Komintern Arşivleri’nin açılmasının ardından özellikle son 15 yıl içinde Tarihsel TKP hakkında çok sayıda belge ve bilgiyi gün ışığına çıkaran ve bir dizi kitap halinde yayınlayan TÜSTAV, 100. Yıl kapsamında ayrıca kitaplar yayınlamaktadır. Bunlardan biri de 15’ler Hatırası başlıklı kitapçıktır (Sosyal Tarih Yayınları, Mart 2020). Kitap Mustafa Suphiler’in katledilmesinin 15. Yılı (1936) vesilesiyle Sovyetler Birliği’nde Rusça ve Türkçe yayınlanmıştır.
Dr. Şefik Hüsnü’nünki de dahil bir dizi yazı ve hatırattan oluşan kitabın son bölümünde Sovyet bilim insanı Cemil Seydahmetov’un yayınlamakta olduğumuz tarihsel değerlendirmesi yer almaktadır. Orijinal kitapçıkta yer almayan bu metin, Sosyal Tarih Yayınları tarafından Türkçe basıma ayrıca eklenmiştir. Metin muhtemelen yazarın TKP Tarihi ders notları olarak KUTV’da okutulan daha geniş çalışmasının Mustafa Suphi dönemine ayrılmış alt bölümüdür.
Seydametov’un iyi bir özet sayılması gereken metninde iki nokta özellikle dikkat çekmektedir. Bunlardan ilki TKP kuruluş kongresinde köylü-toprak devrimi sorununun ortaya konuluşundaki belirgin zayıflıktır. Kongre’nin köylü sorununa ilişkin tartışmaları ve aldığı kararlar, yanısıra parti programı incelendiğinde, bu açıklıkla görülebilmektedir. Dönemin Türkiye’si gibi feodal ilişkilerin son derece güçlü olduğu bir köylü ülkesinde bu, devrimin zaferini hazırlamak iddiasındaki bir komünist partisi payına temel önemde bir zafiyet noktasıdır.
Seydametov’un değerlendirmelerinde dikkat çeken ikinci nokta ise, bunu dengeleyen sözler söylüyor olsa da, Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katledilmesinin ardından kurduğu partinin de yok olduğunu ima eden düşüncesidir. Dr. Şefik Hüsnü dönemi TKP tarihi değerlendirmelerinin açık etkisini taşıyan bu düşünceye katılmıyoruz.
Tüm bu sorunlar üzerinde daha sonra gereğince duracağız.
I. Türkiye Komünist Partisi’nin Ortaya Çıkış Koşulları
Üç Türk komünist örgütü de dünya savaşı sonucunda ve Rusya’daki Büyük Sosyalist Devrimi’nin doğrudan etkisi altında ortaya çıkmıştır. Bir grup ulusal kurtuluş hareketinin merkezi Ankara’da “İştirakiyun Partisi” adı altında örgütlenmiş, 2. grup Türkiye’nin sanayi merkezi İstanbul’da “III. Enternasyonal Grubu” adı altında, 3. grup ise faaliyetlerine Türkiye sınırına yakın Bakû şehrinde başlamıştır.
Son grup kurucusu ve önderi Suphi’nin partisi olarak ya da Türkiye Komünist Partisi olarak anılmaktadır.
Suphi yoldaş 1883 yılında doğdu. Seçkin bir bürokrat aileden gelmektedir. Babası Abdülhamit zamanında vali idi. Aktif devrimci doğası Abdülhamit despotizmiyle ve Türkiye’nin emperyalizm tarafından köleleştirilmesine göz yummasına izin vermedi. Babasına ve hizmet ettiği zamanın rejimine karşı çıktı. Daha sonraları Suphi, zamanın tek devrimci partisi olan İttihat ve Terakki partisi üyesi oldu. Ancak sonraları İttihatçılar adım adım gerici ve karşı devrimci bir partiye dönüştüler, Türkiye’yi emperyalist bir savaşa sokma ve Alman emperyalizmiyle işbirliği konusunda ilham kaynağı oldular. Ve Dünya Savaşının arifesinde Suphi İttihatçılarla ilişkisini koparttı ve İttihatçıların politikalarını sert biçimde eleştirdiği İfham gazetesini çıkartmaya başladı. O zamanlar Suphi yoldaş henüz Marksist değildi. Ancak İttihat ve Terakki’nin politikalarından dolayı uğradığı hayal kırıklığıyla Marksizm’e vardı.
1908 Devrimi’nden sonra İttihatçı hükümet Suphi yoldaşı “vatan haini” olarak izlemeye başladı. Bu izlemeler özellikle 1911 [1913 olmalı-KB] yılında Mahmut Şevket Paşa’nın öldürülmesiyle yoğunlaştı ve bu olayla en ufak bir ilgisi olmamasına rağmen Suphi’nin Sinop’a sürülmesinin nedeni oldu. Suphi Sinop’tan Rusya’ya kaçtı.
Emperyalist savaş başladı. Türkiye 1915 yılında Kafkaslarda, özellikle Sarıkamış’ta bir dizi acı kayıplar verdi.
Türk ordusunun binlerce askeri esir düştü. Bu esirlerin büyük çoğunluğu, ağırlıklı olarak Sibirya’ya, Urallara, Volga boyuna, Türkistan’a, eski Kaluga vilayetine sürüldüler ve oralardaki fabrikalar, demiryolları ve maden ocaklarında çalıştırıldılar. Esirlerin arasında işçiler, köylüler ve aydınlar vardı.
Rus proletaryasının arasına düşen ve Bolşevik işçilerle ilişki kuran bu esirler, onların ajitasyon ve propagandalarını büyük bir susuzlukla yudumladılar. Esirlerin yaşadıkları korkunç koşullar, hiçbir haklarının olmaması ve çarlığın uyguladığı insanlık dışı muamele, bu esirlerin devrimci ajitasyonu benimsemelerine yol açtı. Bu dönem hakkında Suphi yoldaş şunları söyler:
“Rusya’daki Türk amele ve rençberleri ile Bolşeviklerin münasebeti 1915 senesinden itibaren başlamış ve umumiyetle sermayedarlığa, çar saltanatına ve nihayet Avrupa harbine karşı teşvikatta bulunan Bolşevik edebiyatı Türkler arasında büyük revaç kazanmıştır. Bu edebiyatın iki sene zarfında amele kulübelerinde dağıtılarak gizli köşelerde tercüme ve tebliğ edilmesi sayesinde mağdur ve müteassıp rençber ve askerimiz arasında, kendi gaddar ve vahşi kuvvetlerimize, zâlim hükümet ve hükümdarlarımıza, şan ve şöhret düşkünü müfteris [fırsatçı, yırtıcı] paşalarımıza karşı söz söylemek imkânı hâsıl olmuştur.
“1917 senesi Şubatı’nda Rusya’da başlayan inkılâbın Kerenski zamanına ait ilk kısmında bu gizli faaliyet daha açık bir şekle girerek Bolşeviklerin şehir ve köy işçi ocaklarında içtimâi inkılâbın yaklaştığına dair açıktan açığa tebligat devri başlamış ve Türk Bolşevikleri de gerek kendi hemşehrileri, gerekse Müslüman ahali arasında Marxism ve komünizm hakkında konferanslar tertip etmiştir.” (Suphi, Türkiye Komünist Partisi Birinci Kongresinde Okuduğu Rapor, s. 19)
Türk komünist gruplarını oluşturan ilk Türk Bolşevikleri önemli ölçüde Rus Bolşeviklerinin ve adım adım emperyalist dünya savaşının hazırladığı Ekim Devrimi’nin etkisi altında tarih sahnesine çıktılar.
Suphi yoldaş uzun yıllar ezilen sömürge ve yarı sömürge halkların, bu arada Türk emekçilerinin de emperyalizmden kurtarılması için yollar aradı. Kendisi bir dönem İttihatçıların devrimci olduğuna inanmış, ancak onların izledikleri politikalar karşısında hayal kırıklığına uğrayıp acımadan onlarla ilişkilerini kesti. Artık ısrarla aradığı şeyleri Bolşeviklerde ve Ekim Devrimi’nde buldu ve büyük bir coşkuyla onlara koştu. Suphi Sovyet iktidarının en zor günlerinde yerinde duramayan doğası ve tükenmez enerjisiyle kendini devrime adadı.
Başlarında Suphi yoldaşın bulunduğu küçük bir Türk Bolşevik grubu 1918 yılının ilk aylarında Moskova’ya geldiler ve Yeni Dünya adlı ilk komünist gazeteyi yayınladılar.
O dönemler tehlikeli dönemlerdi. Alman emperyalizmi İttihatçıların Türkiye’siyle birlikte askerî müdahaleye başladı.
“(Yeni Dünya)nın intişara [yayına] başladığı tarih, Bolşevizmin Rusya’da tevessü ve taammümüyle [genişleyip yayılmasıyla] Rus askerlerinin Kafkasya’dan ric’ate ve bu fırsattan istifade eden Osmanlı ordularının Kafkasya’yı istilâya başladıkları devre tesadüf ediyor.” (Suphi, Türkiye Komünist Partisinin Birinci Kongresinde Okuduğu Rapor, s. 19)
İttihatçılar bu dönemde Alman emperyalistlerinin de yardımıyla Azerbaycan’ı ve petrol yataklarıyla birlikte Bakû’yü almayı, Türkistan’a ilerlemeyi ve kendi pantürkist planlarını gerçekleştirmeyi istemekteydi. Yeni Dünya İttihatçıların askerî yayılma istekleriyle şiddetle mücadele etti. Oradaki Türk ordusunun askerlerine Yeni Dünya’yı dağıtma girişimlerinde bulunuldu. Bu Yeni Dünya gazetesi tarihindeki en parlak sayfalardan biridir.
Hatta işler, İttihatçıların o zamanki Moskova büyükelçisi olan Galip Kemali’nin Yeni Dünya’nın çalışmalarını protesto etmesine ve dağıtılmasının yasaklanmasını talep etmesine kadar varmıştı.
Yeni Dünya çevresinde toplanan Türk devrimcileri, eski esirler arasında ajitasyon propaganda çalışmalarını sürdürdü ve bunların örgütlenmelerinin temellerini hazırladı. Bu dönemi Yeni Dünya dönemi olarak adlandırmak mümkündür. Bu dönem Bolşevizmin ve komünizmin ilkelerinin ajitasyon ve propagandasının yapıldığı ve tek bir Türkiye Komünist Partisi’nin kuruluşu için hazırlık dönemidir. Yeni Dünya’nın çalışmaları ve Rusya’daki sosyalist devrimin etkisi neticesinde ve RKP(B)’nin yardımıyla Türk sol sosyalistlerinin ilk konferansı toplandı.
İlk konferans Türkiye Komünist Partisi’nin Rusya’da kurulması dönemi olan ikinci döneme geçişin başlangıcı olmuştur.
II. Türk Sol Sosyalistlerinin İlk Konferansı
1918 yılında Moskova’da toplanan Türk sol sosyalistlerinin ilk konferansının tarihî anlamı, Türk işçi hareketi tarihinde ilk defa komünist bir grubun kurulması ve bu grubun bu konferanstan önce Türk devrimci işçilerinin, köylülerinin, aydınlarının ve o zamanlar Rusya’da yaşayan eski esirlerin ortaya çıkarttıkları örgütsel yapının oluşmasına yardımcı olmasıdır.
Türk sol sosyalistlerinin ilk konferansına başkanlık eden Suphi yoldaş ezilenlere karşı derin bir sevgiyle yüklü konuşmasında bu konferansın tarihî anlamını şu sözlerle belirtmiştir:
“Ben bu içtimâmızı büyük bir kıymet-i tarihiye ile telakki ediyorum. (...) Bugünkü heyetimiz içinde öteden beri Türk inkılâp teşkilâtlarında olduğu gibi, yalnız münevver ve mütefekkir kimselerin değil, belki doğrudan doğruya zulme ve itisâfa düçar olan [haksızlığa uğrayan] halk efradından Türk askeri, Türk köylüsü ve Türk işçisi olarak birçok arkadaşlarında bulunuşu inkılâp ruhunun Türkiye’de aşağı tabakalara kadar nüfuz ettiğini, Türkiye’de sosyalistliğin ütopizm, yani hayalperestlik devrini atlatıp bir devr-i hakikate girmek istidadında bulunduğunu gösterir.”
Böylece, ilk konferans Rusya’daki Türk sol sosyalistlerini toparlayarak Türkiye Komünist Partisine dönüşmesi için ilk adımı atmış oldu. Konferans şu kararları aldı:
1. Devrim cephesini fikri ve taktik açıdan savunarak Türk işçi, köylü ve askerlerine yönelik bu emekçi kitlelerin örgütlenmeleri için ajitasyon ve propaganda çalışmaları yürütülmesi;
2. Mevcut örgütlerin partiye dönüştürülmesi amacıyla hem Türkiye’den hem de Rusya’daki mevcut temsilcilerin katılacağı Türk Komünistlerinin Kongresinin imkân bulunur bulunmaz yapılması.
Konferanstan sonra I. Kongre’nin toplanması çalışmaları başladı. Kongrenin toplanmasını organize etmek üzere Konferansta seçilen Merkez Büro büyük bir çalışma yürüttü, Moskova’da, Kazanda, Saratov’da, Razan’da ve Astrahan’da bulunan eski Türk esirlerinden yeni komünist gruplar oluşturdu.
Suphi yoldaşın örgütü esir Türkler arasında yürütülen çalışmalarla sınırlı kalmadı. Ayrıca Rusya’daki Türk-Tatar emekçi yığınları arasında da çalışmalar yürüttü.
Suphi yoldaşın örgütünün belli başlı merkezleri o dönemde Volga boyu, Ural Bölgesi, Azerbaycan, Türkistan ve Kırım’dı.
Suphi yoldaş aynı zamanda Müslüman işlerinden sorumlu Tüm Rusya Merkez Bürosu üyesi, örgütlenme ve propagandadan sorumlu Uluslararası Doğu Bürosu temsilcisi ve bu Büronun yayın bölümü yöneticisiydi. Ayrıca Rusya’daki Türk-Tatar halkları arasında Bolşevizm fikirlerinin yaygınlaştırılmasına ve bu halkların karşı devrimcilikle mücadeleye çekilmesine doğrudan yardımcı oldu. Kırım, Türkistan, Azerbaycan, Volga boyu ve Ural emekçilerinin müstesna devrimci Suphi yoldaşın hatırası önünde eğilmeleri boşuna değildir. Onlar Suphi yoldaşın parlak adını sokaklara, kolhozlara, çocuk yuvalarına, tiyatrolara vs. vererek ölümsüzleştirdiler.
Suphi’nin örgütü 1918 yılında Kazan’da toplanan Birinci Sol Sosyalist Emekçiler Konferansı’na en aktif katılımı sağladı.
O dönemde Volga boyunda Çekoslovakların karşı devrimci ayaklanması kızışmıştı. Büyük bir tehlike Sovyet Rusya’yı tehdit etmekteydi. Suphi’nin örgütü eski esirlerden askerî birlikler oluşturarak en seçkin evlatlarını cepheye yolladı. Bu birlikler işçi sınıfı mücadelesi ve kendi davaları için devrimci ordu saflarında yer alan ilk Kızıl Ordu Türk birlikleri oldu.
III. Suphi’nin Örgütünün Askerî Çalışmaları
Saldırganların ve iç karşı devrimcilerin ateşten çemberiyle kuşatılmış olan Sovyet Rusya bütün gücüyle savaşıyordu. Suphi yoldaş ve örgütü Türk komünistlerinden ve bu duruma üzülenlerden oluşturduğu kızıl birliklerle birlikte iç savaşın bir cephesinden öbürüne koştu.
Beyaz Çekoslovaklara ve Dutov’a karşı mücadele etmek amacıyla ilk kızıl birlikler 1918 yılında Ufa’da eski Türk esirlerinden oluşturuldu. Yine bunlar tarafından 1919 yılında Kırım’da burada yaşayan Türk işçi ve köylülerinden bir kızıl alay oluşturuldu, bunların ana çekirdeğini yine eski esirler meydana getiriyordu.
Türkistan cephesinin Suphi’nin örgütü tarafından idare edilmesi sırasında Sibirya’dan dönen Türk esirlerinden başka bir gönüllü birlik oluşturuldu. Bu birlik daha sonra Azerbaycan’a gönderildi ve orada 11. Kızıl Ordu’ya katılan Türk Kızıl Alayı’nı oluşturdu.
1000 kişilik bu alay, Taşnaklara karşı savaştı ve bunlara bir dizi tahrip edici darbe vurdu.
Kızıl Ordunun önemli cephelerde kesin zafer kazanmasından sonra Türk kızıl birlikleri elde silâh Türkiye’deki ulusal kurtuluş hareketine yardıma gitti. Suphi yoldaşın girişimiyle örgütten 20 yoldaş Türk esirlerinden gönüllüler toplamak amacıyla Sovyet Rusya’nın çeşitli bölgelerine gönderildi. Aynı zamanda Rusya’da yaşayan ve silâh taşıma hakkı olan Türk emekçileri için seferberlik ilan edildi. 20 bin kişi seferberliğe katıldı. Böylesi bir ordu Türkiye’deki ulusal kurtuluş savaşının kazanılmasında büyük katkılar sağlayabilirdi.
Ancak Ankara hükümetinin temsilcisi İbrahim Tali Bey, Türkiye’nin insana değil, askerî malzemeye ihtiyacı olduğunu söyleyerek bu yardımı kabul etmedi.
Tüm bunlar Suphi yoldaşın örgütünün ilk Sovyet cumhuriyetinin savunulmasına çok aktif bir şekilde katıldığını, Türkiye’deki ulusal kurtuluş hareketine ve Türk emekçi kitlelerinde devrimci bilincin uyanmasına büyük yardımlar yaptıklarını gösterir.
IV. Suphi Yoldaşın Örgütü ve Türkiye’deki Ulusal Kurtuluş Savaşı
Suphi’nin örgütü tüm çalışmalarında Türkiye’ye yakın olmaya çalıştı. 23 Ocak 1919’da Kırım Kızıl Ordu tarafından alınınca, Suphi yoldaş tüm örgütüyle birlikte Türkiye’yle ilişki kurmak amacıyla Kırım’a geçti. Kırım’dan Türkiye’ye broşürler, bildiriler ve insan yollandı. Bu dönemde RKP(b)’nin programı, Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti Anayasası Türkçe’ye tercüme edilerek Türkiye’ye gönderildi. Ayrıca Yeni Dünya ve Kırım Haberleri gazeteleri de düzenli olarak yollandı. Suphi yoldaşın örgütü aynı zamanda Kırım’daki burjuva milliyetçilerine karşı mücadele yürüttü.
23 Nisan 1919’da Denikin Kırım’ı işgal edince, Mayıs ayında Suphi yoldaş çalışmalarının merkezini Odessa’ya taşıdı ve artık devrimci literatürü ve ülkenin içinde çalışmalar yapmak üzere örgüt üyelerini Türkiye’ye buradan göndererek Türkiye’yle ilişkilerini sürdürdü.
1919 Mayıs’ı Türkiye için emperyalist saldırganlarla yapılan savaşta bir dönüm noktasıdır. Yunan ordularının İzmir’i işgali ve yaptıkları katliamlar, Türk halkının sabrım taşıran damla oldu.
Türkiye’de emperyalistlere ve Yunanlı istilâcılara karşı yığınsal bir silâhlı savaş başladı.
Suphi yoldaş tüm güçlerini topladı ve Türkiye’deki ulusal kurtuluş savaşının zaferi için elinden gelen her şeyi yaptı.
Tüm Rusya’nın güneyi ve Ukrayna’nın hemen hemen tamamı Beyaz Ordular tarafından işgal edilince Suphi yoldaş ve örgütü Türkiye’yle ilişki kurmak için başka yollar aramak zorunda kaldılar. Suphi Türkistan’a geçti ve Türkiye’deki ulusal kurtuluş hareketinin gidişatına etki etmeye çalıştı. Ancak aradaki mesafe Türkiye’yle düzenli bir bağlantının kurulmasına engel oldu.
Azerbaycan’ın Müsavatçıların elinden kurtarılmasından sonra (27 Mayıs 1920) Suphi yoldaş 23 yoldaşıyla birlikte Bakû’ye geldi. Bakû’yü seçmeleri tesadüf değildi.
Bakû dillere destan proleter gelenekleriyle Doğunun büyük proleter merkeziydi. Bakû Orta Doğu ülkelerine uzanan ana yolların kesişme noktası üzerinde bulunmaktaydı ve Türkiye’den pek uzak değildi. Suphi yoldaşın grubunun Bakû’ye geldiğinde, Rusya’nın her bir yerinden çok sayıda Türk emekçisi de burada toplanmıştı. Sayları binleri buluyordu. Bunlar ülkelerine gitmeye ve ulusal kurtuluş savaşına katılmaya can atan askerî esirler, Türk köylüleri, işçiler ve aydınlardı.
Bakû’ye gelişinden sonra Suphi yoldaşın ve örgütünün önünde büyük görevler duruyordu.
Bu yığınlar hem Rusya’daki proleter devrimine, hem de Türkiye’de kızışmış olan ulusal kurtuluş hareketine yardım için seferber edilebilirdi.
Bundan başka Türkiye’yle bağlantı kurulması ve faaliyet merkezinin oraya taşınması için büyük imkânlar doğmuştu. Bu konuyla ilgili olarak 1920 yılında Bakû’de toplanan Türkiye Komünist Partisi I. Kongresi’nde Suphi yoldaş şunları söyler: “Bakû’ye gelir gelmez teşkilâtımız ilk defa olarak Türkiye’ye yaklaştığını ve kendi kitlesi içinde çalışmak imkânına malik olduğunu hissetmiştir.” (Birinci Kongre Tutanağı, s. 26)
Ancak Suphi yoldaş Bakû’ye geldiğinde orada Türkiye Komünist Partisi adındaki başka bir grupla karşılaştı.
Bu örgütün içerisinde kendini komünist harekete adamış pek çok yoldaş vardı. Ancak bununla birlikte bu örgütün MK’sine eski İttihatçılar, karanlık geçmişi olanlar ve bir zamanlar Alman emperyalizmiyle sıkı bağları olmuş insanlar sızmışlardı.
Bu örgütün başında Yakup bulunmaktaydı. Müsavat Partisinin liderlerinden Talip Zade Yusuf’un şahsî dostu olan Yakup eskiden Müsavatçılarla sıkı ilişkiler içerisinde olmuş birisiydi.
Yakup, Yusuf Zade tarafından kurulan askerî örgütte bir süre çalışmış, daha sonra içten yıkmak amacıyla komünist harekete yanaşmıştı.
Suphi yoldaş bu örgütün dağıtılmasını başardı ve Türkistan’dan ve Rusya’nın başka yerlerinden Bakû’ye gelmiş Türk komünistlerini ve yandaşlarım yanına çekerek gerçek Türkiye Komünist Partisini kurmaya girişti.
Nahçivan’daki, Novorossiysk’teki ve Tuapse’deki eski Türk askerî esirleri arasından hücreler oluşturuldu. Bakû’de 50 kişilik parti okulu açıldı. Tüm bunlardan başka örgüt Bakû’de Marksist literatürün dağıtılmasıyla ilgili büyük bir çalışma başlattı. Tirajı 5.000’e ulaşan Yeni Dünya Bakû’de çıkmaya devam etti. Bunun 2.000-3.000’i Türkiye’ye gönderiliyordu. Lenin’in “Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü Hakkında”, “Büyük Girişim” “Devlet ve Devrim” adlı eserleri Türkçeye çevrildi ve yayınlandı. Ayrıca “Komünist Manifesto” çevrildi ve yayınlandı.
Bu literatürün büyük kısmı Türkiye’ye gönderildi.
Suphi’nin örgütü, Bakû’de yapılan Doğu Halkları Kurultayı’na ve hazırlık çalışmalarına, ayrıca Komintern’in I. ve II. Kongrelerine katıldı.
Suphi yoldaşın örgütü ilk kongrelerinden önce Türkiye’de de hücreler oluşturmuştu. Bunlardan biri 1919’da Zonguldak’ta Bakû’den gönderilen Suphi’nin örgüt üyeleri tarafından oluşturulmuştu. Yusuf Kemal tarafından Trabzon ve Rize’de de gruplar kurulmuştu. Suphi’nin örgütü, temsilci olarak Medet Ali’yi mevcut III. Enternasyonal Grubu’yla ilişki kurmak üzere İstanbul’a yolladı, ancak o İstanbul’a ulaşamadı.
V. Suphi Grubunun Türkiye Komünist Partisi’ne Dönüşmesi
Türkiye Sol Sosyalistlerinin Birinci Moskova Konferansı, Türkiye işçi sınıfının en önemli görevlerinden birisi olarak Türkiye Komünist Partisi’nin kurulmasını öne koymuştu. Çünkü Türkiye işçi sınıfının önünde duran görevler komünist partisi olmadan çözümlenemezdi.
Suphi yoldaşın örgütü tarafından yürütülen büyük bir ajitasyon-propaganda ve örgütsel çalışma sonucunda böyle bir partinin kurulması için temeller hazırlanmış oldu. 10 Eylül 1920 tarihinde Suphi’nin örgütünü partiye dönüştüren Türk komünistlerinin birinci kongresi toplandı ve partinin yakın görevlerini belirledi.
Kongrenin gündeminde şu konular vardı:
1. Merkezi Heyet’in Faaliyeti hakkında Rapor. Raportör-Suphi yoldaş
2. Müstemlekât Meselesi. Raportör-Hilmi oğlu Hakkı
3. Milliyetler meselesi. Raportör-Nazmi Yoldaş
4. “Kooperasyon”. Raportör-Ahmet Cevat
5. Parti programının görüşülmesi ve kabulü
6. Teşkilât Nizâmnâmesinin kabulü
7. Köylüler arasında yürütülecek çalışmalar
8. Bölgelerden tebliğler
9. Merkezi Heyet seçimi
Kongreye 32 asli ve 42 de istişarî oy kullanma hakkına sahip 74 kişi katıldı. Katılımcıların çoğunluğu Türkiye’nin çeşitli yerlerinden gelmişlerdi.
Türkiye Komünist Partisi’nin programının oluşturulması için Suphi yoldaş tarafından tezler önerildi. Tezler 10 maddeden oluşmaktaydı.
Türkiye devriminin en önemli sorunu feodalizmin kalıntılarının yok edilmesiydi; her ne kadar toprağın mülkiyeti onu işleyene ait olmalıdır dense de Kongre’de toprak sorunu yeterli somut çözüme kavuşturulamadı. Kongrenin almış olduğu Türkiye’de başlayan ulusal kurtuluş hareketinin her türlü desteklenmesi kararı büyük bir anlama sahipti.
Milliyetler meselesinde, özellikle federasyon sorununda sıcak tartışmalar yaşandı. Birtakım delegeler federasyon prensibine karşı çıktılar. Ancak kongre oy çokluğuyla bu prensibi kabul etti.
Yakup’un şer’i mahkemelerin derhal kapatılmaları konusundaki maddenin programa dâhil edilmesine karşı çıkması tesadüf değildir. Yakup şöyle dedi: “Biliyorsunuz ki memleketimizde adliye işlerinden maada [başka] şer’i mahkemeler de vardı, bunları birdenbire atmak doğru değildir. Şûrâ idaresinin halk mahkemeleri teşkil edildiği gibi, şer’i mahkemeler de vücuda getirilmiştir. Ben Dağıstan’da birçok misallere tesadüf ettim ve şer’i mahkemelerin bekası lüzumunu anladım. Abdurrahman Yoldaş’ın dediği gibi mahkeme-i şer’iyeler muvakkat [geçici] olarak kabul edilmelidir.” (Birinci Kongre Tutanağı, s. 85)
Sovyet iktidarının şer’i mahkemeler kurduğu konusundaki açıklama alçakça bir iftiraydı. Dağıstan’daki bu mahkemeler yüzyıllardır vardı. Sovyet iktidarı bu mahkemelerin adım adım kapatılması yolunu izlemiştir.
Suphi yoldaş Yakup’un ileri sürdüğü bu iftiraya tüm coşkusu ve devrimci kararlığıyla karşı koydu.
Örgüte giren Yakup daha sonraları Suphi yoldaşa ve yandaşlarına karşı mücadeleyi artırdı ve Türkiye Komünist Partisi yönetiminin otoritesini ve etkisini sarsmaya çalıştı. Komünist Parti MK’si ve lideri Suphi yoldaşı Türkiye’ye devrimi Kızıl Ordunun süngüsünün ucunda getirmek istemekle ve doğrudan ülkede çalışmak istememekle suçladı.
Daha sonra Yakup Suphi’yle hemen hemen aynı zamanda Türkiye’ye döndü ve orada sıcak bir biçimde karşılandı. Açıkça burjuvazinin saflarına geçti ve Türk ordusunda tugay komutanlığına atandı.
Kongre parti programı için tezler hazırladı. Ancak tezlerin bir dizi önemli eksiği bulunmaktaydı. Bu eksikliklerin en önemlilerinden biri burjuva-demokratik devrimin görevlerinin net bir biçimde saptamamış olmasıydı.
Ancak tüm eksikliklerine rağmen bu tezler Türk komünist hareketinin önünde duran daha sonraki stratejik ve taktik ödevlerin belirlenmesi açısından büyük bir öneme sahipti. Kongreye İstanbul’daki III. Enternasyonal Grubundan iki delege, (daha sonra Suphi yoldaşla birlikte ölen) Ethem Nejat ve Hilmioğlu Hakkı da katıldı. Bu iki delege Türkiye’deki tüm komünist örgütlerin birliği konusunda bir karar taslağı sundular ve bu karar taslağı oy birliğiyle kabul edildi. Bu, Türkiye’deki tüm komünist örgütlerin birleşmesi konusunda çok önemli bir karar oldu. Daha sonra Suphi yoldaş, (provokatör olan ve Suphi ve yoldaşlarının katledilişlerinin hazırlanmasında büyük rol oynayan) Mehmet Emin, Hilmioğlu Hakkı, İsmail Hakkı, Ethem Nejat, Süleyman Nuri ve Nazmi’den oluşan MK seçilir. Suphi’nin Komünist Partisini Türkiye’nin ana komünist örgütü olarak saflarına kabul eden Komintern temsilcileri de Kongre’ye katılmışlardır.
Suphi’nin komünist partisinin en önemli eksikliklerinden biri, Türkiye’den kopuk olmasıydı. Parti çalışmalarını temel olarak Türk askerî esirleri arasında yürütmekteydi. Bu uzun süre böyle devam edemezdi. Türkiye’deki işçi sınıfı ve köylülükle daha sıkı ilişkiler kurmak, onlarla birlikte ve onların başında savaşmak gerekiyordu, tersi durumda örgütü içine kapanma, sekterlik, dağılma ve çökme beklemekteydi. Aklıselim politikacı ve coşkulu bir devrimci olarak Suphi yoldaş bunu çok iyi anlıyordu ve Türk işçi ve köylülerinin savaşma doğrudan katılma kararı kabul edildi.
Suphi örgütünün faaliyet merkezini Türkiye’ye taşımak için tüm imkânları kullanmaya hazırdı.
I. Kongre’den sonra Türkiye’ye gitme konusunda hızlı bir hazırlığa girişildi.
Bu arada burjuvazi tarafından gönderilen provokatörler de görevlerini yaptılar. MK’ye seçilen Mehmet Emin ve diğer provokatör Süleyman Sami, Suphi yoldaşı Türkiye’nin kucağını açmış bir şekilde kendisinin gelişini beklediğine, burjuvazinin komünist partinin faaliyetlerinin önüne hiçbir engel çıkartmayacağını, hatta Suphi ve yoldaşlarının dönüşüne yardımcı olmaya hazır olduğuna inandırırlar. Suphi ve yoldaşları Türkiye’deki gerçek durumu bilmiyorlardı. Aksi olsaydı, provokatörlerin sözlerine inanmazlardı. Gerçekten de Türk burjuvazisi Suphi’nin komünist partisinden ateşten korkar gibi korkmaktaydı. Bu dönemde Ekim Devrimi’nin ve komünizmin Türkiye üzerindeki etkisi gün be gün artmaktaydı. Bu koşullarda Türkiye sınırında var olan ve istediği anda gizlice Türkiye’ye girebilecek, kendi etkisini ülkede yayabilecek ve Türk emekçilerinin mücadelesini yönetebilecek küçük ama aktif bir komünist örgütün varlığı burjuvazi için büyük bir tehlike oluşturmaktaydı. Lidersiz bırakacağı partinin kendi kendine dağılacağını hesaplayan burjuvazi, Türkiye Komünist Partisi’nin önderini ve en iyi savaşçılarını Türkiye’ye çağırarak orada işlerini bitirme kararı aldı.
Burjuvazi önceden belirlediği plana uygun olarak niyetini gerçekleştirdi. Türkiye’ye legal olarak gitme konusunda Suphi’yi ikna etmek üzere önce provokatörler gönderildi. Sonra Türkiye’ye gitmeden önce komünistleri bir araya getirecek kurnaz bir toplantı düzenlendi. Burjuvazinin gerçek niyetleriyle ilgili herhangi bir şüphe uyanmaması için Sovyet sınırı yakınlarındaki Kars’ta konuksever bir kabul töreni yapıldı. O sırada Erzurum’da başka yapıda bir toplantı daha yürütülüyordu. Önceden toparlanmış, şehrin infial içindeki halkı rolünü oynayan ve sivil kıyafet giydirilmiş polis ajanlarından, burjuvaziden, mollalardan ve küçük burjuva fanatiklerden oluşan bir kalabalık Türkiye Komünist Parti yöneticilerinin oraya gelmelerini protesto ettiler. Daha sonra gerçekten kendilerini yok etmek için Suphi ve yoldaşları Trabzon’a götürüldüler, orada bir tekneye bindirilerek denize açıldılar. Bu iş için tanınmış haydut Yahya Kâhya tutuldu.
O sırada Bakû’de MK’de Türkiye’ye açık açık mı, yoksa illegal olarak mı gitmek gerektiği tartışılıyordu. Mehmet Emin ve Süleyman Sami provokatörleri açık açık gidilmesi konusunda Suphi’yi ikna etmeyi başardılar. Suphi de dâhil olmak üzere bir kısım yoldaşlar Türkiye’ye açık açık gitme konusunda ısrarcı oldular. Bu, şüphesiz kendilerinin Türkiye’deki durum hakkında yanlış bilgilendirilmiş olmalarıyla açıklanabilir. Üstüne üstlük bir de provokatörlerin aldatmasıyla karşı karşıyaydılar. MK’nin diğer bir kısım üyeleri ve partinin önde gelen kimi üyeleri Türkiye’ye legal olarak gidilmesine kesinlikle karşı çıktılar. Ancak, legal olarak gidilmesi kararı alındı ve bu karar herkesin bildiği trajik sonla bitti.
Aralık 1920’de Suphi ve yoldaşları Bakû’den çıkarlar ve Kars üzerinden Erzurum’a giderler. Bu grupta Suphi’nin Komsomolcu eşi, Mehmet Emin ve Süleyman Sami provokatörleri de bulunmaktaydı. Plana uygun olarak grup Kars’ta iyi karşılandılar.
Daha sonra işler kötüye gitti. Provokatörler Erzurum yolunda gruptan ayrıldılar. Bu yolculuğun diğer bir üyesi ve Suphi’nin yakın arkadaşı İsmail Hakkı’ya [Topçu İsmail Hakkı] Türk ordusundan tanıdığı eski subaylar tarafından yol arkadaşlarını terk etmesi teklif edildi. Bu grubu ölümün beklediği ima edilerek kendisini kurtarmasını önerdiler. Ancak Hakkı böyle bir şeyi kesinlikle reddetti ve şöyle dedi: “Yoldaşlarımdan ayrılmayacağım. Eğer onlar öleceklerse, ben de kendileriyle birlikte ölürüm”.
Komünist grup yoluna devam etti. Burjuvazi onların Erzurum’a gelmesinden önce şehirde Rus ve Yunan komünist ajanlarının Türkiye’de iktidarı ele geçirecekleri, Türkiye’yi Yunanlılara ve Ruslara satacakları, camileri ahıra dönüştürecekleri, kadınların ırzına geçerek onları orta malı yapacakları yolunda dedikodular yaymışlardı.
Suphi ve yoldaşları daha şehre girme fırsatı bulamadan kalabalık çevrelerini sardı ve itip kakmaya başladı. Durum öylesine gergindi ki, her an kalabalık tarafından linç edilme tehdidi altındaydılar. Suphi ve yoldaşlarını koruyormuş gibi yapan polis ve jandarma Trabzon’a gitmeleri gerektiğini, Erzurum’da ölüm tehlikesi altında bulunduklarını ve Trabzon’dan güvenli bir yere gönderileceklerini bildirdi. Suphi ve yoldaşları kendilerini artık kaçınılmaz bir ölümün beklediğini, kurtuluş yollarının kapatıldığını gördüler.
Trabzon’a vardıklarında (28 Ocak 1921) sahile indiler. Kendilerini bir motor bekliyordu, silâhsızmış gibi görünen, ancak hançerler ve ateşli silâhlarla donanmış insanlarca kuşatılmışlardı. Bu, kurbanlarını bekleyen, başlarında Kâhya'nın bulunduğu bir çeteydi.
Silâhsız ve acımasızca dövülmüş olan Suphi ve yoldaşları başka bir tekneye bindirildiler ve her iki tekne de hareket etti.
Görgü tanıklarının anlattığına göre Suphilerin bindikleri tekne Trabzon'dan ayrıldıklarından bir zaman sonra sahile yanaştı. Suphi ve yoldaşları yiyecek bir şeyler almak için sahile çıktılar. Daha sonra açık denize açıldılar. Ve burada bu çete Suphilerin teknesine çıktı, silâhsız komünistleri yok etmeye başladılar. Hepsini öldürdüler ve denize attılar. Sadece Suphi’nin eşi kurtulmayı başardı, ancak daha sonra onu da astılar.
Yapılan hata böyle trajik sonuçlara neden oldu.
Suphi’nin başsız kalan komünist partisi kısa bir süre sonra dağıldı. Suphi ve yoldaşlarının öldürülmelerinden şu politik sonuçlar çıkartılabilir:
Birincisi; Türkiye’ye gidiş kararı verilmeden önce ülkedeki gerçek durumu öğrenmek gerekiyordu.
İkincisi; parti yöneticilerinin yeterince denenmemiş insanların öğütlerini dinlemelerine izin verilemez. Burada uyanıklık yoktu.
Suphi ve yoldaşlarının öldürülmeleri Türk komünist hareketi için ne kadar büyük bir kayıp olursa olsun, eğer bu parti Türkiye’deki işçi yığınları arasında derin kökler salmayı başarabilseydi partinin dağılması sonucunu doğurmazdı. Türkiye işçi sınıfı anında yeni yöneticiler çıkartabilir ve parti var olmaya devam edebilirdi.
Suphi’nin kurduğu örgütün çökmesinin temel nedeni, Türkiye'deki belli başlı sanayi merkezlerinden kopuk olmasıydı. Partinin Türkiye’deki işçi sınıfıyla sıkı bağları yoktu ve bu sınıfa dayanmıyordu.
Suphi ve yoldaşlarının öldürülmeleri onların kurdukları komünist partinin dağılmasını hızlandırmış, ancak bu dağılışın temel nedeni olmamıştır.
Tüm hatalarına ve eksikliklerine rağmen Suphi'nin kurduğu komünist partisi, Türkiye'deki komünist hareketin gelişmesine büyük etkilerde bulunmuştur. Bu parti günümüzde yüce komünizm davası için mücadele veren pek çok komünist kahraman yaratmıştır.
Burjuvazi Türkiye’deki komünist hareketin önderlerini öldürebilir, ancak işçi sınıfı var oldukça yaşayacak hareketi yok edemeyecektir.
Daha sonraları Anadolu’daki ilk komünist örgüt olan “İştirakiyun” Türkiye komünist hareketini yönetmeye başladı. “İştirakiyun”un dağılmasından yaklaşık bir buçuk yıl sonra Türkiye’deki komünist örgütleri İstanbul’da bulunan “III. Enternasyonal Grubu” çevresinde toplandılar. Komintern tarafından Türkiye Komünist Partisi olarak kabul edilen yeni örgüt, Suphi’nin başlattığı davayı sürdürmektedir.