Komünist Enternasyonal, dünya devrimine ilişkin güçlü umutlar çerçevesinde, kendini genel bir saldırıyı yöneltmek üzere hazırlamıştı ki (1919-1920, 1. ve 2. kongreler), devrimci dalganın çekilmekte olduğu katı gerçeği ile karşı karşıya kaldı (1921-1922, 3. ve 4. kongreler). Bu onu haklı olarak taktik çizgisinde temelli değişiklikler yapmaya yöneltti. Fakat bu değişiklik ihtiyacının kendisi ile yapılan değişikliğin mahiyeti, henüz doğmuş, yeni ve oturmamış bir örgüt olarak Komünist Enternasyonal’i, ona bağlı tek tek partileri, ciddi karışıklıklara itti, önemli tarihsel sonuçları olacak sorunlarla yüz yüze bıraktı.
Komünist Enternasyonal geç doğmuş, dünya savaşını izleyen devrimci dalgaya tümüyle hazırlıksız yakalanmış bir örgüttür. Burada uluslararası bir örgüt olarak Komünist Enternasyonal’in kendisi için söz konusu olan şey, belki bir tek Bolşevik Partisi hariç, onun hemen tüm seksiyonları için ayrıca geçerlidir. Zira onlar da ya Komünist Enternasyonal’le eş zamanlı olarak, ya da hatta ondan bile daha sonra ancak kurulabilmişlerdir. Öteki etkenler bir yana, bizzat devrimci dalganın içinde ve onun bir ürünü olarak ortaya çıkmış olmak bile, tek başına, onun geçip gidişinin ardından elde edilen anlamlı ve kalıcı bir sonuç olamaması olgusunu açıklar. Rusya’da Sovyet iktidarı yaşamaktaydı, iç savaş muzaffer bir sona bağlanmıştı. Fakat bu kazanım Komünist Enternasyonal’i öncelemekteydi. Komünist Enternasyonal’in savaşı izleyen devrimci dalgadan bizzat kendi faaliyeti ile elde ettiği tek gerçek kazanım, kendine bağlı partilerin kurulması ve belli bir güç kazanmasıydı. Bu güç ise, bir kez daha Sovyet ülkesi ile diğer birkaç ülke dışında (Fransa, Çekoslovakya ve Norveç), örgütlü işçi sınıfı çoğunluğunu kapsamıyordu.
Bu sonuçlar şaşırtıcı değildir. Kendisi devrimci bir dalganın tepe noktasında doğmuş bulunan bir örgütün, hızla geçip gidecek olan bu dalgayı muzaffer devrimlere yöneltebilmesi beklenemezdi. Bir ilk oluşum aşamasının ideolojik ve örgütsel adımlarını henüz ancak atabilmiş bir örgütün, savaş boyunca mayalanan ve savaşla birlikte patlak vermiş bulunan uluslararası devrimci bunalımın olgunluk aşamasının ihtiyaçlarına başarıyla yanıt verebilmesi düşünülemezdi. Bu değerlendirmenin, ancak daha sonra, ancak o günün tarihsel olaylarının sonraki seyri ve genel bilançosu ışığında, bu denli kolay yapılabilir olduğuna kuşku yoktur. Dolayısıyla, sonradan bakmanın avantajıyla, Komünist Enternasyonal’in kuruluşunun ilk iki yılında dünya devrimine ilişkin olarak taşıdığı güçlü umutlara bakıp, onun bu “büyük yanılgısı”na şaşmak anlamsızdır. Kaldı ki olaylara hazırlıksız yakalanıldığının daha kuruluş anından itibaren Komünist Enternasyonal’in kendisi de farkındaydı. Yeni enternasyonalin önderi Lenin, daha onun ortaya çıkışından önce ve patlak vermek üzere olan devrimci olayların öngününde, Avrupa’da devrimci partinin yokluğunu “büyük bir talihsizlik ve büyük bir tehlike” olarak nitelemişti. Olayların hemen sonraki seyri bu talihsizlik ve tehlikenin olanca açıklığı ile doğrulanması olmuştu.
Buna rağmen Lenin de içinde Komünist Enternasyonal’in, devrimci bunalımın o günkü gelişme çizgisine ilişkin ciddi yanılgılar yaşamış olduğu bir gerçektir. Bu yanılgıların esası, Enternasyonal’in kuruluş döneminin, uluslararası devrimci bunalımın gitgide radikalleşecek bir çizgideki ilerleyişinin henüz yalnızca bir ilk evresini oluşturduğunun sanılmasıydı. Devrimci bunalım derinleşerek sürecekti, İkinci Kongre’de hâlâ buna inanılıyordu. Eğer Komünist Enternasyonal de bu arada kendi oluşumunu ve hazırlıklarını büyük bir hızla tamamlarsa, çok geçmeden geride kalanı izleyecek daha derin ve daha kapsamlı bir yeni devrimci dalgadan en iyi şekilde yararlanabilecekti. Oysa İkinci Kongre’den kısa bir süre sonra olaylar gösterdi ki, Komünist Enternasyonal’in içinde doğduğu devrimci dalga, gerçekte savaşı izleyen devrimci bunalımın tepe noktasıydı. Devrimci çalkantılar uluslararası çapta, önemli farklılıklar ve dengesizlikler göstererek gerçi bir dönem daha sürecekti. Fakat 1918 sonu ile 1919 yılının ilk yarısını kaplayan devrimci dalgayı aşacak bir yenisi, o tarihsel devrimci bunalım evresinde (1917-1921) bir daha gerçekleşmeyecekti.
1919 yılı “savaştan sonra sermaye için en kritik yıl” (Troçki, 3. Kongre) olmuştu. Bu hem burjuvazinin en güçsüz olduğu ve hem de kendisinin bu güçsüzlüğü iliklerinde duyduğu bir önemli yıldı. Savaş henüz bitmişti, yığınlar silahlıydı ve dört yıllık savaşın acılarının en derinden hissedildiği bir dönemdi. Savaşın yenilen tarafı olan Alman ve Orta Avrupa burjuvazisinin baskı aygıtı bir süre için felce uğramış bulunmaktaydı. Burjuva düzenin yerleşik ilişki ve kurumları temelinden sarsılmış, olağan dönemlerin dengeleri altüst olmuştu. Fakat yine de devrimci bunalımın yeterince derin olmamasının yanı sıra, komünist öncünün gücü ve hazırlığı ile sosyal-demokrasinin kitleler içindeki etkisi ve gücü arasındaki ilişki, bu ikincisinin lehine olmak üzere, ters orantılıydı. Hain sosyal demokrasi bu en kritik tarihsel anda “düzen”i korumuş, burjuvazinin kendini toparlamasına, tahkim etmesine ve inisiyatifi yeniden ele geçirmesine paha biçilmez bir katkıda bulunmuştu. Devrimci bunalım daha birkaç yıl sürecek olsa bile, burjuvazi savaşı izleyen en kritik safhayı geride bırakmıştı. Uluslararası burjuvazi, Ekim Devriminin derslerini komünistlerden daha derin ve kapsamlı bir biçimde özümseyerek, yeni bir Ekim’in, özellikle buna en yatkın görünen ülkede, Almanya’da gündeme gelmesi tehlikesine karşı, bu tehlikeyi bertaraf edecek biçimde kendini hazırlamıştı. Savaş sonrası bir yıl içindeki dağınıklığı ve aşırı güvensiz ruh hali geride kalmıştı. Kendini artık daha güçlü ve güvenli hissediyordu. İşçi sınıfının elde etmiş bulunduğu siyasal kazanımları hedef alan bir karşı saldırıya geçecek kadar...
Aslında Avrupa’da devrimci hareketin gelişme temposunda belli bir düşmenin yaşanmakta olduğuna dair işaretler, daha 1920 yılı başında hissedilmeye başlanmıştı. Komünist Enternasyonal’in birinci kuruluş yıldönümünde (Mart 1920) yaptığı bir konuşmada, Lenin’in bunu fark ettiği görülür. Kuşku yok ki, ‘Sol’ Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı eseri bunun ürünüdür. Nisan-Mayıs 1920’de hızlı bir çalışmayla İkinci Kongre’ye yetiştirilmek istenmesi bu açıdan rastlantı değildir. Bununla birlikte, Lenin’in bu sıradaki gerçek görüşü, devrimci hareketin gelişme temposunda belli bir yavaşlama olmakla birlikte, devrimci bunalımın derinleşmekte olduğu, bu objektif zeminin devrimci hareketin gelişimine yeni bir ivme kazandıracağı doğrultusundadır. Bu çerçevede sorun, erken ve kolay devrim hayallerine kapılmadan, ama gelmesi kuvvetle muhtemel yeni devrimci dalgaya hızlı, dikkatli ve sabırlı bir biçimde hazırlanmaktır. İkinci Kongre’de yapılan tartışmalar ve alınan kararlar da hep bu çerçeveye girer.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, İkinci Kongre, dünya devrimine ilişkin güçlü umutlara sahne oldu. Taktik çizgi, hazırlıklar, düzenlemeler hep bu umutları yansıtır. “21 Koşul” bile tek başına bunu kanıtlar. Ne var ki bu kongreyi izleyen olaylar, bu umudu sürekli bir biçimde zayıflattı. Kızıl Ordu Varşova kapılarından dönmek zorunda kaldı. 1920 Eylül’ünde İtalyan işçi sınıfının fabrikaları işgal eylemi çok geçmeden kırıldı ve faşistlerin karşı saldırısı hareketi büsbütün geriletti. 1921 Mart’ında, o günlerin “devrim ülkesi” Almanya’da, “proletarya öncüsünün ayaklanması” bir kahramanlık örneği oldu, fakat proletaryanın geniş kesimleri tarafından izlenmedi ve vahşice ezildi. 1921 Mart’ında Kronstadt isyanı patlak verdi ve Sovyet Rusya’da “geri çekilme” (NEP) gündeme geldi.
Komünist Enternasyonal 3. Kongresi (22 Haziran-12 Temmuz 1921) bu gelişmeler üzerine geldi ve ortaya çıkan yeni duruma ilişkin hararetli tartışmalara sahne oldu. Bu kongre de Komünist Enternasyonal tarihinde özel bir yer tutar. Bu bir dönüş kongresidir. Bu dönüşün temeli, dünya devriminin yakın dönem somut gelişme seyrine ilişkin olarak ilk iki kongrede taşınan umutların terk edilmesidir. Artık bu sürecin çok daha karmaşık, eşitsiz, inişli-çıkışlı, sancılı ve en önemlisi uzun vadeli bir süreç olduğu düşünülmektedir. Buna bağlı olarak, Üçüncü Kongre, o günkü koşullarda, kapitalist düzene cepheden saldırı taktiklerinden güç toplamak ve işçilerin çoğunluğunu kazanmak taktiğine dönüş, Lenin’in sözleriyle doğrudan saldırıdan “kuşatmaya” dönüşü temsil eder. Komintern içinde, merkezciliğe ve sağcı eğilimlere karşı uzlaşmaz ve hoşgörüsüz bir mücadeleden (bu mücadele hâlâ kısmen sürdürülse de) bu kez “sol” eğilimlere karşı uzlaşmaz bir mücadeleye dönüştür bu aynı zamanda. Yanı sıra, İkinci ve İkibuçukuncu Enternasyonallerden her alanda tam bir kopuş ve amansız bir mücadeleden (ki “özgün” durumdan dolayı bir tek İngiltere bunun dışında tutulmuştu daha önce), bu aynı örgütlerle işçi sınıfının sermayeye karşı kısa dönemli çıkarları için “cephe” birliği çizgisine bir dönüş...
Kuşkusuz bu dönüşlerin gündeme gelmesi, koşullardaki değişim, bunun ortaya çıkardığı yeni ihtiyaçlar ve görevlerle sıkı sıkıya bağlantılıydı. Fakat burada iki güçlük alanı vardı. Bunlardan ilki, o günkü tarihsel ortamda, koşullardaki bu değişimin gerçek boyutlarını ve anlamını tespit etmenin, yanı sıra bunun üzerinde anlaşabilmenin güçlüğü idi. İkincisi, dünya devrimine ilişkin güçlü kısa dönemli umutlar içinde oluşmuş bir örgütün tüm kesimlerini bu umutları sürdürmek eğiliminin cazibesinden kurtarmanın anlaşılır güçlüğü idi.
Bu iki güçlük alanı bir arada, Komünist Enternasyonal’de ciddi sarsıntılara yol açtı. Lenin-Troçki liderliğinin başını çektiği yeni taktik çizgiye karşı hayli güçlü ve dirençli bir “sol” muhalefet belirdi. Bu muhalefeti altetmek zorlu çabası, bizzat Komünist Enternasyonal bünyesinde hâlâ güçlü bir eğilimi temsil eden sağ kanadın işini kolaylaştırdı. Merkezciliğe karşı mücadele sorunu ve Merkezcilikten arınma görevi, güçlü “sol” eğilim karşısında neredeyse bir yana bırakıldı. Lenin, bütün şiddetini “sol”a yöneltti, merkezciliğe karşı mücadelenin abartıldığını, hatta “artık can sıkıcı olmaya” bile başladığını söyledi. Lenin, o günün objektif koşullarıyla bağdaşmayan “sol” hayallere ve bunlara eşlik eden maceracı politik çizgiye karşı mücadelesinde güncel planda kuşkusuz haklıydı. Fakat bu kongredeki dönüşün, “sol”a karşı amansız ve sağa karşı hayırhah mücadelenin, bir dizi başka etkenin yanı sıra, Komünist Enternasyonal’in gelecekteki yaşamını derinden etkilediği de bir gerçektir.
Komünist Enternasyonal bünyesinde sağ’a, İkinci Enternasyonal’in sürmekte olan ideolojik etkilerine karşı mücadele ancak başlamışken, devrimci dalganın düşmesi sonucu gündeme getirilen geri çekilme taktikleri, bu ideolojik etkiden arınma mücadelesini kesintiye uğratmış, bunun taşıyıcısı olan öğeler Enternasyonal’in bu yeni çizgisinin resmi temsilcileri olarak görünebilmişlerdir. Altıncı Kongre’den sonra (1928) yeniden gündeme getirilen, “sosyal-demokrat etkilerden arınma” sorunu ise, hem tümüyle sağlıklı saiklere dayanmamış ve hem de anlamlı sonuçlar yaratmamıştır. Kısaca, Komünist Enternasyonal’in Üçüncü ve onu derinleştiren Dördüncü Kongreleri, Yedinci Kongre’deki köklü dönüşü hazırlayan ve kolaylaştıran tarihsel kaynaklar içinde yer alırlar.
Üçüncü Kongre çalışmalarında yeni durumun tespiti ve tahlili özel bir yer tutar. Troçki Kongre’ye sunduğu “Dünya Ekonomik Bunalımı ve Komünist Enternasyonal’in Yeni Görevleri” başlıklı ana raporun girişinde, sorunu ortaya şöyle koymaktadır:
“Savaşın bitiminden bu yana üç yıl doluyor. Ekonomik ve siyasal düzeyde önem taşıyan görüngüler çıktı ortaya. Sermaye daha hâlâ hemen hemen bütün dünyada tahtında oturuyor; ve biz bu nedenle genelde görüşümüzün, dünya devrimine ilişkin bugünün koşullarında hâlâ doğru olup olmadığının hesabını kendimize vermek zorundayız. Güç ilişkilerinde yadsınmayacak bir değişiklik gerçekleşti. Tartışılabilecek tek şey, bu değişimin güç ilişkilerinde meydana gelen daha derin birtakım kaymalardan mı ileri geldiği yoksa daha çok yüzeysel bir değişim mi olduğudur.”1
Bu giriş sözleri, kongrede tartışılacak ana sorunun başarılı bir ortaya konuluşudur. Troçki, kendi yönünden, tartışmaya açtığı soruna kesin bir yanıt vermese bile, Üçüncü Kongre sırasında durumun ilk iki kongre dönemindeki gibi olmadığını; başlangıçta genel perspektif doğru saptanmış olmakla birlikte, dünya devriminin somut gelişme seyrinin önceden umdukları gibi gerçekleşmediğini, onun karmaşıklığını yeterince hesaba katmadıklarını, yaşanan yenilgiler ve hayal kırıklıkları aracılığıyla bunu bugün artık nihayet anlayabildiklerini belirtir ve ekler:
“Ancak şimdi görüyoruz ve hissediyoruz ki, nihai hedefe, iktidarı fethetmeye, dünya devrimine pek o kadar yakın değiliz. 1919 yılında, o zaman, kendimize demiştik ki; bu, ay sorunu. Ama şimdi bunun yıl sorunu olduğunu söylüyoruz. Tam ve kesin olarak söyleyemiyoruz, ama şimdi daha iyi biliyoruz ki, gelişme bu doğrultudadır ve biz geçen zaman içerisinde bütün dünyada çok daha güçlü olduk.”2
Troçki’nin bu sözleri, kongrede ulaşılan sonuçların, ki bu sonuçlar tespit edilen yeni taktik çizginin de dayanaklarını oluşturur, en önemli bazı öğelerini içermektedir. Dünya savaşını izleyeceği düşünülen bir dünya devrimi görüşü olaylar tarafından boşa çıkarılmıştır. Şimdi artık, dünya devriminin eşitsiz ve karmaşık bir gelişme seyri izleyeceği, daha da önemlisi, uzun bir devrimci mücadele dönemini gerektireceği düşünülmektedir.
Lenin’in kongreye sunduğu “Rus Komünist Partisinin Taktikleri Üzerine Rapor”unda da aynı fikir dile getirilmektedir: “... Olaylar bizim beklediğimiz gibi dümdüz bir gelişme göstermediler. Diğer büyük gelişmiş kapitalist ülkelerde bugüne dek devrim patlak vermedi... Önceden tahmin etmiş olduğumuz gibi uluslararası devrim ilerlemekte, fakat tam bizim düşündüğümüz gibi değil.”3
Lenin’in önderlik ettiği bir enternasyonalin başlangıçta dünya devrimine ilişkin “düz bir gelişme” çizgisi düşünmüş olması ilk bakışta şaşırtıcı gibi görünüyor. Zira Lenin, savaş dönemindeki teorik çalışmaları esnasında kapitalizmin eşitsiz ekonomik ve politik gelişme yasasına, buna bağlı olarak da dünya devrim sürecinin eşitsiz gelişme seyrine işaret etmiş bulunmaktaydı. Eğer buna rağmen savaş sonrası dönemde dünya devrimine ilişkin “dümdüz bir gelişme” seyri düşünülebildiyse bunun nedeni de bizzat savaş sonrası uluslararası tarihsel ortamın kendisiydi. Devrimci bunalım ve devrimci çalkantılar genel bir nitelik arz etmekteydi. Özellikle 1919 yılında ve özellikle Almanya ve Orta Avrupa’da. Devrimin buralardaki, özellikle de Almanya’daki muhtemel bir başarısının ise uluslararası devrimci bunalımı iyice kızıştıracağı, uluslararası devrimci dalgayı önünde durulamaz boyutlara vardıracağı umuluyordu. Kuşkusuz ki bu umutların daha derininde, savaşın dünya kapitalist düzeninin dengelerini belini yeniden doğrultamayacak denli bozduğu, bunalımın gitgide derinleşmekte olduğu inancı yatmaktaydı.
Komünist Enternasyonal, Üçüncü Kongre’de, olaylar tarafından boşa çıkarılan beklentilerini tahlil ederken, şunları söylemekteydi: “Farklı ülkelerdeki çelişkilerin ulaştığı keskinlik derecesindeki değişiklik, onların toplumsal yapısındaki, aşılması gereken zorluklardaki değişiklik, Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’nın yüksek düzeyde gelişmiş kapitalist ülkelerindeki burjuvazinin yüksek örgütlenme düzeyi, dünya savaşının doğrudan dünya devriminin zaferine yol açmadığını gösterdi.”4
Burada sıralanan olgular, genel bir uluslararası bunalım koşullarında bile, dünya devriminin somut gelişme seyrinin neden dümdüz bir çizgi izleyemeyeceğinin, gelişmenin neden bir eğilim olarak eşitsiz ve karmaşık olarak seyredeceğinin açıklamasını vermektedir.
Üçüncü Kongre, dünya devrimine ilişkin kısa dönemli umutları terk etmişti. Yine de, kesinlemelerden kaçınmakla birlikte, uluslararası durumun objektif yönden hâlâ devrimci kaldığını, geri çekilmenin kısa süreli olacağını düşünmek eğilimindeydi. Lenin, “RKP’nin Taktikleri Üzerine Rapor’un Tezleri”nde, “büyüyen ekonomik kriz”den, bunun “kitlelerin durumunu her yerde kötüleştirme”sinden, savaş tehlikesinden, tüm bunların ise İkinci ve İkibuçukuncu Enternasyonalleri gittikçe zayıflatmasından söz ediyordu. 5
Kongrede Komünist Enternasyonal’in yeni taktikleri üzerine konuşan Radek ise “dünya ekonomik bunalımının yerini konjonktürün geçici yükselişine bırakması” ihtimalinin tümüyle reddedilemeyeceğini, kongredeki tartışmaların da zaten buna işaret ettiğini ifade ettikten sonra, egemen eğilimi yansıtan şu değerlendirmeyi yapıyor: “Fakat şu gerçeği, benimseyeceğimiz temel hat, genel rota olarak saptamalıyız: Dünya devrimi güçleri etkilerini sürdürüyorlar ve dünya devriminin bir iniş çizgisinin eşiğinde değil, devrimci güçlerin yeni mücadeleler için toparlanmasının eşiğinde bulunuyoruz.” 6
Radek’in bu değerlendirmesi, kongrede tespit edilen yeni taktik çizginin temellerini oluşturmaktadır: Dünya devrimi güçleri etkilerini sürdürüyorlar, yani durum objektif bakımdan hâlâ devrimcidir. Fakat devrimci dalga bugün için çekilmiştir. Şimdi yeni mücadeleler için güç toplamak zamanıdır. Gerçi Komünist Enternasyonal geçmişe göre bugün çok daha güçlüdür. Fakat henüz işçi sınıfının çoğunluğunu kazanmış değildir. Yeni mücadeleler için hazırlık, işçi sınıfının çoğunluğunu kazanmak demektir.
Üçüncü Kongre’de, bu değerlendirmeden çıkan ilk dolaysız sonuç “Kitlelere” sloganı olmuştur. Radek konuşmasında bunu, “Dünya devrimine giden yolu, geniş kitlelerin fethedilmesinde görüyoruz”, şeklinde ifade eder. Lenin ise, şimdi ne yapmamız gerekir diye sorar, “devrim için en iyi şekilde hazırlanmak” diye yanıtlar ve bunu şöyle formüle eder: “Gelişmiş kapitalist bir ülkede proletarya ne kadar çok örgütlenmişse, tarih devrim hazırlığında bizden o kadar çok mükemmellik istemekte ve işçi sınıfının o kadar büyük bir çoğunluğunu kazanması gerekmektedir.” 7
Dünya devrimine ilişkin kısa dönemli umutların terki, “Kitlelere” sloganı ve “işçi sınıfının çoğunluğunu kazanmak” görevi, bunlar Üçünü Kongre’nin en önemli sonuçları oldular. Kongre’den hemen sonra geliştirilen “Birleşik İşçi Cephesi” taktiği ise, bu slogan ve görevden doğuyor, onları tamamlıyordu.
Bu bir geri çekilme politikası ve taktiği idi. Fakat bunun ne tür bir geri çekilme olduğu üzerine yeterli bir açıklık yoktu. İkinci Kongre’nin abartılı değerlendirmelerinden yalnızca bir yıl sonra bu tür bir taktiğin gündeme getirilmesi, Enternasyonal içinde büyük karışıklıklara ve iç bölünmelere neden oldu. Bu taktiğin kendi içinde yeterli açıklıktan yoksunluğu ise doğal olarak yeni karışıklıklara ortam hazırladı. Yeni tezlerin bir “uzlaşma” ürünü olduğunu Lenin açıkça söylemişti. Bu aslında yeni durumun tahliline ilişkin bulanıklığın kaynaklarından hiç değilse biri hakkında bir fikir veriyor. Komintern sağı’nın hararetle desteklediği ve onayladığı tezlerin yazarı Radek, Kongre’den hemen önce, tezleri kaleme aldığı sırada, aslında yeni bir “eylem dönemine” girildiğini düşünen ve “saldırı kuramı”nı destekleyen “sollar”a eğilimliydi. Tezlerin ilk taslağını buna göre kaleme almıştı ve bu nedenle Lenin tarafından “solcu ahmaklığa teslimiyet”le itham edilmişti. 8 Radek tutumunu ancak bundan sonra değiştirmişti. Tüm bunlar yaşanan karışıklığı bir ölçüde açıklamaktadır.
Kongre’de kabul edilen tezleri savunan konuşmasında, Radek, daha önce aktarılan sözlerinden de anlaşılacağı gibi, dünya devriminin bir iniş çizgisinde olduğunu kabul etmiyordu. Konjonktürel bir gerileme içindeki “devrimci güçlerin yeni mücadeleler için toparlamasının eşiğinde” bulunuyorlardı. Radek’inki kişisel bir değerlendirme değil, kongreye hakim olan eğilimdi.
Lenin’in kongredeki konuşmaları yer yer farklı işaretler taşımaktadır. Fakat o da örneğin kongrenin bitiminden bir gün önce (11 Temmuz 1921) Alman, Polonya, Çek, Macar ve İtalyan Delegeleriyle Toplantıda Konuşmalar’ında, kabul edilen geri çekilme ile ilgili şu değerlendirmeyi yapabilmektedir: “Bu kongrede yapılan geri çekilme, kanımca, bizim 1917’de Rusya’daki davranışımızla karşılaştırılabilir, ve bu nedenle geri çekilmenin hücuma geçmek için hazırlanmak olduğunun kanıtıdır.” 9
Bugünden bakmak bir yana, o gün için bile güç anlaşılır bir paralelliktir bu. Konuşmanın ilk bölümünden de anlaşıldığı gibi, Lenin, Şubat Devrimi sonrasında, yığınların büyük çoğunluğunun henüz Menşevikler ve Sosyalist Devrimcilerin etkisinde ve denetiminde oldukları bir sırada, Bolşevikler’in, çoğunluğu kazanmak üzere gösterdiği taktik esneklik ve “geri çekilme”yi kastetmektedir. Bu paralelliğin objektif değeri tümüyle tartışmalıdır. 1917 Mart’ında Rusya’da devrim yeni başlamıştı, henüz ilk ve en ılımlı evresindeydi; olayların sonradan doğruladığı gibi, her şey onun gitgide radikalleşeceğini, devrimin yeni bir aşamasını zorlayacağını göstermekteydi. Yığınların devrimci eyleminde ileriye doğru bu radikal seyrin tersine olarak ise, kurulu düzen, Çarlığın yıkılışıyla birlikte bir çözülme ve dağılma sürecindeydi.
Oysa 1921’deki uluslararası durum hiç de bununla kıyaslanabilir değildi. Rus devrimiyle başlayan devrimci bunalım süreci, savaşın bitimini izleyen aylarda uluslararası bir devrimci dalgaya dönüşmüş, belli iniş çıkışlar izleyerek, 1921 yılına gelindiğinde artık gitgide yatışmaya yüz tutmuştu. Tersinden ise, uluslararası burjuvazi ilk kritik dönemi atlatmanın ardından gitgide duruma hakim olmuş, savaşın ve savaşı izleyen devrimci çalkantıların sarstığı düzeni restore etmede önemli mesafeler katetmişti. Kısaca 1917 Mart’ında Rusya’da devrimci dönem yükseliş çizgisinin ilk evresindeydi; 1921 yazında ise, sorun şu veya bu ülke açısından değil fakat uluslararası çapta ele alındığında, savaşı izleyen devrimci dönem düşüş çizgisinin son evresindeydi. Zaten çok geçmeden herkesten önce bunu bizzat Lenin görecek, tüm açıklığı ile ifade edecek (Az Olsun Temiz Olsun), Komünist Enternasyonal ise bunu kapitalizmin “geçici ve nispi istikrar dönemi” olarak tanımlayacaktı.
Dolayısıyla devrimin yükseliş çizgisinin taktikleri ve taktik esnekliği ile, devrimin iniş çizgisinin taktikleri ve taktik esnekliği iki farklı durumdu ve hiçbir biçimde kıyaslanamazdı. Buna rağmen bu kıyaslamayı olanaklı kılan tek şey, Üçüncü Kongre’de yapılan değerlendirmelerde dünya devriminin bir iniş çizgisinde olduğunun henüz kabul edilmemesiydi.
Aslında birçok belirti, özellikle Lenin ve Troçki’nin konuşmaları, bunun hissedildiğini, ama kimsenin açıkça dile getiremediğini göstermektedir. Bunun yerine, sürecin, düz bir çizgi izlemediği, daha uzun zamana yayılmakta olduğu, devrim anı için takvim yapılamayacağı vb. şeklinde daha genel ve dolaylı ifadeler tercih edilmekteydi. Fark edilen, kısmen hesaba katılan fakat açıkça ifade edilmeyen bir durum... Bu olgu, devrimci dalga içinde ve dünya devrimini yönetmek üzere kurulmuş, daha bir yıl önce gerçekleşen İkinci Kongresi’nde tüm kararlarını bu doğrultudaki bir değerlendirme üzerine oturtmuş olan bir örgütün, içinde bulunduğu karmaşık ruh halini anlatır. 10
Üçüncü Kongre değerlendirmelerinin taşıdığı karışıklığın gerisinde, uluslararası durumun hâlâ bir ölçüde belirsiz, karışık ortamı vardı. Savaşı izleyen genel devrimci dalganın giderek yatışmakta olduğuna kuşku yoktu. Fakat tek tek bazı ülkelerde durum hâlâ belirsizdi ve bunların başında kritik bir önem taşıyan Almanya vardı. Yenilmiş ve Versay Antlaşması ile köleleştirilmiş Almanya’da toplumsal ve ekonomik buhran varlığını sürdürmekteydi. Beklenmedik bir gelişme bu buhranı bir devrimci siyasal bunalıma dönüştürebilirdi. (Nitekim 1923 sonbaharında öyle oldu.) Kısmen İtalya’da ve bazı Balkan ülkelerinde de (özellikle Bulgaristan’da) durum hâlâ belirsizdi.
Bu açıdan ele alındığında, farklı ülkelerdeki farklı ve eşitsiz durumları tek bir tanımlama ve ondan çıkacak tek bir genelleştirilmiş taktik çizgi içinde toparlamak eğilimi, Üçüncü Kongre’deki karışıklığın teorik ve yöntemsel temeliydi. Bu Üçüncü Kongre’ye özgü bir hatalı tutum da sayılamaz. Dünya ölçüsündeki emperyalist savaşın genelleştirdiği devrimci bunalım, savaşı izleyen yıl olan 1919’da taşıdığı bu özelliğini onu izleyen yıllarda kaybetmeye başladığı halde, Komünist Enternasyonal tüm ülkelerdeki durumu ortak bir payda altında toplamaya özel ve güçlü bir eğilim duydu. İkinci Kongre’de bu çok belirgindi. Çok genel bazı göstergelerden kalkılarak “Avrupa’nın ve Amerika’nın hemen bütün ülkelerinde sınıf mücadelesi iç savaş evresine giriyor” denilebiliyor, bu tespit defalarca tekrarlanabiliyor, kongrenin saptadığı genelleştirilmiş taktik çizginin temellerini oluşturabiliyordu. Şimdi ise Üçüncü Kongre’de bu aynı yöntemsel hata tersinden bir değerlendirme ile sürdürülmekteydi: Genelleştirilmiş bir geri çekilme taktiği.
Bu hatanın tarihsel önemi, tek tek ülkelerdeki özgünlüklerin, devrimin gelişme çizgisine ilişkin ulusal farklılıkların, bunun gerektirdiği farklı görev ve taktiklerin yeterince değerlendirilememesi olmuştur. Komintern merkezi organları isteseler de bunu başaramazlardı. Komünist Enternasyonal’in birbirinden farklı durumlara farklı ve yaratıcı bir tarzda uygulaması gereken genel taktik ilkeleri çerçevesinde, bunu en iyi her bir ülkenin kendi komünistleri yapabilirdi. Bu, genç komünist partilerin kişilik, inisiyatif ve sınıf mücadelesinin gelişim seyrini etkilemede ustalık kazanması bakımından da önemli ve gerekliydi. Komünist Enternasyonal’in buna, daha başından ve İkinci Enternasyonal pratiğine abartılmış bir tepki olarak, yeterince olanak tanıdığı söylenemez.
Üçüncü Kongre, geride kalan dönemde devrimci sürecin değişik ülkelerdeki farklı gelişme seyrine, olanaklar ve güçlüklerin her bir ülkede eşit olmayan düzeyine, çelişkilerin ulaştığı keskinlik derecesi bakımından değişik ülkelerin birbirinden farklı konumlarına dikkat çekmişti. Buna rağmen aynı kongre aynı hatayı tekrarladı.
Başkan Zinovyev, bir yandan “Doğaları gereği sadece ulusal çerçevede çözülebilecek sorunları uluslararası çerçevede çözme yönünde düşüncesizce taleplerimiz oldu” diyor, fakat öte yandan, örgütsel işleyişe ilişkin bazı teknik sorunları gerekçe göstererek, Enternasyonalin gevşekliğinden, yeterince merkeziyetçi olmamasından yakınıyordu. Örgütsel işleyişi mükemmelleştirmekle, her bir ülkenin kendine özgü durumunu gözeterek, üye partilere genel çizgi ve ilkeler çerçevesinde zorunlu bir geniş inisiyatif alanı tanımak farklı şeylerdir. Oysa birincisinden kalkılarak ikincisini saçmalık derecesinde sınırlamak noktasına daha o günlerde varıldı. İngiliz komünistlerinin seçimlerde İşçi Partisi adayları lehine kendi adaylarını geri çekmesi KEYK tarafından telgrafla “tavsiye” edilebiliyor, doğal olarak bu tavsiyeye uyuluyordu. 1923 sonbaharındaki buhran sırasında, Almanya Komünist Partisi lideri Brandler, planlanan ayaklanmanın sorunları için Komintern merkezi ile Almanya arasında mekik dokuyor, Troçki ve Zinovyev, ayaklanmanın tarihini bile bizzat saptamak konusunda yarışabiliyorlardı.
(Devam edecek...)
Dip Notlar:
1- III. Enternasyonal / Belgeler, Belge Yay., İst., 1979, s.55
2- age, s.56
3- Üçüncü Enternasyonal Konuşmaları, s.126-127
4- Aktaran Fernando Claudin, Komintern’den Kominform’a, C.I, Belge Yay., 1990, İstanbul, s.77
5- Üçüncü Enternasyonal Konuşmaları, s.93
6- III. Enternasyonal / Belgeler, s.58
7- Üçüncü Enternasyonal Konuşmaları, s.127-128
8- Alexander Sobolev, Üçüncü Enternasyonal Kısa Tarihi, Bilim Yayınları, İst., 1979, s.137-138
9- Üçüncü Enternasyonal Konuşmaları, s.150
10- Buharin’in, Lenin’in beşinci ölüm yıldönümünde yaptığı ünlü konuşmada, Üçüncü Kongre’den yaklaşık bir buçuk yıl sonrasına ait Az Olsun Temiz Olsun yazısındaki uluslararası durum tahliline ilişkin olarak söylediği şu sözler, bu ruh halini yansıtmak bakımından dikkate değerdir:
“Vladimir İliç bu satırları yazdığı zaman biz kapitalizmin stabilizasyonundan bahsetmedik. Bu stabilizasyonun tanımlaması yoktu. Ve Vladimir İliç bizim yıllarca sonra büyük güçlüklerle başardığımız çözümlemeyi esas itibarıyla yaptı. Lenin, oportünizmle ve herhangi bir ölümcül suçlamayla karşı karşıya gelmekten korkan biri değildi ve muzaffer emperyalist devletlerin başarı kazanacağını yazdı.” (Toplumsal Kurtuluş, sayı:12, s.47)
Bu konuşmayı yaptığında artık sağ’ın lideri olan Buharin, Üçüncü Kongre’de hâlâ sol’un temsilcileri arasındaydı.