Siyasal ve ekonomik krizin her geçen gün biraz daha derinleştiği bir süreçten geçiyoruz. Dış politikada ısrar edilen savaş ve saldırganlık, iç politikada ise özellikle yerel seçimlerin ardından oluşan belirsizlikler siyasal krizi derinleştirmektedir. Ekonomik kriz ise artık saklanamaz boyutlara gelmiş durumdadır. Bu çok yönlü kriz tablosunun en ağır faturası ise geçmiş kriz dönemlerinde olduğu gibi biz işçi ve emekçilere kesilmektedir.
Hayat pahalılığı, rekor işsizlik rakamları, kölelik ücretleri, güvencesiz ve esnek çalışma koşulları bizlere kesilen faturanın en fazla öne çıkan başlıklarıdır. Yerel seçimlerin ardından açıklanan 11. Kalkınma Planı ile gündeme gelen kıdem tazminatının fona devri ve bireysel emeklilik sisteminin zorunlu hale getirilmesi ise işçi sınıfının iş güvencesi sayılabilecek haklarının gasp edilmesi için atılmış somut adımlardır. Bu saldırılar bugün için kamuoyunun gündeminde gereğince yer alma-maktadır. Ancak TBMM’nin açılışı ile bu saldırıların hayata geçirilmesi için AKP iktidarı ve sermayenin süreci hızlandırmak istediği açıktır.
İşçi sınıfı içerisinde görece daha iyi çalışma koşullarına sahip sendikalı işçilerin ise bir dizi kazanılmış hakkına göz dikilmektedir. Geride kalan Tüpraş, kamu, tekstil toplu iş sözleşmesi (TİS) süreçleri bunun en açık göstergeleridir. Sözleşmeler Türk-İş Başkanı Ergün Atalay gibi sendika bürokratlarının özel rolü ile ya da Yüksek Hakem Kurulu’na (YHK) devredilerek oldubittiye getirildi. Bu sözleşmelerde enflasyon altında zam oranlarının ve sözleşmenin 3 yıllık olmasının yanında bir dizi kazanılmış haklar da tırpanlandı. Geçtiğimiz günlerde başlayan ve binlerce metal işçisini kapsayan Metal TİS sürecinin akıbetinin de geride kalan TİS süreçleri ile aynı olması için iktidar, sermaye ve sendika bürokratları el ele hareket etmektedir.
Karşı karşıya olduğumuz tablonun bizler açısından iç açıcı olmadığı ortadadır. Kuşkusuz tablonun bu kadar karanlık olmasının en büyük sebebi işçi sınıfı olarak örgütsüz olmamızdır. Sendikalı olan arkadaşlarımız dahi gerçek anlamıyla bir örgütlülükten yoksun durumdadır. Taban inisiyatifini açığa çıkartacak işyeri komitelerine dayanan örgütlenmeler oluşturulmamakta, işçilere söz-yetki-karar hakkı tanınmamakta, sonuç alıcı eylem ve mücadele biçimlerine başvurulmamaktadır.
Sendikal bürokrasi ve onun sahip olduğu işbirlikçi ve uzlaşmacı anlayış son sözleşmelerde bir kez daha ortaya çıkmış, işçi sınıfının zaten sınırlı olan haklarının iyice tırpanlanmasında özel bir rol oynamıştı.
Bugün karşımızda bulunan sermaye kendi adına güçlü bir örgütlülük sergilemektedir. Sermayenin temsilciliğini yapan AKP iktidarı da sermayenin taleplerini karşılamak için bizlerin karşısına grev yasakları, YHK vb. uygulamalarla her türlü baskı ve zor aygıtını çıkarmaktadır. Ancak unutmamamız gerekiyor ki yenilmez gibi görünen bu örgütlü güç ve onun çok yönlü saldırıları karşısında yapabileceğimiz çok fazla şey ve sahip olduğumuz muazzam bir güç var. Bu gücü açığa çıkartabilmek, saldırıları püskürtebilmek için fabrika fabrika örgütlenip, tek bir vücut olarak sermayenin ve onun temsilciliğini yapanların karşısına çıkmaktan başka seçeneğimiz yok! Bizleri açlığa, yoksulluğa sürükleyenlerin, çocuklarımızın geleceğini çalanların karşısına “Sınıfa karşı sınıf!” bakışı ile dikilelim, saldırıları püskürtelim!
Petrokimya İşçileri Birliği Bülteni’nin Ekim 2019 tarihli sayısından alınmıştır...