlendirme ve tutuma sahip idiler. (Son saldırının ise doğrudan hedefiydiler!)
O sıra Komünist Enternasyonal’de Zinovyev’den sonraki ikinci önemli kişi olan Karl Radek, Dördüncü Kongre’nin 23 Kasım tarihli 20. Oturum’unda, Doğu Sorunu konulu tartışmalara toplu bir yanıt verdi. Konuşmasında Türkiye’deki Milli Mücadele ve Kemalist Hareket üzerinde özellikle durdu. Bu arada Türkiye’li delegelerin raporlarına ve konuşmalarına atıfta bulunarak şunları söyledi: “Türkiyeli komünistlere şu öğüdü verdiğimiz için bir an bile pişman değiliz: Parti olarak örgütlendikten sonra ilk göreviniz Türkiye‘deki milli kurtuluş hareketini desteklemek olmalıdır.”
Daha ileride buna şunları ekledi: “Ve kovuşturuldukları şu anda dahi biz Türk komünistlerine şöyle sesleniyoruz: Bu ana bakarak yakın geleceği unutmayın! Türkiye‘nin büyük uluslararası devrimci önem taşıyan bağımsızlığını savunma görevi henüz sona ermiş değildir. Size saldıranlara karşı kendinizi savunun, kılıca kılıç çekin, ama tarihsel olarak henüz kurtuluş mücadelesine sıra gelmediğini, Türkiye‘nin yeni yeni billurlaşan devrimci unsurlarıyla daha uzun bir süre birlikte yürümek zorunda olduğunuzu da bilin.” (Komintern Belgelerinde Türkiye, s.188)
Şimdilik bunların Karl Radek’in kişisel görüşleri değil fakat Komünist Enternasyonal’in o dönemki genel yaklaşımının bir ifadesi olduğunu belirtmekle yetinelim. (Radek’in konuşmasını önümüzdeki günlerde sunacağız.)
Son olarak teknik bir açıklama: Orhan’ın burada sunduğumuz konuşması Mete Tunçay’ın solun tarihine ilişkin çok bilinen çalışmasının (Türkiye’de Sol Akımlar) yanı sıra, Erden Akbulut’la birlikte yayınladıkları yeni dönem çalışmalarında da yer alıyor. Örneğin TKP’nin Kuruluşu 1919-1925 başlıklı en son kitapta bu konuşma, ön ve izleyen süreçlere ilişkin ayrıntılı bilgilerle ve belgelerle birlikte daha işlevli bir biçimde sunuluyor (s. 278 vd.). Fakat yazık ki konuşmanın bu kitaplardaki İngilizce kaynaklı çevirisi biraz sorunlu görünüyor. Bu nedenle biz konuşmanın Almanca tutanakları üzerinden bir çevirisini sunan Kaynak Yayınları’nı tercih ettik.
Kızıl Bayrak
***
(Komünist Enternasyonal IV. Kongresi’nin 20 Kasım 1922 tarihli 17. Oturum’unda Türkiye Delegasyonu adına Orhan (Sadrettin Celal) tarafından yapılan konuşma... Köşeli parantezler içindeki açıklamalar Kızıl Bayrak tarafından konulmuştur...)
BAŞKAN: Yoldaşlar, Lozovski yoldaşın kapanış konuşmasını yarına erteliyoruz. Başkanlık Divanı, bu akşam sözü son derece acil ve önemli bir bildirisi olan Türkiyeli bir yoldaşa vermeyi kararlaştırdı.
ORHAN: Yoldaşlar, hepiniz gazetelerde Anadolu’da komünistlerin kitle halinde tutuklandığını ve İstanbul’daki Türkiye İşçi Sendikası’nın [Türkiye İşçi Birliği] kapatıldığını bildiren haberleri okumuşsunuzdur. Bu baskıları ve Kemalizmin bu yeni yönelişinin anlamını doğru kavramamız için, Kongre’ye Ankara ve İstanbul Komünist Partisi’nin faaliyeti ve milliyetçi hükümetin siyaseti konusunda bilgi vermeyi gerekli gördüm.
Türkiye Komünist Partisi’nin [Aşağıdaki İstanbul ara başlığına kadar TKP olarak faaliyetleri belirtilen Ankara merkezli THİF’tir] kuruluşu, işçilerle köylülerin verdiği kurtuluş mücadelesinin başına geçmeyi başaran burjuva milliyetçi hükümetin tam da bu emekçi kitlelerin en hayati çıkarlarının karşısına dikildiği bir döneme rastlar. İşte bu yüzden, Türkiye Komünist Partisi daha kurulduğu anda iki düşmanla karşı karşıyaydı: Emperyalizm ve milliyetçi burjuvazi. Parti, en büyük düşman olan emperyalizme karşı mücadelenin daha önemli olduğuna inandığından, hükümeti emperyalizme karşı mücadele ettiği sürece desteklemeye karar verdi, öte yandan da, işçiler ve köylüler için demokratik reformlar talep etmeye ve onları örgütlemeye devam etti. Bu tutum, 2. Kongre’nin millî mesele ve sömürgeler meselesi hakkında almış olduğu kararlara uygundur. Parti, kurulduğu günden bugüne, bu siyasetinde değişiklik yapmamıştır. Bunun kanıtı olarak size, partinin orduya, işçilere, köylülere yaptığı ve onları nihaî zafere kadar mücadeleyi sürdürmeye çağıran bildirisini göstermek isterim. Ayrıca, Parti, Yunan ordusuna ve emekçi kitlelerine de bir bildiri yayınlamış ve onları ayaklanmaya ve Yunan burjuvazisinin ve İngiliz emperyalizminin çıkarları için dövüşen orduyu parçalamaya çağırmıştır.
Parti, geçtiğimiz günlerde yeni bir bildiri daha yayınladı ve İstanbul halkını gericiliğe ve emperyalizme karşı birleşik bir cephe oluşturmaya, Sultan’ın kaçmasını engellemeye ve onu yüce halk mahkemesinin önüne çıkarmaya çağırdı.
Bağımsızlık hareketinin bağrından doğmuş olan ve Misakı Millî’yi savunarak, emperyalizme karşı mücadele propagandası yaparak tüm Doğu’nun desteğini sağlayan Büyük Millet Meclisi Hükümeti, son üç yıllık faaliyetiyle bu sözlerinin bir aldatmacadan başka bir şey olmadığını kanıtladı. Bu bakımdan özellikle şu olaylar çok öğreticidir:
1- Hükümetin, Sovyet hükümetiyle ilk ilişki kurduğu günlerde Moskova’ya gönderdiği temsilciler, ülkede büyük bir komünist partisi olduğunu, bu partinin özellikle köylüleri etrafında topladığını ve hatta bazı yerlerde köylü Sovyetler’i [Şuraları] bile kurulduğunu iddia etmişlerdi.
2- Hükümet, Sovyet Rusya’nın gözünü boyamak amacıyla, ilk zamanlarında “Yeşil Ordu” adı altında, tamamen burjuva unsurlardan oluşan sözüm ona Bolşevik bir parti kurdu.
3- İlk Sovyet heyetinin Ankara’ya gelmesinden sonra hükümet, bu Yeşil Ordu’dan arta kalan yüksek memur ve aydınlarla resmi bir komünist partisi kurdu.
4- Öte yandan, Londra Konferansı’na [Şubat-Mart 1921] gitmekte olan heyet, emperyalist hükümetlerin gözüne girmek için her geçtiği başkentte kısa süre önce yirmi kadar komünistin öldürüldüğünü -ki aralarında en seçkin yoldaşlarımız olan Suphi ve Ethem Nejat da vardır- zindanlardaki diğer komünistlerin de öldürüleceğini ve bu ülkeye Bolşevik belasının giremeyeceğini ilan edip durdu.
5- Fransızlarla 1921 yılında imzalanan Antlaşma da, hükümetin Doğu’dan uzaklaştığı ve Misakı Millî zararına ödünler verdiğini kanıtlamaktadır.
6- Son olarak, Komünist Partisi’ne ve Türkiye İşçi Sendikası’na [Türkiye İşçi Birliği] yönelen saldırıların Lozan Konferansının toplanmasıyla aynı tarihe rastladığını görüyoruz.
Ankara hükümetinin içteki siyasetine gelince, bu siyaset, programında demokratik reformlara yer veren grup ya da partilerin bağımsız çalışmasını engellemek, her türlü muhalefeti güç toplayıp sağlamlaşmasına fırsat vermeden yok etmek ve halkı birtakım şatafatlı sözlerle aldatmaktan ibarettir. Bu siyaseti şu olgularla somutlayabiliriz:
1- Hükümet, Büyük Millet Meclisi içinde oluşan ve geniş çaplı bir reform programını savunan “Halk Zümresi”ni bastırmıştır.
2- Hükümet, anayasanın hazırlanması sırasında önerilen meslek seçim sistemini reddetmiştir.
3- Hükümet, Büyük Millet Meclisi’ndeki muhalefet gruplarını bastırmak amacıyla bir “Dayanışma Grubu” kurmuş ve geniş halk kitleleri üzerindeki hâkimiyetini sağlama almak için de Anadolu’nun her yerinde tamamen burjuvaziden, toprak ağalarından ve diğer vurgunculardan oluşan gruplar yaratmıştır.
Hükümet, verdiği onca söze rağmen emekçi kitleler yararına hiçbir reform yapmamıştır, tam tersine var gücüyle sendika ve işçi derneklerinin kurulmasına engel olmakta, köylüleri dayanılmayacak kadar ağır vergiler altında inlemektedir.
Partinin kitlelerle ilişkisi
Partinin attığı sloganlar, sömürülen işçi-köylü kitleleri arasında güçlü bir yankı buldu. Bunlardan sınıf bilinci en yüksek olanlar partiye girdi. Hükümet sürekli olarak partiye baskı yaptığı halde, işçiler ve köylüler partiye gittikçe daha sıkı sarıldılar. Parti, kısa zamanda önemli başarılar kazandı. Faaliyetinin ikinci dönemini oluşturan 1922 Mart’ından Ekim ayına kadar geçen süre boyunca Parti, propaganda ve eğitim alanında, ayrıca kızıl sendikaların örgütlenmesi ve komünist gençliğin örgütlenmesinde değerli çalışmalar yaptı. Partinin kitleler üzerindeki büyük etkisinin farkına varan hükümet, onun faaliyetini durdurma zorunluluğunu duydu.
İstanbul
Sizlere, işçi hareketi konusunda İstanbul’daki komünist grubun [İKG] etkisi konusunda da bir şeyler anlatmak istiyorum. Geçtiğimiz günlerde İstanbul’daki Türkiye İşçi Birliği, komünizm propagandası yaptığı bahanesiyle kapatıldı. Oradaki çalışma, her yerdekinden daha zordur. Yoldaşlar! Bugün gerici Türkiye hükümeti ve emperyalizmle, komünizmin bu amansız düşmanıyla mücadele eden yoldaşlarımızın içinde bulunduğu güç ve trajik koşulları size uzun boylu anlatmama gerek yok. Ama bütün zorluklara ve bütün teröre rağmen iki yıla yakın süredir gizli çalışan İstanbul’daki komünist grup, kitleler üzerinde önemli bir etki sağlamayı başarmıştır. Bu grup, fabrikalarda, atölyelerde ve emekçilerin bulunduğu hemen her yerde hücreler kurdu, legal ve illegal broşürler, gazete, bildiri, çağrı yayınladı, komünist örgütlerden düzenli olarak sağladığı sayısız basın bildirisi dağıttı.
İstanbul komünist grubunun kazandığı başarıların hepsini bu akşama sığdırmam olanaksızdır. Ama yine de, sizlere bir fikir vermek için şunu söyleyeyim ki, İstanbul komünist grubu geçtiğimiz Temmuz ayında İstanbul’un belli başlı işçi örgütlerini sermayenin genel saldırısına karşı proletaryanın birleşik cephesini kurmak amacıyla bir araya getirmeyi başarmıştır.
Ne var ki, o güne kadar sınıf bilinci en yüksek işçi örgütü olarak bildiğimiz “Beynelmilel Amele İttihadı”, bu birleşik cephe girişimini baltaladı. Bu yoldaşlar, işçi sınıfının henüz hazır olmadığını ve her şeyden önce eğitilmesi gerektiğini söylediler. Buna karşılık biz de, aslında birliği istemeyenlerin baştaki yöneticiler olduğunu, ama birliğin eylem yoluyla ve eylem içinde gerçekleşeceğini savunduk. Ayrıca şunu da belirttik: “Eğer biz bugün bu birliği gerçekleştiremezsek, yarın burjuvazi birbirinden kopuk olan bütün işçi örgütlerini yok edecektir.” Hayat bizi doğrulamıştır. Bugün bunun sonuçlarını görüyoruz.
Hükümetin yeni yönelişi, uzun vadeli gelişme yönü
Kemalizmin yeni yönelişi konusunda özetle şunları söyleyebiliriz: Türkiye’nin milliyetçi burjuvazisi, Londra Konferansı’nda [Şubat-Mart 1921] emperyalizme karşı nefret dolu olduğu halde, Türkiye emekçi kitlelerinin sömürülmesine katılma olanağı belirir belirmez, eski aşırı savaş siyasetini terk etmeye başlamıştır ve artık bir ödün ve ihanet siyaseti benimsemektedir. Milliyetçi burjuvazi, Londra Konferansı’ndan bu yana artık devrimci değildir. Ve şimdi de Ankara hükümeti, hem kendi varlığını sürdürmek hem de temsilcisi olduğu büyük burjuvazinin çıkarlarını korumak için ihtiyaç duyduğu barış koşullarını elde edebilmek için, Lozan Konferansı’nda emekçi kitleler zararına Misakı Millî’den ödün vermeye hazırlanıyor.
Gördüğünüz gibi, Ankara hükümeti, sermayenin proletaryaya ve komünistlere yönelttiği genel saldırıya katılmıştır. Kongre’nin açılış toplantısında Clara Zetkin yoldaş, İtalya, Polonya, Romanya, Yunanistan, Letonya ve başka yerlerde komünistlere yapılan baskıları mahkûm ederken, Mustafa Kemal hükümetinin Türkiye Komünist Partisi’ne uyguladığı vahşice baskıyı anlatan telgraf elimize geçmiş bulunuyordu. Bu baskıya “vahşice” demekte haklıyız. Çünkü polisler, tutuklulara ustura bıçakları ve sivri demirlerle insanlık dışı işkenceler yapmışlardır.
Mustafa Kemal hükümeti, kitle tutuklamaları sırasında tutuklanan yoldaşları Sovyet Rusya hesabına casusluk yapmakla, yani vatana ihanetle suçluyor. Son gelen haberlere göre tutuklamalar sürmektedir. Tutuklananların sayısı 200’ü aşmıştır, İstanbul’da Türkiye İşçi Sendikası kapatılmıştır ve komünistler kovuşturma altındadır. Bugüne kadar hiçbir ülkede, olağan koşullarda, bu çapta bir tutuklamaya girişilmedi. Ama artık gerçek dostlarını ve düşmanlarını tanımasını öğrenen işçilerle köylüler, bütün bu baskılara ve teröre rağmen partilerine daha sıkı sarılıyorlar. Bunu şu olgularla kanıtlayabiliriz:
1- Ankara cephane fabrikasında çalışan komünist işçiler tutuklandığında, komünist olmayan işçiler tutuklama nedenini sordular. Kendilerine tutuklananların komünist olduğu cevabı verilince de şöyle dediler: “Mademki siz işçilerin çıkarlarını savunanları tutukluyorsunuz, o halde bizi de tutuklayın. Bugüne kadar biz komünist değildik, ama şimdi olduk.”
2- Bu keyfi tutuklamayı protesto eden ve işçileri Komünist Partisi etrafında birleşmeye çağıran komünist bir işçinin bu çağrısı, oradaki işçilerin büyük çoğunluğu tarafından desteklendi. Sonunda çatışma çıktı ve olay yerine koşan subaylar ortalığı güçlükle yatıştırabildi.
3- Köylüler ise, köylü örgütlerindeki tutuklamalara karşı oldukça ciddi bir biçimde direndi.
İstanbul’da komünistler, diktatörlüğe ve emperyalizmle burjuvazinin el ele vererek uyguladığı teröre rağmen mücadele mevzilerini terk etmediler.
4- Yoldaşlar! Size anlattıklarımdan da anlaşılacağı gibi, Türkiye ve İstanbul Komünist Partisi, Komünist Enternasyonal’in talimatlarına uygun olarak millî kurtuluş hareketini her zaman desteklemiştir. Komünist Partileri, genel durumu göz önüne aldılar, çabalarını proletaryanın örgütlenmesi ve bilinçlendirilmesi üzerinde yoğunlaştırdılar ve geniş halk kitleleri yararına demokratik reformlar talep ettiler. Ama milliyetçi burjuva hükümet, partinin bütün bu iyi niyetli ve olumlu tutumuna rağmen ona baskı yapmaktan hiç vazgeçmedi. Şimdi de bu hükümetin, devrimci ve komünist ne varsa yok etmeye kararlı olduğunu görüyoruz.
Aslında hükümetin, tam da emperyalist güçler Türkiye’yi her bakımdan köleleştirmek için birleşmişken ve kendisinin emekçi kitlelerle dünya proletaryasının desteğine en çok ihtiyacı varken, böyle körü körüne antikomünizme sarılması gerçekten gariptir. Ama bu yaptıkları cevapsız kalmayacaktır. Mücadele ettiği üç yıl boyunca kendisini desteklemiş olan emekçi kitleler ve dünya proletaryası buna tepki gösterecek ve aptallığını ve işlediği büyük suçu gözüne sokacaklardır.
Yoldaşlar! Türkiye heyeti olarak Komünist Enternasyonal 4. Kongresi’ne emperyalizmin ve millî ihanet hükümetinin diktatörlüğü altında inleyen Türkiye emekçi halkı ile zindanlarda cesaretle büyük kurtuluş gününü bekleyen tutuklu yoldaşlara hitaben, dünya proletaryası adına aşağıdaki açık mektubun gönderilmesini öneriyoruz.
[Türkiye Heyetinin ekte yayınladığımız önerisi kongre kararı olarak aynen kabul edilmiştir...]
Komünist Enternasyonal 4. Kongresi Kararı
Türkiye’nin komünistlerine ve emekçi kitlelerine!
22 Kasım 1922
Büyük Proleter Devriminin beşinci yıldönümüne rastlayan Üçüncü Enternasyonal 4. Kongresi, Türkiye’nin işçi ve köylü sınıfına, Batı emperyalizmine karşı kahramanca bağımsızlık mücadelesi vererek kazandığı zafer dolayısıyla en iyi dileklerini yollar.
Türkiyeli yoldaşlar! Sizler, bütün köleleştirilmiş Doğu’ya ve sömürge ülkelere devrimci bir bağımsızlık hareketinin canlı örneğini verdiniz.
Ama son olaylar, sizin eşsiz fedakârlığınız sayesinde kazanılan bu zaferin meyvelerini milliyetçi burjuva hükümetin gasp etmek istediğini gösteriyor. Ankara’daki milliyetçi hükümet, Türkiye büyük burjuvazisinin yararına elde edeceği bazı ödünler karşılığında emperyalistlerle anlaşmaya hazırdır.
Bu yeni siyasetini uygulamaya başlayan hükümet, ilk iş olarak partiyi dağıttı, bütün Parti örgütlerine baskı yaptı, kitle halinde tutuklamalara girişti, tutuklu yoldaşlara vahşice davrandı ve son olarak da İstanbul’daki Türkiye İşçi Sendikası’nı kapattı. Türkiye Komünist Partisi, emekçi kitlelerin emperyalizme karşı mücadelesinde milliyetçi burjuva hükümeti daima desteklemiştir. Hatta Türkiye Komünist Partisi, ortak düşman karşısında kendi programından ve idealinden geçici olarak fedakârlık yapmaya bile hazır olduğunu göstermiştir Dolayısıyla hükümetin Komünist Partisi’ne karşı tutumu ancak şöyle açıklanabilir: Hükümet, yardımımızı sağlamak için vaat etmiş olduğu reformların gerçekleşmesini talep edecek işçi ve köylü sınıfının bilinçli temsilcilerini yolunun üzerinden kaldırmak istemekte ve Lozan Konferansı’nda gerçek bir burjuva hükümeti olarak boy göstermeye heveslenmektedir. Türkiye’nin burjuva hükümeti, size ve sizin temsilcilerinize karşı suç işlemeye cüret ediyor. Onların işlediği bu suçlar, Rusya proletaryası başta olmak üzere bütün dünya proletaryasının en şiddetli tepkisini çekecektir. O Rusya proletaryası ki, bütün emperyalist ve kapitalist devletlerin Türkiye’nin emekçi halkını boğazlamak için birleştiği en zor günlerde bile, hiçbir maddi fedakârlıktan kaçınmamıştır.
İşte, milliyetçi hükümet emperyalizmle anlaşmaya hazırlandığı içindir ki, sizin gerçek temsilcilerinizi yok etmek ve sizi dışarıdaki dostlarınızdan koparmak istiyor.
Komünist Enternasyonal’in 4. Kongresi, bu vahşi davranışı şiddetle protesto eder ve emperyalizmin jandarması rolünü oynamayacak, emperyalizme ve gericiliğe karşı mücadeleyi sürdürecek ve Türkiye’nin emekçi kitlelerinin yararına demokratik reformlar gerçekleştirecek olan her hükümeti ya da siyasî partiyi desteklemeye hazır olduğunu bildirmeyi görev sayar.
Tutuklu yoldaşlar! Tüm dünya proletaryasının kurmayı ve savunucusu olan Komünist Enternasyonal, sizin şahsınızda Türkiye emekçi kitlelerinin sınıf bilinci en yüksek olan ve en fedakâr temsilcilerini en sıcak duygularla selamlar.
Yoldaşlar, zindanların karanlığı devrimin güneşini asla karartamamıştır; bunu unutmayın.
Yoldaşlar, devrimin zaferinin arifesinde hâkim sınıfların artan vahşeti, aslında onların aczini ifade eder; bunu unutmayın. Biz, kapitalizmin kendi iç çelişmelerinin yükü altında çöktüğü ve emperyalist çelişmelerin doruğa ulaştığı anda uluslararası burjuvazinin, yeni komünist toplumun öncü savaşçılarına ve yaratıcılarına saldırısını iki kat artırdığını saptıyoruz.
Ama hiçbir beyaz terör, önüne geçilmesine imkân olmayan nihaî zafere inananları yıldıramamıştır. Ve zindana atılan, katledilen her yoldaşın yerini, sömürülen proleter kitlelerinden gelen yüzlerce yenisi almaktadır ve onlar kurtuluş mücadelesini daha da büyük bir güçle sürdürmektedir.
Yoldaşlar! Üçüncü Enternasyonal, sizleri cellatlarınızın elinden çekip almak için elinden geleni yapmayı kendine görev bilir.
Yaşasın dünya devrimi!
Yaşasın Türkiye’nin fedakâr komünistleri!
Yaşasın Komünist Enternasyonal!
Yaşasın Sovyet Rusya!
(Komintern Belgelerinde Türkiye, Kaynak Yayınları, s. 160-66)