Geçen hafta Belçika’nın başkenti Brüksel’de yoğun bir diplomasi trafiği yaşandı. Emperyalist sistemin egemenleri tarafından G7, NATO ve AB zirveleri gerçekleştirildi. Bu zirvelerde, faturasını emekçilerin sırtına yıktıkları Ukrayna savaşının elden geldiğince uzatılması kararı alındı. Yanı sıra, bedelini Ukrayna başta olmak üzere halkların ödediği bu savaşın yarattığı ganimetlerin paylaşılması konusunda da kararlar alındı.
Ukrayna’da patlak veren savaş ABD emperyalizmi ile AB’deki işbirlikçilerinin eski Sovyet cumhuriyetleri ile doğu Avrupa ülkeleri üzerinde hegemonya kurma stratejisinin ürünüdür. “Turuncu devrimler”, “renkli devrimler” diye anılan darbeler organize edip Amerikancı rejimleri işbaşına getirdiler. Eski Sovyet cumhuriyetlerinin bir kısmı ile eski Varşova Paktı üyesi ülkeleri NATO’ya aldılar. Rusya’nın askeri ve ekonomik yönden kuşatılması için ABD’nin paravan örgütü NATO işe koşuldu. 1990’larda başlayan bu sürecin son halkası Ukrayna oldu. 2004 yılının sonunda gerçekleştirilen “renkli devrim” istenen sonuçları yaratamadı. Zira gırtlaklarına kadar çirkefe batan Amerikancı yönetim uzun süre ayakta duramadı. İkinci hamleyi 2014’te yaptılar.
2014 yılında, ABD ile AB tarafından organize edilen ve Ukrayna’da Neonazilerle işbirliği yapan rejimi işbaşına getiren darbe en kanlısıydı. Başını ABD’nin çektiği emperyalist ülkeler tarafından Ukrayna’da işbaşına getirilen kukla rejime dayanılarak Rusya’ya karşı bir dizi provokatif/saldırgan politikalar uygulandı. Son olarak Ukrayna’nın da NATO’ya üyelik başvurusu bardağı taşıran son damla oldu ve bu adım Rusya’nın savaşı başlatmasıyla sonuçlandı.
Emperyalist blokun özel çabaları ve Ukrayna’daki işbirlikçi iktidarın kurban edilmesi pahasına, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasına varan süreç işletildi. Bu savaşın asıl hedefi emperyalist çatışmaların güçlü yeni aktörlerinden birisi olan Rusya’nın askeri ve ekonomik olarak çökertilmesiydi. Otuzlu günlerini deviren savaşın sonuçlarına bakıldığında, ABD emperyalizminin strateji uzmanları tarafından hazırlıkları yapılan bu planların uygulandığı görülmektedir. Öyle ki, emperyalist ülkeler tarafından en modern silahlarla donatılan ve her geçen gün yeni takviyelerle beslenen Ukrayna ordusu Rus güçlerine ciddi kayıplar verdirerek, onu girdiği kirli savaş batağında yıpratmaktadır.
Batılı emperyalistlerin bir diğer hedefi ise, Rus ekonomisini tarihin gördüğü en kapsamlı ve agresif yaptırımlarla yıkıma uğratmaktır. Gelinen aşamada, özellikle ülke ekonomisinin en önemli ihracat maddeleri olan petrol, doğalgaz ve tarım ürünlerine uygulanan yaptırımların uzun vadede olumsuz sonuçlar yaratma ihtimali yüksek görünüyor. Emperyalist egemenler tarafından geçen hafta Brüksel’de gerçekleştirilen zirveler bu amaçla yapılmıştır. Bu üç zirvede alınan kararlar, Ukrayna’nın askeri olarak tam anlamıyla desteklenmesi ve Rusya’ya yönelik yaptırımların kapsamının daha da derinleştirilmesidir. Ancak Rusya’nın Çin, Hindistan, Pakistan gibi dev pazarları olan Asya ülkeleriyle geliştirdiği ekonomik-ticari ilişkiler, ABD’nin başlattığı ekonomik çökertme saldırısının hedefine ulaşma ihtimalini düşürüyor.
Emperyalistler savaş ganimetlerini paylaşıyorlar
Bu zirvelerin en belirgin özelliği, Ukrayna’nın yıkımına vesile olan kirli savaşın yarattığı ganimetlerin paylaşılmasıdır. Bu savaşın tek kazananı olan kapitalist silah ve enerji tekelleri, büyük vurgunlar vurarak, servetlerine servet katıyorlar. Ukrayna savaşı sürecinde bu tekellerin borsadaki hisselerinin fiyatı ikiye katlandı. Özellikle ABD ve Avrupalı silah tekelleri savaştan en büyük vurgunu yapanlar oldu. Bu savaştan beslenen bir diğer sektör ise ABD ve Körfez ülkelerinin enerji alanında üretim yapan kapitalist tekelleridir.
AB ile Rusya’nın enerji başta olmak üzere geliştirdikleri ticari-mali ilişkiler, yıllardan beri ABD emperyalizmi tarafından baltalanmak isteniyordu. ABD bu alanda baskı yapıyor ve AB’nin devasa enerji pazarına pahalı petrol ve gazını satmak için Avrupalı ortaklarını sıkıştırıyordu. Bununla hem Rus ekonomisine darbe vurmayı hem AB’nin devasa enerji ihtiyacını karşılayarak büyük vurgunlar yapmayı, ama asıl olarak da bu yolla AB üzerindeki egemenliğini pekiştirmeyi hedeflemektedir.
Zirvelerde alınan en önemli karar, sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) tedarik etme konusundaki anlaşmanın ABD Başkanı Joe Biden ile Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula Von de Leyen tarafından imzalanmasıdır. Bu anlaşmaya göre ABD bu yıl Avrupa’ya 15 milyar, 2030 yılına kadar ise yıllık yaklaşık 50 milyar metreküp LNG sağlamayı taahhüt etti. ABD’nin Brüksel’deki büyükelçilik binasında ortak bir basın açıklaması yapan Biden-Von der Leyen ikilisi, Avrupa’nın Rusya’ya olan enerji bağımlılığından kurtulması için ABD’nin Avrupa’ya doğalgaz tedariki konusunu sonuca bağladıklarını belirttiler. Biden, ABD ve AB’nin, Avrupa’nın Rus fosil yakıtlarına olan bağımlılığını azaltmayı amaçlayan “Enerji Güvenliği Görev Gücü” adında bir çalışma grubu kurulduğunu da açıkladı. Görev gücünde Beyaz Saray’dan ve Avrupa Komisyonu’ndan birer temsilci olacak ve gruba, AB yürütme organı başkanlık edecek.
AB Komisyonu Başkanı Von der Leyen, ortak açıklamada, AB’nin enerji arzını, Rusya’dan koparak “güvenli tedarikçilere” doğru çeşitlendirmek istediklerini belirtti. ABD’den gelecek LNG’nin Avrupa’ya biraz daha pahalıya mal olacağını vurgulayan Von der Leyen, “ancak bu ahlaki bir seçim. Rus gazına olan bağımlılığımızı azaltmalıyız” diye konuştu ve “ABD’nin bu yıl AB’ye en az 15 milyar metreküp LNG sağlama taahhüdü bu yönde atılan büyük bir adımdır. Bu miktar Avrupa’nın Rusya’dan tedarik ettiği LNG yerine geçecek. Bu Rus gazının üçte birine tekabül ediyor. Artık doğru yoldayız” ifadelerini kullandı. AB’nin doğalgaz tedarikinde ilk sırayı yüzde 40’la Rusya alıyor. AB geçen yıl Rusya’dan 155 milyar metreküp doğalgaz ithal etmişti.
AB’nin yan sıra, Rusya’ya olan kömür, gaz ve petrol bağımlılığını sonlandırmayı hedefleyen Almanya, bu doğrultudaki planını açıkladı. Alman hükümeti, Rus petrolünü yılsonundan önce, Rus kömürünü de sonbahara kadar terk etmeyi planlıyor. Alman Ekonomi Bakanı Robert Habeck (Yeşiller Partisi) tarafından duyurulan planda, “Bu yılın ortasına kadar, Almanya’nın Rusya’dan petrol ithalatını yarıya indirmeyi ümit ediyoruz. Yıl sonuna kadar da neredeyse tamamen bağımsız olmayı hedefliyoruz” denildi. Almanya, Ukrayna’daki savaş başlamadan önce gaz ithalatının yüzde 55’ini, kömür ithalatının yüzde 50’sini, petrol ithalatının ise yüzde 35’ini Rusya’dan sağlıyordu.
Alman Bakan, Berlin’de gazetecilere yaptığı açıklamada, “Son birkaç haftada, Rusya’dan daha az fosil yakıt ithal etmek ve tedarik tabanımızı genişletmek için tüm ilgili aktörlerle birlikte yoğun bir çaba harcıyoruz” dedi. Ekonomi Bakanı Robert Habeck, yeni alternatifler arayışı kapsamında, Katar ile uzun vadeli enerji tedariki konusunda anlaşmalar yapıldığını açıkladı. Katar’ın yanı sıra Birleşik Arap Emirlikleri’ni de ziyaret eden Robert Habeck’e ziyaretlerinde kapitalist Alman enerji tekellerinin (RWE vs.) şefleri de eşlik ettiler.
“Biraz pahalı ama ahlaki bir seçim”
Ursula Von de Leyen’in yapılan anlaşmalarla ilgili ortak basın açıklamasında kullandığı “ABD’den gelecek LNG’nin Avrupa’ya biraz daha pahalıya mal olacağını ancak bu ahlaki bir seçim” sözleri ne anlama geliyor?
Güya “otokratik” Rusya ile enerji anlaşmalarını sonlandırmak isteyen AB emperyalizminin temsilcilerinin “ahlaki seçimi” “demokrasi ve insan haklarının” beşiği olan ABD ile ilişkilerin genişletilmesi olmuştur. Öyle ki bütün bir tarihi boyunca dünyanın her tarafında kanlı darbelerle iktidarları değiştiren, Vietnam'da napalm, Japonya’da atom silahlarıyla, Irak’ta, Suriye’de, Libya’da, Afganistan’da yıllardır milyonlarca insanı katleden ABD’den gaz almak, AB şeflerine göre “daha ahlaki” oluyor. “Otokratik Rusya’nın” alternatifi ise, orta çağ artığı katliamcı Körfez şeyhleridir. Yeşiller’in ‘feminist’ eş başkanı ile partinin diğer şefleri, tam bir utanmazlıkla kadını cinsel obje gören şeriatçı rejimlerle “çok daha ahlaki” bir ticaret yapacaklarını söylüyorlar.
Bütün bu “ahlaki” anlaşmaların gerisinde kapitalist tekellerin kirli çıkar ilişkileri var. Tiksindirici bir riyakarlıkla hareket eden AB şeflerinin bu girişimleri emperyalistler arasındaki çıkar çatışmalarının yansımasından başka bir şey değil. Burada asıl sorun tek kutuplu dünya egemenliğini sarsan Çin ve Rusya’nın her ne pahasına olursa olsun durdurulmasıdır. Bu anlamıyla Brüksel zirvelerinin gerisinde yatan, başını ABD’nin çektiği Batılı emperyalist blokun iç çatışmalarının düzene sokulması, bir savaş aygıtı olan NATO’nun tahkim edilmesi, Avrupalı emperyalistlerin, Çin ve Rusya’ya karşı ABD’nin savaş arabasına koşulması gelmektedir.
Emperyalist blokun zirveleri şimdilik kısmi bir başarı ile sonuçlanmış görünüyor. Ancak ABD için başarı olan şey daha çok silahlanma, daha çok yıkım, daha çok insan kıyımı demektir. Bunun halklara ve dünyanın emekçilerine yansımaları ise daha çok göç, daha çok yoksulluk, daha çok işsizlik, daha çok sefalet olarak yansımaya başlamıştır. İşçi sınıfı ve emekçilerin, dünyamızı büyük bir yıkıma doğru sürükleyen bu saldırılara cevabı devrimler olmak zorundadır. Çünkü kapitalist barbarlığın yıkımını işçi sınıfının sosyalist devrimi dışında durdurabilecek bir güç bulunmuyor.