Canice aptallık

Provokasyon olarak Mustafa Suphi’nin öldürülmesi, Kemalist hükümetin dişli tırnaklı bir “resmî komünist partisi” kurması, küçük çapta bir dizi kovuşturma uygulaması, bütün bunlar Türk komünistlerinin emekçi yığınlarını emperyalist işgalcilere karşı savaş için örgütleme çalışmalarını engelleyemedi. İşçi sınıfını örgütlemek başta gelen görevdi ve yoldaşlarımız bu görev üzerinde tüm gücüyle yoğunlaştı. Fabrikalarda, sanayi işletmelerinde ve demiryolu atölyelerinde işçileri toplayıp, onları bağımsız bir politik ve ekonomik güç olarak örgütlemeye çalışıyordu. Ve işte şimdi onlara karşı azgınca, vahşice baskı uygulanıyor.

  • Değerlendirmeler
  • |
  • Güncel
  • |
  • 15 Kasım 2020
  • 16:05

Komünistlere saldırı ve Komintern

...16 Kasım 1922 RKP (B) Politbürosu toplantısında şu iki karar alınıyor:

“a) Çiçerin yoldaş, Ankara‘da tutuklu komünistlere uygulanan baskılarla (işkence ve kurşuna dizme tehdidi) ilgili olarak etkin diplomatik önlemler almakla görevlendirilmelidir.

“b) Pravda ve diğer merkez yayın organlarına Türkiye Komünist Partisi‘ne indirilen darbe hakkında yazı yazmaları önerilmelidir.” (TKP’nin Kuruluşu 1919-1925, Yordam Kitap, Ekim 2020, s.273-73)

Orhan’ın konuşmasının yanı sıra yayınladığımız G. Safarov’un Canice Aptallık yazısı bu karardan bir gün önce Pravda’da yayınlanmış görünüyor. Komintern Doğu Sekreterliği yöneticisi olan Safarov, yazısında saldırılar üzerinde durarak Kemalist hükümeti doğrudan hedef alıyor...

Sunuşun tamamı...

Kemalist hükümet Türkiye proletaryasının partisine vahşice baskılarla yüklendi. Bu baskılar Türkiye’nin “iyi niyetli” emperyalistleri tarafından dayatıldı. Komünistler derhal serbest bırakılmalı.

Anadolu’da 200 Türk komünist işçi hapse atıldı. Tutuklama sırasında birçokları ağır şekilde dövüldü, işkence gördü. 20 kişi devlete ihanetten mahkemeye veriliyor.

Zamanında Taleyran şöyle demişti: “Bu, cinayetten de öte bir şey. Bu bir aptallıktır.” Kemalist hükümet şimdi bu iltifatı kendi üzerine almalıdır. Fransız genelkurmayından subayların hangi entrikalarının onu bu yola sevk ettiğini bilmiyoruz. Ancak çok iyi biliyoruz ki, Mussolini’nin defne çelengi Sevr Antlaşması galiplerinin başlarını süslemeyecek, çünkü onlar Türkiye proletaryasına saldırırken aslında Türkiye’nin bağımsızlığının başını eziyor.

Komintern’in II. Kongre kararlarına göre hareket eden Türkiye Komünist Partisi, Misak-ı Milli -Pacte Nationale uğrundaki kurtuluş savaşını azimle ve kesin bir şekilde destekliyordu. Türk halkına karşı toplumsal görevini yerine getirmekle o aynı zamanda enternasyonal proletarya görevini yerine getiriyordu. Provokasyon olarak Mustafa Suphi’nin öldürülmesi, Kemalist hükümetin dişli tırnaklı bir “resmî komünist partisi” kurması, küçük çapta bir dizi kovuşturma uygulaması, bütün bunlar Türk komünistlerinin emekçi yığınlarını emperyalist işgalcilere karşı savaş için örgütleme çalışmalarını engelleyemedi. İşçi sınıfını örgütlemek başta gelen görevdi ve yoldaşlarımız bu görev üzerinde tüm gücüyle yoğunlaştı. Fabrikalarda, sanayi işletmelerinde ve demiryolu atölyelerinde işçileri toplayıp, onları bağımsız bir politik ve ekonomik güç olarak örgütlemeye çalışıyordu.

Ve işte şimdi onlara karşı azgınca, vahşice baskı uygulanıyor. Kemal Paşa hükümeti işçi sınıfına karşı savaşı, İngiliz köpekbalıklarının sultanın cesedini canlandırmaya çalıştığı, muzaffer Türk halkının kazanımının meyvelerini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu bir dönemde, bugünkünden daha uygun bir zaman bulamadı...

Nasıl bir utanç, nasıl bir basiretsizlik!

Komünistler devlete ihanetle suçlanıyor. Savcının diliyle kimler konuşuyor? Zonguldak kömürlerine ve Küçük Asya petrolüne sözde yurtseverlik sevdasıyla aşık bay (...) ve efendiler mi?

Aptallık ihanete dönüşebilir. Ulusal kurtuluş davasına ihanet olabilir. Ve illegaliteye itilmiş, zalimlerce kan kaybına uğratılmış olsa bile, işçi sınıfı bunu açığa çıkarmasını bilecektir.

Şimdi uluslararası ilişkilerin düğüm noktası İstanbul çevresinde daha da sıkılaştı.

Evet, Türk halkı adına hüküm süren efendiler. Yıllarca Antant devletlerinin karşı-istihbaratçıların çizmesi altında ezilen, emperyalist zorbalığın sona ermesini bekleyen Türkiye başkentinin işçi sınıfı şimdi kendisine ne vereceğinizi bilmek istiyor. Yeni bir Abdül Hamid rejimi mi, İttihatçı askerî diktatörlük mü?

- Maske düşsün! - İttihatçılar (Jön Türkler) de (...) kendini (...) ayak ucunda bulacağını düşünmeye başladı.

Belki kimi Kemalist diplomatlar Türkiye’nin “dürüst” Avrupa-Amerikan-Japon burjuva cemiyetine, henüz burjuvazinin bakalorya sınavını kazanamadığı için alınmadığını sanıyor!?

Belki de onlar, birkaç düzine Türk işçisini kesip katledince, Avrupa’nın öncüleri arasına alınacaklarını ve Mussolini’den ek olarak faşist sadizm dersleri alabileceklerini sanıyor!?.

Bu hesap anlamsız ve küçük çıkar işportacılığıdır!

Türkiye’nin özgürlük ve bağımsızlığını yalnız işçilerin cumhuriyeti savundu. Ve yalnız o şaşmadan savunmaya devam ediyor.

Kemalist hükümet milli devrime bağlılık ile işçi sınıfıyla savaş arasında seçim yapmak durumunda.

Komünist Enternasyonal bu utanç ve ihanet girişimleri karşısında susmayacak.

Her ülkenin kendi iç işlerini bağımsız olarak çözme hakkı vardır, ancak resmî büyük devletlerden başka, hukuken kabul edilmeyen, ama gerçekten büyük bir devlet var ki, gelecek ona aittir. Onun adı uluslararası proletaryadır. O her zaman ezilenlerden, esaret altında tutulanlardan yanadır, ama bununla birlikte o her zaman emekçi yığınlarına zorbalık yapanlara ve baskı uygulayanlara karşıdır.

Birkaç düzine proleteri kesip katledebilirsiniz, sömürgeci İngiliz subayı formasıyla “harakiri” yapanlara baş eğebilirsiniz, Fransız bankalarının sempatisi için içişlerine karışılmasına göz yumabilirsiniz, ama bütün bunların bedelini ödemekten kurtulamazsınız. Türk hükümetleri ve partilerinin tarihi bunu ispatlayan açık örnekler veriyor.

Son söz: Türk komünistleri ne zaman serbest bırakılacak?

Pravda (No.258, 15 Kasım 1922)
(TKP’nin Kuruluşu 1919-1925, Yordam Kitap, Ekim 2020, s.275-76)