İcraatlarıyla kapitalizmin ekonomik krizini derinleştiren AKP-saray rejimi, devletin şiddet aygıtlarına yaslanarak faturayı işçi sınıfına ve emekçilere ödetiyor. 17 yıldır hırsızlık-rüşvet-sömürü-zulüm düzeninin dümenini elinde tutan dinci-faşist rejim, milyonlarca işçiyle emekçiyi sefalete mahkum ediyor. İşsizler ordusu ilk defa bu kadar devasa rakamlara ulaştı. Yolsuzluk, rüşvet, çalıp çırpma, adam kayırma “olağan” icraatlar haline getirildi. Kadın katilleri, çocuk tecavüzcüleri sokaklarda cirit atıyor, rejimin “adalet” aygıtı onları korumak için mesai yapıyor.
Ülkeyi bu bataklığa sürükleyen saray rejimi, dış politikayı da halklara düşmanlık üzerine kuruyor. Cihatçı terörü arsızca desteklemesi, Suriye’nin topraklarına göz dikmesi, Kürt halkının kazanımlarını ortadan kaldırmak uğruna histeri krizlerine girmesi, Irak sınırını delik deşik etmesi bu uğursuz politikanın ürünüdür. Tüm bu zorbalıklara ve kepazeliklere rağmen, AKP şefi T. Erdoğan ve etrafını saran düşkün-dalkavuklar takımı siyasi bedel ödememek için her yola başvuruyorlar. Böylece halklara karşı işledikleri ağır suçlara yenilerini ekliyorlar.
***
31 Mart Yerel Seçimlerinde sert bir şamar yiyen AKP-saray rejimi, siyasi bedel ödemekten kaçamayacağı gerçeğiyle yüzleşti. Bundan dolayı İstanbul seçimlerini zorbalıkla iptal etti. Diyarbakır, Mardin, Van büyükşehir belediyelerine kayyım atamak için de hazırlıklara başladı. Tekrarlanan İstanbul seçiminde ağır bir hezimete uğrayınca saldırı oklarını Kürt halkının iradesine çevirdi. Bu pervasız hamle ile hem ırkçı-şovenizmi körüklemeyi hem toplumsal muhalefeti devlet şiddetiyle sindirmeyi de hesapladı. Ancak ne terör demagojisine inanan oldu ne de AKP zorbalığı kayyım protestolarını önleyebildi.
İçeride durum bu iken, Suriye topraklarını işgal etme hesaplarının tutması da zorlaşıyor. Zira ne Fırat’ın doğusuna girebiliyor ne İdlib’e çöreklenmiş cihatçı katiller ordusunu koruyabiliyor. İçeride Perinçekçi dalkavuklarla faşist MHP dışında destekçisi kalmayan rejim, bölgede ABD ile Rusya’nın çizdiği sınırlara tabi olmak zorunda. Bu ise içeride ‘kalıcı saltanat’ kurmak isteyen, Ortadoğu’da yayılmacı-ilhakçı hedefleri olan bir rejim için kabullenilmesi zor bir durum. Saraydaki histeri nöbetlerinin şiddetlenmesi de bundandır…
***
Suç dosyaları kabarık olan rejimler, bekalarını her şeyin üstünde tutarlar. Sefil çıkarları için savaş kışkırtıcılığı yapar, halkı sefalete sürükler, komşu ülkeleri taciz eder, ırkçılığı-dinciliği fütursuzca kullanır, demokratik hak ve özgürlükleri polis şiddetiyle ortadan kaldırmaya çalışırlar. Dolayısıyla beka sorunu histerisine kapılan AKP-saray rejiminin günden güne saldırganlaşması şaşırtıcı değil.
İçeride sıkıştıkça dışarıdaki saldırganlığı arttıran rejim, yayılmacı hevesleri bölgenin gerçekliğine toslayınca içeride daha da pervasızlaşıyor. Durumu kurtarmak için çırpınan saray beselemesi dinci medyanın üflediği büyük yalanlar da artık pek bir işe yaramıyor. İç politikada zorbalığın ve dış politikada utanç verici fiyaskoların üstünü örtmek mümkün olmuyor. O yüzdendir ki maskeler atılmış, zorbalık esas yönetme biçimi olmuştur.
***
AKP-MHP koalisyonunun esas misyonu içeride sermaye sınıfının çıkarlarına hizmet etmek, dışarıda emperyalist efendilerine yaranmaktır. Kuşkusuz bu ikisi ayrılmaz bir bütünün parçalarıdır. Zira emperyalizmin iç dayanağı olan sermaye sınıfı, aynı zamanda kaderini emperyalist merkezlere bağlamıştır. Saray rejimi kendi bekası için pervasızlıkta sınır tanımasa da ne sermayeye hizmeti ne de emperyalizme yaranmayı ihmal ediyor. Tersine, bu alçaltıcı misyonu herkesten daha iyi yaptığını her vesileyle dile getiriyor.
Bu politikaların ağır bedelini işsizlik, zamlar, sosyal hakların gaspı, polis zorbalığı gibi musibetler yaşayan işçi sınıfı ile emekçiler ödüyor. Irkçı-şoven politikaların hedefinde ise genelde Kürt halkı, özelde Kürt hareketine destek veren ilerici kesimlerle emekçiler var. Düşmanca politikalara maruz kalan Kürt emekçiler sınıf mücadelesinden uzak tutulmaya çalışılırken, dinci-ırkçı propagandanın hedefindeki işçi sınıfı da şovenizm zehriyle sersemletilmek isteniyor.
Faşist tek adam rejimi esas olarak zorbalığa dayanıyor. Öte yandan hem Türkiye işçi sınıfını hem Kürt emekçileri birbirine düşmanlaştırarak bu iki kesimi toplumsal mücadelenin dışına itmeye çalışıyor. Zira toplumsal muhalefetin bu iki gücünün mücadele alanlarında birleşmesi, saray rejiminin en büyük kabusu olacaktır. Dolayısıyla bu birleşmenin önüne geçebilmek için her yola başvuruyor.
Vurgulamak gerekiyor ki, kokuşmuş düzenin/rejimin bekası için yapılan icraatların bedelini ödeyenler için tek çıkış yolu, mücadele alanlarında birleşmek, ortak talepler uğruna birlikte direnmektir. Bu mücadele birliği sağlandığında AKP-saray rejiminin kabusu da gerçekleşecektir.
Mücadele alanlarında birleşmeyi sağlamak kolay olmayabilir. Ancak başka bir çıkış yolu bulunmuyor. Bu başarılmadan ne sosyal yıkım saldırıları durdurulabilir ne Kürt halkına düşmanlık politikaları boşa düşürülebilir ne de işgalci-yayılmacı dış politikanın önüne geçilebilir. O halde hem zamma-zulme-işsizliğe-yoksulluğa karşı mücadeleyi güçlendirmek hem ırkçı-dinci-şoven ön yargıları kırmak için birleşik mücadelenin hayati bir önemi var. Bu mücadele aynı zamanda her tür işgalci-yayılmacı icraatı reddetmeli, hem ülkede hem bölgede emekçiler arasında birliği, halklar arasında kardeşliği inşa etmeyi hedeflemelidir.