Emperyalist saldırı, savaş ve iş savaş örgütü olan NATO’nun kuruluşunun 73., Türk sermaye devletinin NATO’ya üye olmasının ise 70. yılındayız. Demek oluyor ki sermaye düzeni, neredeyse NATO’nun kuruluşundan beri bu emperyalist savaş ve saldırganlık aygıtının aktif bir bileşeni konumundadır.
Gerek NATO’nun kuruluş yıldönümü olması gerekse halihazırda Ukrayna’da devam eden emperyalist savaş NATO’yu bir kez daha gündem haline getirdi. Ukrayna savaşının henüz başında kimi liberal kesimler ve iktidar yandaşları, işçi ve emekçilerin zihnini bulandırmak için, “NATO’da olmanın ne denli önemli olduğunu bir kez daha gördük” türünden kirli propagandaları piyasaya sürdüler. NATO’yu “güvenli bir sığınak” olarak topluma empoze etmeye çalışan gerici-liberal koro, Ukrayna savaşını da buna örnek olarak sunma yarışına girdi. Bu NATO’cu takım başından beri Ukrayna’da süren emperyalist savaşın özünü karartmak, NATO’nun bu savaştaki rolünü gizlemek ve bu yolla NATO’yu işçi ve emekçiler nezdinde “meşrulaştırmak” için elinden geleni yaptı.
Sermaye düzeni tüm kurumlarıyla Amerikancı ve NATO’cudur!
Gerici burjuva kesimlerin Ukrayna savaşını vesile ederek NATO güzellemeleri yapmaları anlaşılır bir durumdur. Zira Türkiye’de hüküm süren sermaye düzeni tüm kurum ve kuruluşlarıyla iliklerine kadar Amerikancı ve NATO’cudur. Gerek gerici-faşist iktidar bloğunun gerek düzen muhalefetinin gerekse de burjuva düzenin diğer organlarının NATO savunuculuğunda birleşmeleri bundandır. Hiçbiri ABD emperyalizmi ve NATO ile ilişkiler konusunda farklı bir tutuma sahip değildir.
Dolayısıyla bu olguyu, sadece günümüz sermaye düzeni gerçekliğine ya da AKP-MHP gericiliğine indirgeyerek değerlendirmek büyük bir yanılgı olacaktır. Zira, Türk sermaye devleti 70 yıldır NATO’nun doğu kanadının en sadık bekçilerinden biri olarak batı emperyalizmine sayısız hizmetlerde bulundu. Bu hizmetler NATO’ya üyelik kapılarını aralamak için Kore Savaşı’na bizzat asker göndermekten, bir NATO üyesi olarak Körfez’de, Balkanlar’da, Irak ve Afganistan savaşlarında bu ülkenin topraklarının emperyalist savaş ve saldırganlık üssü olarak kullanmasına kadar bir dizi alanda aralıksız olarak sürdürüldü. Dahası, sermaye devleti emperyalist savaş makinesinin yakıp yıktığı birçok ülkede on yıllardır ve bugün NATO gücü olarak asker bulundurmakta, bu ülkelerde batı emperyalizminin jandarmalığını yapmaktadır.
Son gelişmeler ise, ABD emperyalizminin, 24 Mart’ta Ukrayna gündemiyle toplanan son NATO Zirvesi’nde Ukrayna savaşı üzerinden gerici-faşist rejime yeni görevler tayin ettiğini gösteriyor. Savaş diplomasisinin Türkiye merkezli yoğunlaşması, Ukrayna-Rusya müzakerelerinin İstanbul’da yapılması, hemen ardından Batılı emperyalistlerin gerici-faşist rejimi öven açıklamalarda bulunması bunu anlatıyor. Tersinden, çok yönlü krizler içerisinde debelenen gerici-faşist rejim de, ABD ve NATO’ya hizmette kusur etmeyeceğine dair açıklamalar yaparak, karanlık masalarda alınan kararlar doğrultusunda Ukrayna savaşında daha fazla rol almaya hevesli olduğunu alenen ortaya koyuyor.
Ukrayna krizinin tüm süreçlerinde Amerikan emperyalizmine uşaklık etmek için kırk takla atan AKP-MHP iktidarı, bunu içeride ve dışarıda fırsata çevirmenin hesaplarını yapmaktadır. Ukrayna krizini ve gelinen aşamada emperyalist savaşı, son yıllarda kendi öncelikleri ve çıkarları doğrultusunda attığı adımlar nedeniyle batıyla gerilen ilişkileri yoluna koymanın fırsatı olarak değerlendiren gerici-faşist rejim, içeride ise Ukrayna’da “barış elçisi” pozlarına bürünerek, Erdoğan’ı “dünya lideri” söylemi üzerinden tekrar parlatarak, emekçiler arasında prim yapmaya çalışmaktadır. Gerek batı ile ilişkileri onarmanın gerekse içeride kendi konumunu güçlendirmek üzerine yaptığı hesapların adresi ise bir kez daha NATO’ya, NATO’yla ilişkilere ve bu temelde sunacağı hizmetlere çıkmaktadır.
Emperyalizme ve NATO’ya karşı mücadele
Tarihsel deneyimler ve içinden geçtiğimiz dönemin gelişmeleri, bu topraklarda emperyalizme ve NATO’ya karşı verilecek mücadelenin ne denli kritik ve stratejik bir yerde durduğunu gözler önüne sermektedir. Ne yazık ki, Ukrayna’da devam eden savaş karşısında kimi zayıf tepkiler sayılmazsa bunun gereği henüz yeterince yapılabilmiş değil. Aynı olgu NATO’nun 73. yılı vesile edilerek ortaya konması gereken tepki için de geçerlidir. Elbette bu tablonun gerisinde toplumsal mücadele dinamiklerinin dağınıklığı, sınıf hareketinin geriliği ve ilerici-devrimci güçlerin alabildiğine zayıflığı yer almaktadır.
Öte yandan, bugün için ilerici-devrimci güçler şahsında temsil edilse de bu topraklarda köklü bir anti-emperyalist mücadele geleneği bulunmaktadır. Sorun, bu geleneğin günümüz sınıf hareketine ve diğer toplumsal mücadele dinamiklerine mal edilmesi alanında yaşanan belirgin zayıflıklar ve zorlanmalardır. Bir diğer önemli zayıflık alanı ise, bir sistem olarak emperyalizme karşı verilecek mücadelenin temelde kapitalist sömürü düzeni ile bağlarını kurmak noktasında yaşanmaktadır.
Dolayısıyla, gündelik mücadele içerisinde işçi sınıfı ve emekçiler arasında anti-kapitalist/anti-emperyalist bilinci geliştirmek, başta NATO olmak üzere emperyalist saldırganlığın tüm aygıt ve kurumlarını etkin bir şekilde teşhir etmek ve sermaye devletinin emperyalistlerle olan çok yönlü bağları konusunda emekçi kitleleri döne döne aydınlatmak ve beraberinde mücadele tarihimizin anti-emperyalist geleneği üzerinden bilinçlendirici bir çaba sergilemek, söz konusu zafiyet alanlarının aşılması için büyük bir önem taşımaktadır. Emperyalist saldırganlığın her geçen gün tırmandırıldığı ve bütün bir insanlığı büyük bir yıkıma doğru sürüklediği günümüz koşullarında, bu ertelenemez devrimci bir görev olarak öne çıkmaktadır.