1908’de Yeni Türk Anayasasının açıklanmasından hemen sonra, bütün Türkiye halkı büyük bir hızla örgütler kurarken, işçiler de ciddî bir şekilde örgütlenmeye giriştiler, işçiler arasında Batı ülkelerinin sendikalarını taklit etme eğilimi vardı. Hatta demiryollarında ve Tütün Rejisinin fabrikalarında grevler patlak verdi. Bunlar Türkiye için yeni şeylerdi. Kapitalizmin temsilcisi rolünü oynamaya çalışan Jön Türkler ise, bu işçi hareketi karşısında dehşete düştüler ve sendikaları yasaklayan, grev yapmayı imkansız kılmak için grevi karmaşık yönetmeliklere bağlayan yasalar çıkardılar. Bu kanun bugün hâlâ yürürlüktedir.
Genç işçi örgütlerine ise ancak, dernekler yasası çerçevesinde, işçi dernekleri şeklinde izin veriliyordu. Çeşitli sanayi kollarındaki sendikaların çoğunluğu bu dönemden kalmadır. Dünya savaşından sonra daha çağdaş ve etkin örgütler kuruldu. 1919 yılından itibaren komünistler sahneye çıktılar. Komünistlerin yanı sıra, İkinci Enternasyonal’in ajanları da kendilerini işçi sınıfı önderleri olarak gösterdiler. Kendilerine sosyalist adını veren maceracılar, işgal kuvvetlerinin desteğiyle, kısa zaman içinde birkaç bin taraftar kazanmayı başardılar. Bu, ilk bakışta etkileyici olan, fakat aslında sağlam temeli olmayan yapay bir hareketti.
Bazı İktisadî gerçekler, bu ani gelişmeyi kolaylaştırmıştı. Paranın değeri hızla düşmüş, yiyecek fiyatları yükselmişti. Ücretlerin bu değişen duruma uydurulması, yani yükseltilmesi gerekiyordu. Birkaç başarılı grev bu gelişmeyi hızlandırdı. Bu hareketin kolayca kazandığı başarılar, işçilerin gözünde örgütlerin itibarını yükseltti ve propaganda faaliyetlerini kolaylaştırdı. Ne var ki, işgal kuvvetlerinin çekilmesiyle bu geçici durum sona erdi: Bu yapay örgütler, iskambil kağıdından evler gibi yıkılıp gittiler.
Bugün Türkiye’de işçiler üç çeşit sendikada örgütlenmiş durumdadır.
1- Uzun bir geçmişi olan sendikalar:
Bu sendikaların çoğunluğu 1908 ile 1909 yıllarında halkın coşkunluk içinde olduğu dönemde kurulmuştu. Bu sendikaların ortak özellikleri, pasif olmaları, aşırı derecede tedbirli olmaları ve işçi örgütlerinin görevleri konusunda sınırlı bir bakış açısına sahip olmalarıydı. Faaliyetleri sırasında hiçbir zaman meslekî taleplerin sınırını aşmadılar. Bu sendikaların başlarında genellikle yaltakçı ve yiyici eski memurlar bulunuyordu.
Son iki yıl içinde komünistler, bu sendikaları düzeltmek için harekete geçtiler. Ama bu örgütlerin kemikleşmiş yapıları, bu amaca kısa zamanda ulaşılmasını imkânsız kılıyordu. Bununla birlikte bazı başarılar da kazanılmıştı. Örneğin Tütün İşçileri Sendikası, bize yakınlık duyan kişilerin eline geçmiştir. Geri kalan sendikaların hepsinde de etkin bir azınlık, eski yöneticileri sıkıştırmaktadır. Bu sendikaların en önemlileri, matbaacıların, İstanbul liman işçilerinin, Tütün Rejisi işçilerinin, gemi yapımı işçilerinin, İzmir tütün işçilerinin vb. sendikalarıdır.
2- Burjuva partileri tarafından kurulmuş olan veya yönetilen sendikalar:
Bunların arasında İstanbul vapur işçilerinin ve rıhtım işçilerinin sendikaları vb. vardır. Yöneticileri İttihatçıların ya da Kemalistlerin adamlarıdır. Bununla birlikte bu sendikalar, işçilerin baskısı karşısında komünistlerle sık sık birlikte çalışmak zorunda kalmaktadırlar.
Umumî Amele Birliği de bu türden bir sendikadır. Geçen yıl hükümet, bu Birliğin sekreterini ve bazı yöneticilerini komünist ajitasyon yaptıkları iddiasıyla tutuklattı ve kürek cezasına çarptırdı. Fakat, bu olaylar üzerine toplanan Kongrede, komünist oldukları bilinmeyen bazı devrimciler yönetime seçildi ve bütün Kemalist ajanlar safdışı bırakıldı. Bu sendika, bugün tamamen Komünist Partisinin etkisi altındadır.
3- Komünistler tarafından kurulmuş olan ve tamamen komünistlerin etkisi altında bulunan sendikalar:
Bu sendikalar çoğunlukla taşrada kurulmuştur. Devrimciler duruma tamamen hakimdirler. Ülke kanunlarının imkân verdiği ölçüde, Kızıl Sendikalar Enternasyonali’nin talimatlarını yerine getirmeye çalışmaktadırlar. Yukarda adı geçen sendika, İngiliz-Rus Komitesine katılmıştır. Ankara cephane işçileri, Eskişehir demiryolu işçileri, Balya maden işçileri, Edirne şoförleri, tamircileri ve demiryolu işçileri, İzmir maden işçileri ve dokumacıları vb. bu gruba dahildir.
Eski loncalardan da söz etmek gerekir. Bunların bazılarında sömürülenlerle sömürenler bir çatı altında birleşmişlerdir. Saraçların, kunduracıların bir kısmı, fırıncıların bir kısmı vb. için durum böyledir. Loncalar şehir yönetiminin denetimi altındadır ve çalışma şartlarının düzenlenmesinde bazı yetkilere sahiptirler. Bu loncaları tamamen tasfiye etmek için güçlü bir hareket vardır. Bazı meslek dallarında işçiler kitleler halinde loncaları terk etmekte ve sendikalar kurmaktadırlar (kunduracılar, fırıncılar vb. gibi).
Türkiye’deki işçi sayısı ise, sendikaların kesin olmayan verilerine göre, 250 binden fazladır. Bunların 40-60 bini yani dörtte biri, sanayi işçisidir. Bu işçilerin ise sadece yüzde 25’i örgütlüdür, işçi sınıfının sayısı ile örgütlenmesi eşit bir şekilde gelişmemiştir. Bu, İktisadî durumun istikrarsızlığının doğal bir sonucudur.
Yukardaki sayılara tarım işçileri dahil değildir. İşgüçlerini satan topraksız köylü ailelerinin sayısı 500 bin kadar tahmin edilmektedir. Toprağı işleyen bu gündelikçiler Zonguldak bölgesinde kömür madenlerinde de çalışmaktadırlar. Aynı durum, işçilerin sırayla pamuk tarlalarında, çırçır ve dokuma fabrikalarında çalıştıkları Adana’da da görülmektedir. Bu şartlar, tarım işçileriyle şehir işçilerinin yakınlaşmasını kolaylaştırmakta, her ikisinin ittifakını ve uyum içinde hareket etmelerini sağlamaktadır.
Türkiye işçi sınıfı henüz siyasî bakımdan örgütlü değildir. Bugün için sadece Türkiye Komünist Partisi işçi sınıfı adına illegal bir siyasî çalışma yürütmektedir. Son on yıl içinde birçok defa legal bir işçi partisi kurmak için çalışıldıysa da, ümit verici bir sonuç alınamadı. Amele Partisi, Sosyalist Fırka, Müstakil Sosyalist Fırka, Sosyal Demokrat Parti, İşçi ve Çiftçi Fırkası işçilerin ilgisizliği yüzünden birbiri ardı sıra faaliyetlerini durdurmak zorunda kaldılar. Sadece İşçi ve Çiftçi Fırkası, dünya savaşı sonrasındaki ilk yıl içinde belli bir rol oynadı ve çok sayıda işçiyi etkisi altına aldı. Daha sonra, bu partinin bazı örgütleri Türkiye Komünist Partisini kurdular.
Türk işçilerinin en temel hakları hâlâ gaspedilmiş durumdadır. Batı ülkelerinin işçileri ise, yasalarla belirlenmiş olan bu temel haklara yıllardır sahiptirler. Türk işçisi henüz sekiz saatlik işgünü nedir bilmemektedir. Türk işçisi için işgünü, güneşin doğuşuyla başlamakta, batışına kadar sürmektedir. Bazı mevsimlerde işgünü 15-17 saati bulmaktadır. İşçilerin gerçek anlamda bir sendika kurma hakları yoktur. İşsizlik, iş kazası, hastalık ve ihtiyarlık sigortaları yoktur. Kadın ve çocuk işçiler, sömürücünün insafına terk edilmişlerdir. İşyerinde işçinin sağ. lığını koruyacak en ufak bir tedbir bile bulunmamaktadır.
İşçi sınıfı yıllardır çeşitli alanlardaki haklarını ve güvenliğini güvence altına alacak bir yasanın çıkmasını istemektedir. Böyle bir yasa hâlâ çıkmamıştır ve millî burjuvazinin istenen şekilde hemen böyle bir yasa çıkartması olanağı da yoktur, zira millî burjuvazi sermaye biriktirme dönemine girmiştir. Millî burjuvazi bu amaçla, işgücünü iliğine kadar sömürebilmek için, yabancı sermayeyle karma şirketlerde birleşmeye çalışıyor. Türkiye, sömürgelere ve dış pazarlara sahip olmadığı için, millî burjuvazi sermayesini ancak emekçi kitleleri ve yerli pazarı sonuna kadar sömürerek çoğaltabilir. Bu ise, küçük burjuvazinin ve köylülüğün geniş tabakalarının parçalanmasına ve üretim merkezlerine akın etmesine yol açacaktır. Dolayısıyla milliyetçiler açısından, işçilerde sınıf bilincinin uyanmasını ellerinden geldiği kadar ertelemek ve işçileri her bakımdan örgütsüz bir durumda tutmak, can alıcı bir önem taşıyor.
Türkiye işçileri, arkalarında uluslararası proletaryanın desteğini hissederek, burjuvazilerine karşı çıkmaktadırlar. Ayrıca daha şimdiden devrimci Marksistlerden ve örgütçülerden oluşan sağlam bir kadroya sahiptirler, işçilerin ideolojisi, milliyetçilerin ideolojisinden daha hızlı gelişmektedir. Dolayısıyla, şehir ve köydeki işçilerin, bütün engellere rağmen örgütleneceklerini ve acil taleplerini mücadeleyle kabul ettirmeyi başaracaklarını umuyoruz. Bu talepler, sendika kurma hakkı, sendikaların tam bağımsızlığı ve iş güvenliği yasasının çıkartılması şeklinde özetlenebilir. Bu mücadeleler içinde Türk işçileri esas tarihî görevlerinin kapitalizmi yıkmak ve köylülükle ittifak halinde kendi sınıf diktatörlüklerini kurmak olduğunu unutmayacaklardır.
28 Eylül 1926
İmza: B. Ferdi
Internationale Presse-Korrespondenz
1926, Sayı 119, s. 2037-2038
(Komünist Enternasyonal Belgelerinde Türkiye Dizisi-3,
Şefik Hüsnü, Komintern Onganlarındaki Yazı ve Konuşmalar,
Aydınlık Yayınları, Ağustos 1977, s. 70-75)