Tasfiyecilik ve inkarcılık

Proletaryanın ideolojik ve örgütsel bağımsızlığına kavuştuğu koşullarda, tasfiyecilik, bu bağımsızlığı kemirmeye ve yok etmeye yönelir. Fakat böyle bir bağımsızlığın henüz kazanılmamış olduğu koşullarda ise, tasfiyecilik, bizzat bu bağımsızlığı kazanma sürecinin önünü tıkar, engelleyici faktör olarak rol oynar.

  • Değerlendirmeler
  • |
  • Güncel
  • |
  • 22 Eylül 2019
  • 18:39

(İlk baskısı Ağustos 1987’de yapılan Küçük-burjuva Popülizmi ve Proleter Sosyalizmi kitabının 6. bölümüdür...)

 

Bilindiği gibi, teorisyenimiz bizleri “inkârcı-tasfiyeci eğilim” olarak niteliyor. Bu nitelemesini broşürüne başlık olarak seçerek, bu eğilimin önemini vurgulamış oluyor. Fakat bu kavramların, devrimci hareket ve TDKP koşullarında somut ideolojik-sınıfsal içeriklerini çözümleme zahmetine girişmiyor. “Yenilgi ve gericilik yılları” alışılmış ifadesiyle başlayan hamasi vaazların buna yettiğini sanarak, teorisyen şanını bir kez daha gölgeliyor.

Tasfiyecilik ve inkarcılık; bunlar bilimsel kavramlardır, ideolojik-sınıfsal bir içerik taşırlar. Hamasi nutuklar değil, somut çözümleme gerektirirler.

Proletarya hareketi içinde bir sapma olarak tasfiyecilik, proletarya üzerinde burjuva etkiyi ifade eder; proletarya hareketi saflarına katılmış küçük-burjuva unsurlar şahsında ortaya çıkar; sosyalist proletarya hareketinin teorik ve taktik temellerine, örgütsel kurumlarına ve devrimci mücadelenin devrimci kazanımlarına, burjuva etki doğrultusunda bir saldırı şeklinde kendini ortaya koyar. Sağ ya da sol biçimler alabilir; liberal ya da anarşist eğilimli olabilir. Fakat her halükârda, proletarya hareketi saflarına, işçilerin partisi saflarına, özellikle de devrimin yükseliş dönemlerinde ve kolay devrim hayalleriyle katılmış aydın, küçük-burjuva ya da belirgin bir sınıfa mensup olmayan, “sınıf dışı” unsurların şahsında ortaya çıkar.

Teorisyenimiz boş ve dayanıksız sözlerle başkalarını uluorta tasfiyecilikle suçlamadan önce, “Şanlı TDKP”sinin sınıf bilinçli işçilerin partisi, işçi hareketinin örgütlü öncü müfrezesi olduğunu ortaya koyabilmeli, “yepyeni ve çürütülemez” tezlerden oluşan “bütünlüklü çizgi”sinin, sosyalist proletarya hareketinin teorik ve taktik temellerinin ifadesi olduğunu gösterebilmelidir. Bununla da yetinmemeli, “yenilgi ve gericilik yıllarında”, başta önderliğin şahsında olmak üzere, TDKP saflarında yaşanan ideolojik ve moral yıkımın, sağcı, teslimiyetçi ve tasfiyeci anlayış ve davranışların, genel küçük-burjuva yozlaşma ve çürümenin nesnel sınıfsal bir tahlilini yapabilmeli, toplumsal mantığını temelini tanımlayabilmelidir. Küçük-burjuva demokratik hareketin bir kesimine dayanan ve ezici çoğunluğu ile küçük-burjuva unsurlardan oluşan TDKP’de tasfiyecilik nasıl yaşanmıştır- teorisyenimiz sorunu işte bu temelde tartışmalı, kendi tasfiyecilik tespitinin sınıfsal dayanaklarını, toplumsal içeriğini buna göre tanımlamalıdır.

Fakat o her meselede olduğu gibi, tasfiyecilik sorununda da sınıf bakış açısından, sınıf ölçütlerinden yoksundur. Böyle olunca da, onun nazarında tasfiyecilik, ya kötü niyetli, şeytanca tasarımları olan bazı bireylerin ürünü olur. (“Böylece uzun bir süredir edindiğimiz bilgilerin ve bazı yoldaşların endişelerinin doğru olduğu kanıtlanmış olmaktadır.”, Broşür, s.5); ya da bazı bireylerin “gerekli teorik-pratik birikimden yoksunluğu” ile izah edilir. (Bkz. Broşür, s.4)

TDKP teorisyeninin bu bakış açısını Lenin’in şu sözleriyle karşılaştırınız: “Bu nedenle, proletarya üzerinde, burjuvazinin, tasfiyeciliğe (...) ve otzovizme (...) yol açan etkisi, bir rastlantı, şeytanca bir tasarım ya da bazı bireylerin aptallığı ya da yanılgısı değildir, söz konusu nesnel koşulların işleyişinden ve bugünkü Rusya’da tüm işçi hareketinin, ‘temel’den ayrılması olanaksız üstyapısının kaçınılmaz sonuçlarıdır.” (Tasfiyecilik Üzerine, s. 102)

Aynı materyalist sınıf bakış açısıyla Lenin şunları söyler: “Tasfiyecilik, kökü derinlerde olan toplumsal bir olgudur, liberal burjuvazinin karşı-devrimci ruh haliyle, demokratik küçük-burjuvazideki dağılma ve parçalanmayla ayrılmaz biçimde bağlıdır. (age., s.68)

Soyut gerçek yoktur, gerçek her zaman somuttur. Teorisyenimiz, somut ve keyfi tanımlamaları bir yana bırakıp da devrimci hareketin ve TDKP’nin 12 Eylül sonrası somut evriminin ideolojik-sınıfsal çözümlemesini yapabilse, görecektir ki, tasfiyecilik kavramı, bu dönem için, başka örneklerin yanı sıra örneğin TDKP’nin somut evrimine de çok iyi oturmaktadır. Bu evrim, “demokratik küçük-burjuvazideki dağılma ve parçalanma” (Lenin) denilen olgunun somut ifadesi değil de nedir? TDKP somutunda, bu dağılma ve parçalanma öncelikle ve özellikle önderliğin şahsında yaşanmış, önderlikten örgüte yayılmıştır. Öylesine ki, başlangıçtaki mücadeleci ve dirençli tutumlarıyla TDKP’nin yüz akı durumundaki parti üyelerinin önemli bir kısmı, bir süre sonra, örgütteki genel gerileme ve dağılmanın da etkisiyle, mücadele saflarını terketmiş, kişisel gelecek, sıcak yuva, ya da “vatan borcu” ödemek kaygısına düşmüşlerdir. Bu bir sınıfsal olgudur, bir tür küçük-burjuva kaçıştır. Küçük-burjuva sınıf tutarsızlığının, ufuksuzluğunun, soluksuzluğunun çarpıcı bir yansımasıdır.

Hatırlanacağı gibi teorisyenimiz, Aralık 1986 tarihli yazısında, “Yönetimi, örgütleri, kadroları ve faaliyetiyle TDKP bir bütün olarak iyi bir sınav veremedi... Son 5-6 yılda işlevine uygun bir faaliyet ve atılım gösteremedi...”, diyordu. Z. Ekrem’in ideolojik-sınıfsal köklerine inmekten kaçındığı bu durumun kendisi, “demokratik küçük-burjuvazideki dağılma ve parçalanma”nın ifadesi tasfiyeci bir süreçti. İlk adımları, karşı-devrimin azgın saldırıları karşısında kararsızlığa ve tutarsızlığa düşülüp burjuva reformizmine el uzatılarak atılmıştı (Bkz. “Yeni Bir ‘Arayış’ mı?” makalesi). Nisan darbesiyle yaşanan ideolojik, moral ve örgütsel yıkım, buna büyük boyutlar kazandırdı. Ardından, mücadeleden geri durma, içe kapanma, pasifizm ve teslimiyet, bizzat üçlü MK tarafından teorileştirildi. Bu sağcı ve teslimiyetçi teorileştirme, legal olanakları faşizmin kötü niyetli tuzağı olarak görme (Küçük Broşür, s. 19), legal sendikaların reddi vb. türden “sol”cu otzovist teori ve taktiklerle iç içe oldu. 1984 sonunda yayınlanan DSP Broşürü ise, “Yeni Bir ‘Arayış’ mı?” makalesindeki reformist eğilimin daha kapsamlı ve açık yeni bir ifadesi oldu. Böylece TDKP’nin 12 Eylül öncesinde burjuva-reformizmi karşısında kazandığı devrimci ideolojik-siyasal mevziler kaybedildi. Bu sürecin pratik-örgütsel boyutları biliniyor; TDKP örgütsel bir tasfiye yaşadı ve sınıf mücadelesi alanının kıyısına düştü. Küçük-burjuva yozlaşma ve çürüme, bir küçük-burjuva yok oluşa dönüştü.

Tasfiyecilik sorununu, bugün artık kendi sempatizan çeperi nezdinde bile önemini ve ciddiyetini yitirmiş TDKP açısından değil, Türkiye işçi sınıfının bağımsız sosyalist sınıf platformu sorunu açısından tartışmak gerekir.

Proletarya üzerinde burjuva etkinin ifadesi olarak yaşanan tasfiyeciliğin özü, proletaryanın ideolojik ve örgütsel bağımsızlığını zayıflatmak ve yok etmek, proletaryayı burjuva reformizminin, küçük-burjuva demokrasisinin eklentisi durumuna düşürmektir.

Proletaryanın ideolojik ve örgütsel bağımsızlığına kavuştuğu koşullarda, tasfiyecilik, bu bağımsızlığı kemirmeye ve yok etmeye yönelir. Fakat böyle bir bağımsızlığın henüz kazanılmamış olduğu koşullarda ise, tasfiyecilik, bizzat bu bağımsızlığı kazanma sürecinin önünü tıkar, engelleyici faktör olarak rol oynar.

Bugün Türkiye işçi sınıfı hâlâ sınıfsal bağımsızlığından yoksundur ve böyle bir bağımsızlığın kazanılmasını engelleme anlamında, çok yönlü bir tasfiyeci baskının altındadır. Bu tasfiyeci baskı, genel burjuva baskının değişik nitelikte yansımaları olan üç ana kaynaktan gelmektedir. 1- Burjuva reformizmi. 2- Modern revizyonizm. 3- Küçük-burjuva popülizmi.

Türkiye proletaryasını siyasal sınıf bağımsızlığına kavuşturma, bugünün temel sorunudur. Bu sorunun çözümü reformizme, revizyonizme ve popülizme karşı köklü bir ideolojik mücadeleden ve işçi sınıfı üzerinde bu akımların ideolojik ve örgütsel etkinliğini kırmaktan geçer. Bu da bir tasfiye süreci olacaktır; tasfiyeci akımların tasfiyesi süreci...

Bu, bütünüyle olumlu anlam yüklü bir tasfiye sürecidir. Narodizm inkâr ve tasfiye edilmeseydi, Rus marksist hareketi doğup gelişemezdi. Çürümüş ve burjuvazinin dümen suyuna girmiş II. Enternasyonal ve partileri tasfiye edilmeseydi, leninist-bolşevik tipte yeni partiler ve onların uluslararası birliği olan III. Enternasyonal doğup gelişemezdi. Uzun yıllar Türkiye sol hareketini egemenliği altına alan Kemalizm kuyrukçusu, sınıf işbirlikçisi tasfiyeci reformist çizginin tasfiyesi çabasına girilmeseydi, küçük-burjuva demokrasisinin ihtilalci çizgisi ve bunun ifadesi akımlar ve gruplar gelişip güçlenemezdi vb.

Teorisyenimizin gözden kaçırdığı da bütün bunlardır.

Devrimci küçük-burjuva popülizmi, 1968’ler Türkiye’sinden kök almaktadır. Çıkışı, pratikte işçi sınıfından uzaklaşmayı ifade etse de, burjuva reformizminden bir kopuş ve düzene karşı ihtilalci bir yöneliş olması anlamında, devrimci bir önem taşımaktadır. Bu gerçek, Yakın Geçmişe Genel Bir Bakış’ta şöyle ifade edilmiştir: “Devrimci küçük-burjuva popülizmi, TİP’in burjuva liberal, Mihri Belli’nin darbeci-reformist MDD Hareketi karşısında, küçük-burjuva ihtilalciliğini temsil etmek açısından ileri ve olumlu bir hareketti kuşkusuz.” (Eksen Yayıncılık, s.29)

1968’lerden kök alan bu hareket, 12 Mart yenilgisini yaşadı; bu yenilgi onu ayrıştırdı, değişik bir evrime soktu. Hareketin THKO, THKP-C/ML Hareketi ve TKP/ML Hareketi’nden oluşan kesimi, bu evrimi değişik ve karmaşık bir süreç olarak yaşadı. Bu karmaşık süreç, devrimci küçük-burjuva popülizminin bu kesimini, 1980’e gelindiğinde, devrimci-demokrasinin en ileri, siyasal açıdan en tutarlı, Marksizme ve proletaryaya en yakın kesimi konumuna ulaştırdı.

Gerçek sonuçlarına varamamış bir Mao eleştirisiyle ulaşılmış bu konum, üç gruptan oluşan bu hareketin evriminin sınırıydı da aynı zamanda. Devrimci küçük-burjuva popülizmi ileriye doğru gelişmesinin tüm olanaklarını kullanmış, ulaşabileceği en son sınıra varmış ve tıkanmıştı. 12 Eylül tam da bu koşullarda geldi. Tıkanıklık ve çözümsüzlük, karşı-devrimin azgın saldırısıyla da birleşince, kısa zamanda küçük-burjuva bir çözülme, dağılma, parçalanma, ihtilalci konumdan uzaklaşma ve teslimiyet çizgisine dönüştü. Bu bir tasfiye süreci, gerileme, küçük-burjuva yozlaşma ve yok oluş süreciydi. TDKP’nin şahsında özellikle belirgin biçimde yaşandı.

12 Eylül’de yenilen Marksizm-Leninizm ve devrim davası değil, bir kere daha küçük-burjuva devrimciliği idi. İflas eden proletaryanın değil, küçük-burjuvazinin devrim, mücadele ve örgütlenme anlayışı idi. Bunun bilince çıkması, hareketin ve özel olarak da TDKP’nin içindeki yol ayrımının temeli oldu.

“12 Eylül sonrasının karşı-devrim koşulları, hareketin küçük-burjuva siyasal sınıf yapısını ayrıştırıp farklılaştırdı. Başlangıçta bir bakıma kendiliğinden yaşanan ve kendini teslimiyet ve mücadele eğilimleri olarak ifade eden bu ayrışma, yenilginin ve yıkımın sonuçlarına oportünist ve devrimci yaklaşımlarda ilk bilinçli ifadelerini kazandı. Gelinen yerde teorik, siyasal ve sınıfsal sonuçlarına varma, her yönüyle bilinçli ifadeler kazanma sancıları yaşanmakta. Bu ayrışma ve çatışma, proleter sosyalizmi ile, popülizmin liberal ve radikal küçük-burjuva tonları arasındadır.” (Yakın Geçmişe Genel Bir Bakış, s.57)

1970’li yılların ikinci yarısı, TDKP ve benzeri devrimci küçük-burjuva gruplar için gelişip serpilme dönemi olmuştu. Genel olarak bakıldığında, bu gruplar bu dönemde, olumlu ve devrimci bir rol oynadılar. Burjuva reformizmi ile aralarına belirgin bir çizgi çektiler ve devrimci radikal bir çizgide mücadele ettiler. Burjuva reformizmine ve modern revizyonizme karşı kazanılan ideolojik siyasi mevziler, devrimci sınıf mücadelesinde proletarya hareketine yakınlaşma, devrimci mücadele içinde biriktirilen ihtilalci-moral değerler, bu dönemin temel kazançlarıydı.

1980’li yıllar, tıkanma, çözümsüzlük içinde bocalama, kitlelerden kopma, gerileme, yozlaşma ve bütün bunların bir ifadesi olarak, bir küçük-burjuva tasfiye ve yok oluş dönemi oldu. Burjuva reformizmine karşı kazanılan ideolojik-siyasi mevzilerden ve bağımsız konumdan gerileme yaşandı, teslimiyet eğilimi güçlendi. Geçmişin mücadelesiyle biriktirilen devrimci moral değerler, özellikle TDKP önderliği eliyle, tahrip edildi.

Bu bir tasfiye süreci idi. Teorisyen Z. Ekrem hem böyle bir tasfiye sürecinin unsuru, hem de üçlü MK’nın şahsında savunucusu olduğu için, kendisi tasfiyeci bir konumdadır. Kişisel skandal sorunlardan tutun da bir bölgede ne kadar gazete-bildiri dağıtıldığına kadar her konuda kaynak kullanıp fikir belirten Z. Ekrem, DSP Broşürü’yle ortaya konan reformist teori ve tahliller hakkında bugüne kadar tek kelime etmemiştir. Bu onun tasfiyeciliğin ideolojik boyutlarıyla çelişmediğini göstermektedir. Onun sorumluluğunda çıkmış “Yeni BirArayış’ mı?” türünden makaleler göz önüne alındığında, bu bütünüyle anlaşılır bir durum olmaktadır.

Z. Ekrem, popülizmden kopuş ve proleter sosyalizmine yöneliş eğilimi karşısında gösterdiği gerici dirençle, tasfiyeci konumuna yeni boyutlar katmış, onu pekiştirmiştir.

***

Bir de inkarcılık sorunu var. Aslında bu sorun, I. bölümün son sayfalarında ve asıl olarak da Dühring’in anımsandığı ikinci bölümde yeterince tartışıldı. Orada da gösterildiği gibi, Z. Ekrem’in de içinde yer aldığı “THKO militanları”, Türkiye sol hareketinin en inkârcı unsurlarından olmuşlardır. Onlar, “THKO Militanları”nın eşi benzeri bulunmaz hasletleri ile Türkiye Devriminin Yolu broşürünün “kitleler”den söz eden birkaç cümlesi dışında, fazlaca bir şeye dayanmak, bir şeyin mirasçısı olmak gereğini duymamışlardır. Oysa ‘71’in THKO’suna kıskançlıkla sahip çıkıp da aynı dönemin diğer devrimci gruplarına sahip çıkmamanın, küçük-burjuva grupçuluğu ve inkarcılığı dışında, hiçbir bilimsel açıklaması ve mantığı yoktur.

“THKO Militanları” bu inkârcı tutumu hep sürdürmüşlerdir. Onlar, küçük-burjuvazinin dar, kısımcı, bireyci, bencil, kibirli ve dünyayı kendinden ibaret görme anlayışının bir ifadesi olarak, TDKP sınırlarının ötesine, çoğu kere ve çoğu durumda gözlerini kapamışlardır. Devrim mücadelesinin TDKP dışındaki kazanımları, onları fazlaca ilgilendirmemiştir. Osman Yoldaşcan, M.Fatih Öktülmüş, Adil Can, Süleyman Cihan, Abdullah Meral gibi yüzlerce devrimci şehit, salt TDKP’li olmadıkları için, onlar tarafından görmezlikten gelinmiş, anma sütunlarında yalnızca TDKP üye ve sempatizanlarından söz edilmiştir. Çıkardıkları binlerce sayfalık yayınlarda, Nazım Hikmet, Enver Gökçe, Ruhi Su, Yılmaz Güney vb. gibi ilerici-devrimci sanat ve kültür adamları üzerine sahiplenici birkaç satır yazma gereği duymamışlardır. Geçmiş TKP’nin sağ oportünist ideolojik-siyasi mirası haklı olarak reddedilmiş, ama, bu partinin bünyesinde ve tabanında, bu partiden çok, Dünya Komünist Hareketinin ve sosyalist Sovyetler Birliği’nin varlığından güç alarak devrim ve sosyalizm ideali uğruna mücadele etmiş, emek vermiş, acı çekmiş insanların devrimci mirasına dönülüp bakılmamıştır bile.

Daha nicesi sayılabilir. Fakat bu kadarı bile, TDKP önderliğinin, proletaryanın kendinden önceki tüm ilerici, demokrat, devrimci maddi ve manevi kazanımlarının mirasçısı, savunucusu ve yaşatıcısı olduğu şeklindeki marksist perspektiften yoksun olduğunu göstermeye yeterlidir. Bu onun küçük-burjuva ideolojik-sınıfsal konumu ve tutumunun bir başka ifadesi ve göstergesidir.

İnkarcılık, bir küçük-burjuva sınıf tavrıdır. Nihilizm, anarşizm vb. gibi insanlığa, kültüre, insanlığın ortak kazanımı olan maddi-manevi değerlere karşı inkârcı olan akımlar, temelde küçük-burjuva sınıf niteliğine sahiptirler. Oysa proletarya, burjuvazininki de dahil olmak üzere, tüm ilerici insanlık tarihinin mirasçısı ve sürdürücüsüdür.

Küçük-burjuva inkarcılığından biz yalnızca nefret ediyoruz. O halde, gerçekte kendisi inkârcı olan teorisyenimiz, bizi neden inkarcılıkla suçluyor? TDKP’nin popülist teori ve pratiğini eleştirip “inkâr ettiğimiz” için! Oysa bu tümüyle başka bir şeydir.

İnkarcılık bir küçük-burjuva sınıf eğilimidir; oysa inkâr kavramı çok farklı bir içerik taşır. İnkâr, hareket yasasıdır; ilerleme, gelişme koşuludur. İdeolojik ve sınıfsal özü küçük-burjuva olan bir teori ve pratik, ancak bilimsel temelde eleştirilip “inkâr” edilerek aşılır. Nitelik değişimine, nitelik olarak farklı bir ideolojik-sınıfsal öze ve temele ancak böyle ulaşılır. Bu, geçmişin ideolojik-siyasi, maddi, manevi her türlü olumlu ve devrimci kazanımına sahip çıkıp geleceğe aktarmayla çelişmez. Bu tür bir “inkâr”ı reddetmek, diyalektik gelişmeyi inkâr etmekle aynı anlama gelir.

Geçmişin ileriye dönük devrimci kazanımlarının 12 Eylül sonrasında tahribi ve terkedilişi anlamında bir küçük-burjuva inkarcılığı ise, bizzat Z. Ekrem’in de içinde yer aldığı TDKP önderliği ile Z. Ekrem’in koruyucusu kesildiği üçlü MK’nın şahsında yaşandı.

Küçük-burjuva önderler, kendi kazanımlarını bile koruyamadılar.

“Devrimci bir siyasal harekette çürüyüp çöken yana değil, gelişip ilerleyen yana bakılır. Geçmişte olumlu ve devrimci olanın gerçek mirasçısı da, çürüyüp çöken, ya da yıllar öncesine takılıp kalan yan değil, gelişip ilerleyen yandır. Bugün TDKP’de gelişip ilerleme çizgisi, proleter komünist bir hareket haline gelmek, böyle bir gelişmenin nesnel ihtiyaçlarına cevap verebilmek demektir. TDKP’de, geçmişte devrimci olanın gerçek temsilcileri, TDKP’deki bugünkü gelişme ihtiyacına cevap verebilenlerdir. Bunun gerisinde kalanların, TDKP’nin geçmiş konumu ve platformu üzerine döktükleri gözyaşları timsah gözyaşlarıdır. Yaşanan sürece ve sosyal pratiğin ortaya çıkardığı derslere rağmen yıllar öncesini bugün sürdürmeye kalkanlar, tutucu bile değil, düpedüz gericidirler. Ve zaten parti sorunlarının her açıdan tartışılmasının karşısında gösterilen tepki, bütün kişisel kaygı ve zaaflardan arındırılarak ele alındığında, devrimci proleter gelişme karşısında basbayağı bir küçük-burjuva gerici ayak diremedir.” (Ciddiyet Bunalımı, Belgeler-2, s.39)

Temmuz 1987

(H. Fırat, Küçük-burjuva Popülizmi ve Proleter Sosyalizmi,

Eksen Yayıncılık, s.168-176)

İLİŞKİLİ HABERLER