Tasfiyeci sürecin son aşaması: Parlamentarizm

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 17 Eylül 2015
  • 17:15

ÖNSÖZ

Okura Seçimler ve Sol Hareket kitabıyla birlikte sunulan ve onunla ayrılmaz bir bütün oluşturan bu kitabın sol hareket üzerine en temel mesajı, bu önsözü izleyen “Sunuş Yerine” metninde ve­rilmiştir. Bu metnin temel fikri ise bir bakıma başlığında özetlen­miştir: “Tasfiyeci Çürümenin Son Aşaması: Burjuva Parlamentarizmi.” Bu, yaklaşık olarak kitabın da başlığıdır.

“Tasfiyecilik”, der Lenin, “kökü derinlerde olan toplumsal bir olgudur, liberal burjuvazinin karşı-devrimci ruh haliyle, demok­ratik küçük-burjuvazideki dağılma ve parçalanmayla ayrılmaz bi­çimde bağlıdır.” Solda tasfiyeciliğin 12 Eylül karşı-devrimi ile bir­likte dizginlerinden boşalması, bu bilimsel tanımın ışığında tüm anlamını bulmaktadır. 12 Eylül karşı-devriminin en dolaysız toplumsal-siyasal sonucu, tam da “demokratik küçük-burjuvazideki dağılma ve parçalanma” oldu. ‘70’li yılların ikinci yarısı, ufku de­mokrasi ve bağımsızlığı aşmayan demokratik küçük-burjuvazinin(7) devrime coşkulu bir katılımı dönemiydi. 12 Eylül karşı-devrimi sü­reci, bu aynı kesimde devrimden yüz çevirme, devrimci mücade­leden ve örgütten kitlesel kaçışa sahne oldu. Ve bu, geleneksel sol hareketin o günden bugüne bütün bir evrimini dolaysız olarak be­lirledi.

Bu çerçevede geleneksel sol hareketin 12 Eylül karşı-devrimini izleyen bütün bir tarihi bir bakıma tasfıyeciliğin tarihidir. Marksist ilkelere ve ideolojik bakışa artık tümden yabancılaşmış olanlara ilk bakışta pek sert, hatta belki de inkarcı görünebilen bu yargıyı ka­nıtlamak, gerçekte bugün artık herhangi bir güçlük taşımamakta­dır. Bunun için kapsamlı ideolojik çözümlemelere de gerek yok­tur. Kaldı ki komünistler bunu zamanında, denebilir ki tasfiyeci süreçlerin kendini dışa vurduğu belli başlı aşamalarda, ideolojik eleştiri yoluyla zaten yapmış da bulunmaktadırlar. Fakat gelinen yerde artık bu türden uzun boylu çabalara gerek yoktur. Sıradan bir kimsenin çıplak gözle yapabileceği basit kıyaslamalar bile gerçe­ğin ne olduğunu bütün açıklığı ile ortaya koymaya yeter, üstelik fazlasıyla.

Bugünün ÖDP’sini alınız ve faşist askeri darbenin gerçekleş­tiği sıradaki Devrimci Yol hareketi ile karşılaştırınız. Aynısını bu­günün EMEP’i ile 12 Eylül öncesinin TDKP’si ve bugünün SDP’si ile geçmiş dönemin KSD'si arasında yapınız. Bunu, bu aynı kı­yaslamayı, dönemin nispeten büyükçe sayılabilen öteki bazı akım­ları (TKEP vb.) üzerinden de yapabilirsiniz. Bununla da kalmaz, aynı şeyi Kürt soluna genişletebilir, başta PKK olmak üzere dünün, ‘80 öncesinin devrimci-demokrat Kürt akımları ile onlardan bugün geriye kalan ne varsa onunla kıyaslama içinde de yapabilirsiniz. Bütün bu kıyaslamalar size nereden nereye gelindiği, dolayısıyla ideolojik ve örgütsel tasfiyeciliğin bugünkü aşamadaki çıplak bi­lançosunu verir. Dünün devrimci akımları bugünün düzen içi sol akımlarına dönüşmüşlerdir, bugünün çıplak gerçeği artık budur. Bu akımların devrimle artık hiçbir bağı kalmamış, sosyalizmle ilişki­leri en iyi durumda içi boş bir duygusal söylem derekesine inmiş­tir.

Fakat sorun bundan da ibaret değildir. Tasfiyeci dalga ‘90’lı yıl­ların ikinci yarısında yeni biçimler kazandı ve geleneksel solun herşeye rağmen devrimde ısrar eden kesimlerinde yeni tahribatlara yolaçtı. Dolayısıyla benzer kıyaslamalar bu dönem için de yapıla­bilir. Örneğin 1994 yılında partileşen MLKP’nin kuruluşuna temel oluşturan en temel ilkeleri ve görüşleri, bunları içeren belgeleri alı­nız ve bugün izlemekte olduğu çizgi ile karşılaştırınız, arada ko­num ve kimlik değişimi anlamına gelebilecek temel önemde fark­lar olduğunu görmekte güçlük çekmezsiniz. (Elinizdeki kitabın ilgili bölümlerinde bu, yer yer ayrıntılara da inilerek, devrimci eleş­tiri yoluyla somut olarak kanıtlanmış bulunmaktadır.)

3 Kasım 2002 seçimleri ise geleneksel solun toplam tarihinde kelimenin tam anlamıyla gerçek bir dönüm noktası oldu. Neredeyse tamamı ‘71 Devrimci Çıkışı’ndan kök alan irili ufaklı bir dizi grup, bu seçimler evresinde en bayağı bir parlametarizm anlayışı ve hayaliyle ortaya çıktılar ve o günden bugüne buna yeni boyut­lar kazandırdılar. ‘71 Devrimci Çıkışı tüm tarihsel anlamını, düzen kurumlarına bel bağlamaktan, bu çerçevede parlamenter hayaller­den koparak devrim yolunu tutmakta bulmuştu. Her kesimiyle tasfiyeci sol devrim yolundan kopuşunu sonunda en bayağısından bir parlamentarizme vardırarak, tarihi kopuş öncesi noktaya döndü. Parlamentarizmden koparak devrimcileşenler, ona dönerek böylece devrimci dönemlerinden geriye hiçbir iz bırakmamış oldular. Ama temel önemde bir farkla; ‘60’lı yılların parlamentarizmi dönemin modern sosyal uyanış ortamında yeniden doğuş halindeki bir so­lun ilk saf ve ham, dolayısıyla masumiyet yüklü aşamasını temsil ediyordu, oysa bugünün parlamentarizmi bir çürüme ve tükeniş sü­recinin tepe noktasını...

Seçimler ve Sol Hareket kitabıyla birlikte elinizdeki kitap, ge­leneksel sol harekette 12 Eylül karşı-devrimi ile başlayan köklü bir konum ve kimlik değişimi sürecinin bu son aşamasını ele alıyor.

***

Aynı konu ve sürecin iki ayrı kitap halinde verilmesi, bir bakıma eldeki materyalin hacminden gelen bir zorunluluk olmuştur. Fakat buna rağmen kitaplardan her birinin içeriği kendi içinde belli bir mantığa da oturmaktadır. Seçimler ve Sol Hareket kitabı daha çok seçim süreçlerini genel politik süreçler içinde ele alan ve bunun sol hareketin seçim politikalarının değerlendirilmesi ve eleştirisiyle birleştiren metinleri içerirken, Tasfiyeci Sürecin Son Aşaması: Parlamentarizm kitabının ağırlığını sol hareketin belli kesimleriyle ideolojik polemikler oluşturuyor. Bununla birlikte sola ilişkin de­ğerlendirmeler hakkında bütünsel bir fikir sahibi olmak isteyen okurun iki kitabı birarada incelemesi gerekir. Daha çok sol hare­ket konulu değerlendirmelere ilgi duyacak olan okura, bu kitabın yanısıra hiç değilse Seçimler ve Sol Hareket kitabının sol hareket konulu metinlerini incelemesini öneriyoruz.
Elinizdeki kitapta metinler kronolojik olarak değil, fakat kita­bın temel amacına uygun bir mantık içinde sunulmuşlardır. Ko­nusuna göre birbirinden ara bölümler halinde ve birer iç kapakla ayrılan kitabın her bir bölümü, ötekilerden bağımsız olarak, kendi başına da incelenebilir. Belki bir tek ilk bölüm (Marksizm ve Bur­juva Temsili Kurumlar) ile Ciddiyet ve Samimiyet Bunalımı başlıklı ara bölüm bunun dışında tutulabilir. İlki kitaptaki eleştiri ve değerlendirmelerin ilkesel çerçevesini ve sonuncusu sola ilişkin tüm bu değerlendirme ve tartışmaların bir bilançosunu, bu an­lamda ‘son söz'ünü vermektedir.

***

Gündemdeki 22 Temmuz seçimleri vesilesiyle kaleme alınan bir yazının belirli bir bölümünü oluşturan ilk metin, Marksizm ve Burjuva Temsili Kurumlar, başlığının da kolayca akla getirebile­ceği gibi, burjuva temsili kurumlara ilişkin marksist ilke ve gö­rüşlerin özet bir sunumudur. Bu sunum tasfiyeci liberal solun ilke yoksunu parlamentarizmi kadar, her şeye rağmen devrimcilikte ıs­rar eden fakat birçok temel meselede olduğu gibi burjuva temsili kurumlara yaklaşım konusunda da Marksizmin bir hayli uzağında bulunan devrimci-demokrat akımların yanılgılarına da bu vesileyle işaret etmektedir.

2006 baharı sonunda beklenmedik biçimde gündeme gelen ve çok geçmeden de geride kalan erken seçim tartışmaları esnasında liberal solda yaşanan tartışmaları konu alan Reformist Solda “Zey­tin Dalı” Tartışması başlıklı dizi yazı, o güne özgü geçici bir tar­tışma temasını vesile ederek, bir kez daha tasfiyeci solun liberal ve parlamentarist görüşlerini irdelemektedir. Dizi yazıdaki eleştiride de önemle belirtildiği gibi, bu tür tartışmalarda liberal solun iki te­mel davranış özelliği özellikle öne çıkmaktadır. İlkin birlik, ittifak, solun başarısı vb. üzerine tüm bu tartışmalar hep de seçimler ve­silesiyle gündeme gelmekte ve seçim konusu gündemden çıkar çık­maz da hızla geride kalmaktadır. Liberal solun siyaset ve mücadele ufkunun parlamentarizm eksenli olduğunun dikkate değer bir başka işaretidir bu. İkinci olarak, bu tartışmaların ekseninde hep de Kürt hareketi durmakta, tartışmanın ana temasını ve çerçevesini her zaman kendi başına o belirlemektedir. “Zeytin Dalı” tartışması üze­rinden sondan bir önceki örneğini gördüğümüz bu olgu, şimdi, 22 Temmuz seçimleri vesilesiyle, bu kez kendini “bağımsız aday” po­litikası üzerinden göstermektedir. 28 Mart seçimleri esnasında aynı şey Karayalçın liderliği ve “SHP çatısı”, onu önceleyen se­çimlerde ise “DEHAP Bloku” üzerinden yaşanmıştı. 3 Kasım seçimleriyle birlikte süreklileşen bu davranış çizgisi, liberal solun parlamentarizmi ancak kuyrukçu bir çizgide yaşayabildiği­nin dolaysız bir göstergesidir. Reformist Solda “Zeytin Dalı” Tar­tışması ortak başlıklı makaleler serisi bu liberal tutarsızlıkları de­ğişik yönleriyle irdelemekte ve bunu Kürt sorununda bağımsız devrimci sınıf politikasının ilkesel anlamı ve çerçevesi gibi temel önemde bir sorunla birleştirmektedir.

Kitabın bir sonraki bölümünü oluşturan “Liberal Solun Yerel Seçim Perişanlığı” başlıklı metin 28 Mart 2004 seçimleri vesile­siyle kaleme alınmıştır ve parlamentarizmin EMEP eksenli bir eleştirisidir. Fakat konu, ilkin yerel yönetimler sorununu genel(11)çerçevesiyle ve Türkiye’deki durumuyla ele alarak ve ikinci ola­rak da, liberal solun “SHP çatısı” politikasını hedefleyerek, EMEP’e yönelik sınırlı bir eleştiri olma özelliğini aşmaktadır. Da­hası eleştirideki asıl kapsam ve kalıcı yön de budur. Buna rağmen konu EMEP üzerinden ele alınmışsa eğer, bunun gerisinde 3 Ka­sım 2002 seçimlerinde “İktidara yürüyoruz!” diyebilen bu reformist çevrenin, bu aynı parlamenter avanaklığı, 28 Mart 2004 yerel se­çimleri vesilesiyle, yerel seçimlerde “yerel iktidarlaşma” ve bunu geleceğin genel seçimlerinde “genel iktidarlaşma”ya bağlama söy­lemine vardırabilmiş olmasıdır.

Bir sonraki ara bölüm, Ciddiyetsizliğin Son Perdesi başlıklı 8 bölümlük dizi yazı, bütünüyle bir MLKP eleştirisidir. İlk bakışta bu nispeten kapsamlı metnin liberal solun parlamentarizmini ele alan bir kitapta yer alması şaşırtıcı görünebilir. Oysa eleştiri ince­lendiğinde ve bu, MLKP’nin sonraki süreci ve birbirini izleyen son üç seçim dönemindeki görüş ve davranışlarıyla birleştirildiğinde, bu metnin yerinin tam da burası olduğu açıklıkla görülebilecektir. Liberal solla davranış birliği ve bu temelde liberalleşmiş Kürt ha­reketinin kuyruğunda sürüklenme, uzun yıllardan, fakat özellikle de 3 Kasım seçimlerinden beri, MLKP’nin izlediği çizginin en be­lirgin özelliğidir. Eleştirinin 3 Kasım seçimlerinin ardından kaleme alınması da bu açıdan şaşırtıcı değildir.

İmralı teslimiyetini izleyen 3 Kasım seçimleri iki şeyi birarada gösterdi. İlkin solda onyılları bulan bir evrimin en önemli kazanımlarından biri olan devrimci-reformist ayrışmasının gelinen yerde MLKP açısından artık ilkesel ve politik anlamını yitirdiğini; ve ikinci olarak, ki temelde ilkinin mantıksal ve bütünsel bir uzan­tısıdır bu, İmralı teslimiyeti ertesinde eski kuyrukçu çizgiye yö­neltilen yarım yamalak özeleştirel tutumun terkedildiğini, liberal­leşmiş biçimiyle Kürt hareketinin kuyruğunda sürüklenme çizgisine geri dönüldüğünü. Bu ikisi birarada MLKP’nin tasfiyeci bir çizgiye kaydığını kesinleştirmiş ve doğal olarak onu komü­nistlerin ideolojik hedefi haline getirmiştir.

3 Kasım seçimleri sürecinde en akıl almaz parlamenter hayal­lerle biraraya yığışan liberal solun saflarında MLKP de yer ala­bilmiştir. İlkesel ve ideolojik değil fakat tümüyle pratik nedenlerle (“seçilebilir yerlerden” kendisine aday kontenjanı açılamaması!) sonuçta “blok”un dışında kalışı bu gerçeği değiştirmemektedir. (Olayların buna ilişkin seyri buradaki eleştiri içinde ayrıntıları ile gösterilmiştir.) Fakat iş bununla da kalmadı, MLKP aynı tasfiyeci oportünist tutumu ve tutarsızlıkları 28 Mart ve gündemdeki 22 Temmuz seçimleri vesilesiyle ve neredeyse aynı biçimlerde yine­ledi. Bu yinelemeler olmasaydı, dahası bu tasfiyeci oportünizm kendini şu son seçim vesilesiyle en kaba biçimde ortaya koymasaydı, bu metne yine de liberal solu hedef alan bu kitapta yer ve­rilmezdi. Fakat olup bitenler bize bir tercih imkanı bırakmamıştır. Yılları bulan ve giderek de oturan çizgi, MLKP’nin ciddi bir ko­num ve kimlik değişimi yaşadığını artık giderek daha açık hale ge­tirmiştir. Burada okura sunulan eleştiri, bunu açık ve somut kanıt­lara dayanarak yıllar öncesinden ortaya koymuştu. Aradan geçen yıllar bu eleştiriyi sınamış ve yazık ki tümüyle doğrulamıştır.

Solda Ciddiyet ve Samimiyet Bunalımı başlıklı metin Temmuz 2003 tarihlidir ve bir bakıma 3 Kasım dönemecinin ardından dev­rimci ve reformist kanatlarıyla geleneksel solun bir bilançosunu or­taya koymaktadır. Bu özelliği nedeniyle, tarih olarak bu kitaptaki bazı temel metinleri öncelese de, burada onlara bir “son söz” ola­rak okunmalıdır.

Kitabımızın iki de ek bölümü var. Bunlardan ilki, Liberal Solda Durum, 3 Kasım seçimlerini önceleyen döneme ilişkin sol hareket konulu bazı değerlendirmelerdir. Liberal solun düzen içi çatlaklarda kendine politik yaşam alanı bulmaya yönelik görüş ve tutumlarını ele alan birleştirilmiş üç yazı ile ÖDP’deki bunalım ve bölünmeyi konu alan birleştirilmiş iki yazı, bu bölümün esas içeriğini oluşturmaktadır. Bunları, 1988 yılına ait olup da solun o günden bugüne olan evrimi bakımından bizce fazlasıyla aydınla­tıcı olan bir yazı tamamlamaktadır.
İkinci ek bölüm, Güç ve Eylem Birliği Tartışmaları, 1996 yı­lına ait dört temel metinden oluşmaktadır. İçeriği incelendiğinde, bu tartışmaların bugün hala güncelliğini koruduğu görülecektir. Se­çim dönemleri her seferinde hararetli birlik ve ittifak tartışmalarına sahne olduğuna göre, bu metinler seçimleri konu alan bir derlemeyi dolaysız olarak ilgilendirmekte ve kendi yönünden tamamlamak­tadır.
Seçimler ve Sol Hareket kitabıyla birlikte incelenmesi öneri­sini özellikle yineleyerek, Solda Tasfiyeciliğin Son Aşaması: Parlamentarizm kitabının soldaki okurun, özellikle de devrimi ve devrimci ilkeleri önemseyen okurun ilgisini çekeceğine ve incelemekte gerekli dikkat ve sabrı gösterirse gerekli yararı fazlasıyla elde edeceğine inanıyoruz.