Fedakâr yoldaşlar,
Şimdiye kadar, sizleri esaret zincirlerine bağlayarak jandarma ve tahsildarların merhametsiz kamçıları altında bin türlü eziyetlerle ömrünüzü heder eden zalimler, size kah hükümet ve devletten bahsettiler.
Neticede bu hükümet ve devlet, haram yiyici vali ve hakimlerle bunların ortağı olan bey ve ağaların keselerini doldurmak ve yoksulu ise açlıktan öldürmekten başka bir işe yaramadı.
Kah din ve şeriatten bahsettiler: Din ve şeriat maneviyatınızı bozarak ruhunuzu düşürmekten, başınıza gelen her felaketi, bu felaketin sebep ve sorumluları meydanda dururken kader ve kısmete bağlayan zalimlerin hükmünü yürütmekten başka bir iş görmediler. Yıldızdan yıldıza çalışarak bin türlü zahmetlerle çalıştığınız tarlalarda yetişen çelimsiz mahsule elkoyanların, bir öşür yerine bin öşür almasına ses çıkarmayıp sizi bir lokma ekmeğe muhtaç, aç ve sefil bıraktılar. Millet için fedailik davasında bulunanlar, 15 Temmuz’dan sonra geçen bu on kadar senelik devrim tarihimizde milletin sırtına dayanarak bütün kuvvet ve saltanatlarını Türkiye işçi ve yoksul köylülerine borçlu oldukları halde, biraz rahata, biraz refah ve saadete can atan bu zavallı halkı dünyanın büyük kıtasında sınırdan sınıra sürüklediler. Kah Yemen ve Arabistan’ın kızgın sahralarında açlık ve susuzluk ve kah Anadolu veya Kürdistan’ın karlı dağlarında soğuktan telef etmeye, asırlardan beri dost yaşamakta olan bu milletin yoksulunu birbirlerine kırdırmaya sebep oldular; bu yetmiyormuş gibi, sonunda yetim halkımızı büyük Avrupa savaşının öldürücü sağanakları içine sürüp atarak başımıza bugünkü felaketi getirmiş, millete olan borçlarını böylece ödemiş oldular. Bugün aziz ve ezilen İstanbul’umuzun hisarları dibinden yükselen bir ses işitiyoruz. Bu sesin bize “Vatan, İslam, Hilafet” sözlerini tekrar ederken, vatanı, islamı, hilafeti yine kanımız pahasına sattığını görüyoruz.
Bugün Osmanlı Padişahlığı, eski saltanat ve bağımsızlığını büyük Avrupa savaşındaki yenilgiden sonra tamamen kaybettiği gibi, son padişah Sultan Vahdettin, taç ve tahtını Dolmabahçe Sarayı’nın içinde de olsa korumak için, İslamiyet’i ve hilafeti, İngiliz Kralı’nın himaye ve korumasına teslim etti. Şimdi Padişah hazretleri, güya vatanı, milleti, İslamiyet’i kurtarmak amacıyla Yunan Ordularına Küçük Asya’nın kapılarını açarak, bir taraftan da Şeyhülislam, Avrupa ve Amerika talancılarına karşı hakkını savunan isyancılar hakkında fetva vererek bunları dinsizlik ve ihanetle itham ediyor.
İşçi ve yoksul köylü yoldaşlar!
Yağmacı İtilaf devletlerinin gücüne dayanan hainler, vatan ve milletten, padişahtan, halifeden, Kur’andan bahsetseler de, sizler artık Yunan Kralı’ndan dine ve millete gelecek habere tabii inanmayacaksınız.
Bu sefil ve pis heriflerin hangi amaca hizmet ettikleri artık güneş gibi karşınızda apaçık duruyor.
Arkadaşlar! Bu sonuncu felaketler bizim başımıza ne kadar pahalıya mal olsa da, yalnız bir yandan dinci, milletçi, vatancı foyasını meydana koyduğu, hakkı hakikati bize apaçık anlattığı için, geleceğimize büyük faydalar da vermediler değil. Biz şimdi üzerimize düşen görevi pek iyi anlıyoruz. Elimizde kalan bir parça toprakla bir dilim ekmeği, bu zalim yağmacı Avrupa ve Amerika emperyalistlerine kaptırmamak, bu gözü doymaz, emperyalist ve utanmaz Yunan istilacılarına karşı mücadelede sonuna kadar vazgeçmemek kutsal görevimizdir; istilacılara kuyruk olup memleket ve halkımızı kulluğa düşürmeye çalışan İstanbul Hükümeti’ne karşı başkaldıran ve Rusya İşçi ve Köylü Şuralar Cumhuriyeti ile kol kola giden Anadolu İsyancılar Hükümeti’ne her türlü yardımı yapmak birinci işimizdir. Biz bu görevi yerine getirmekle hem içerde varlığımızı göstermiş, hem de dışarda emperyalistlerle uğraşan bütün işçi ve yoksul köylü kuvvetlerine önemli bir hizmet görmüş olacağız. Biz bu görevi görmekle, mücadeledeki başarımız oranında sesimizi yükseltmek hakkını kazanmış olacağız. Memleketimizdeki yeni hükümet ve devlet yapısının kurulduğu gün, bu yapının işçi ve yoksul köylü eliyle meydana geldiğini bilerek onun içinde hâkim olacak kuvvetin yine işçi ve yoksul köylü olmasını talep edeceğiz.
İşçi ve yoksul köylü kardeşler!
Bütün bu kanlı, felaketli davalardan aldığımız öğüdü hiçbir zaman hatırdan çıkarmayınız. Unutmayınız ki, siz hayır ve selamete, şimdiye kadar sırtınızdan geçinen zalim ve asalak ağalar ve paşalar, kalın enseli çorbacılar eliyle kavuşamazsınız. İşçi ve yoksul köylünün hayatta mahkûm olduğu açlık, karanlık ve kulluktan kurtulması, ancak işçi ve yoksul köylü eliyle meydana gelecektir.
Onun için sizler, başkasının emek hakkıyla geçinmeyen, dünyada kendi gücüne, kendi hakkına dayanan işçi ve yoksul köylüler, bütün bu savaş ve mücadele sırasında kendi aranızda birleşerek örgütünüzü kuvvetlendirmeye çalışınız ve iyice biliniz ki, siz birleşip kuvvetlenip varlığınızı hissettikçe, dileğinize yaklaşmış olacak ve mutlu bir günde sizi dışarıdan, içeriden yemeye çalışan zalimleri ezerek yaşadığınız toprak üzerinde hürriyet ve hayatınıza sahip ve hâkim olacaksınız.
Onun için birleşiniz, ey Türkiye’nin ezilen işçi ve yoksul köylüleri!
Birleşiniz de, yaşam hakkınız ve hürriyetinizin sembolü olan kırmızı bayrağı bütün dünya proletaryasının devrim ufuklarına doğru yükseltiniz!